Bugün, daha birkaç saat önce, meşhur 500T’ye bindim. Hani şu Avcılar’dan Tuzla’ya kadar giden, otobüs değil resmen ülkeler arası ekspres trene benzeyen hat. Daha durağa yaklaşırken burnuma o tanıdık mis koku geldi: ter, ucuz deodorant, ıslak bez ayakkabı ve sarımsak karışımı…
Otobüs o kadar kalabalıktı ki kendimi konserveye sıralanmış sardalyeden hallice hissettim. Ben hasbelkader, köprüyü geçmeden oturmayı başarmıştım. Birkaç durak sonra yanımda yaşını başını almış bastonlu bir teyze belirdi. Öyle sıradan bir teyze değil, bildiğin Sürahi Nine 500T versiyonu. Hani bir bakışıyla insanı “sınava çalışmamış öğrenci” gibi hissettirenlerden.
Son derece terbiyeli bir sesle sordum:
— Teyzeciğim, oturmak ister misiniz?
Nine bana şöyle bir baktı ki sanki ben geliniyim:
— İSTEMEM!
Bildiğin baya büyük harflerle söyledi. İçinde kaç küfür barındırdığını sayamadığım bir tonda. İçimden dedim ki: “Tamam teyze, ben oğlunu elinden alan o kız değilim, niye bana bağırıyorsun?”
Derken hızla yanımdan geçti üstelik o sıkışıklıkta. Vallahi ben öyle hızla ancak lahmacunda acıyı kaçırdıktan sonra böyle koşarım.
İki koltuk geride oturan yaşlı bir amca vardı.
— Buyur teyzem, otur istersen.
Sürahi Nine’nin yüzü bir anda güldü, dudakları incir reçeli gibi tatlandı:
— Ay sağ ol evladım!
Ben dönüp bir daha baktım: “Evladım mı? Amca resmen Bizans surlarının restorasyonunda çalışmış gibi duruyor.”
Ama esas bomba amcanın kalktığı yere oturduktan sonra geldi. Derin bir “ohh” çekti, yazmasını düzeltti ve amcaya dönüp dedi ki:
“TEYZE SENİN ANANDIR BE!”
Adamcağız ne olduğunu şaşırmış şekilde, son sürat arka kapıya ilerleyip ilk durakta da indi.
Sonra Teyze önüne döndü, İkinci bir salvo daha yaptı:
“Vah vah, gençlik kalmamış, saygı bitmiş bu devirde…”
Bana dedi! Benim teklifimi reddeden oydu, şimdi bana laf sokuyordu. İçimden dedim:
“Teyze, seninle başa çıkmak mümkün değil.”
Tabi ki önüme dönüp sustum. Çünkü biliyorum: Sürahi Nine ile tartışmaya girersen, kaybetmekle kalmaz, üstüne akşam haberlerinde “Az Sonra” olursun.
Otobüs yol alırken Nine başladı stand-up gösterisine:
— Klima çalışmıyor mu, ne biçim otobüs bu! ŞÖFER KLİMAYI AÇSANA BE OĞLUM ÖLÜYORUZ BURADA!
— İnsanlar üst üste, beni sıkıştırıyorlar. SEN BANA MI YASLANDIN YOKSA AY YETİŞİN TACİZ VARRR!
Elindeki bastonu savuruyor, etrafı bir anda bomboş kaldı.
— ŞÖFER frene mi bastı, ben sana diyeyim öldürecek bu bizi! ŞÖFER ÖLDÜRECEN Mİ BİZİ YAVAŞ GİTSENE BE!
— Eskiden böyle miydi? Bizim zamanımızda herkes edepli, saygılıydı!
Bana tekrar giydirdi hissediyorum ama kafamı çevirip bakamıyorum.
“Teyze, 500T zaten kendi başına bir Realite Show’du; şimdi sitcom’a döndü.” diye içimden kıs kıs gülüyorum.
Derken otobüs ani bir fren yaptı, herkes öne doğru kapaklandı. Sürahi Nine çantasını kalkan gibi kaldırıp bağırdı:
— Aman ya Rabbim! Hepimizi mezara sokacak bu şöfer! ŞÖFER ŞÖFER YAKTIN BİZİ ŞÖFERR!
Nihayet ineceği durağa geldik. Ne var ki; tabii otobüs kaldırıma tam yanaşmamış. Sürahi Nine bastonunu yere vurdu:
— Şöfer Bey, gel de indir bari, hasta ve yaşlı kadınım ben nasıl inecem?
Otobüste herkes onu bir an önce indirmek için anında seferber oldu. Gençten bir delikanlı nineyi kucakladığı gibi kaldırıma bıraktı. O ise hâlâ otobüsün arkasından bastonunu sallıyordu.
Ben ise ardından bakakaldım. Otobüse “sıcaktan eririm” diye binmiştim, ama yol nasıl geçti anlamadım.
Dersimi de aldım: 500T’de teyzelere yer teklif etme. Onun yerine gözlerini kapat, uyuyor numarası yap. Çünkü 500T’nin tek güvenli koltuğu, “yokmuş gibi yapan yolcu” koltuğudur.
Editör: Fatma Karataş
Yazarın Kitabı




