Kirpi, masanın başına oturmuş, afiyetle havuçlu pirinç pilavı yiyordu. Tanelerin üzerine serpiştirdiği rendelenmiş havuçların kokusu, masanın etrafını sarmıştı. Tam o sırada Fil, elinde kocaman bir kova dolusu domatesle çıkageldi. Dostunu ziyarete gelmişti. Ne var ki Fil, heybetli gövdesiyle masaya yanaştığında, kovayı öyle bir gürültüyle bıraktı ki masa ortadan ikiye yarıldı.
Kirpi, üzerine düşen domateslerin arasında kalınca öfkeyle kükredi. Domatesleri toplayıp kuyunun başına doğru fırlattı. Üstü başı salçaya bulanmıştı. “Sanırım biraz salça olmuşum!” diye söylendi kendi kendine. Fil ise bu duruma pek eğlendi. Burnunun ucuyla yerdeki pirinç tanelerini toplayıp, kuyunun kenarında duran su şişelerine doğru fırlattı. Beş şişe birden devrilip şangır şungur kırıldı. Su şişelerinden sıçrayan damlalar, kuyunun içinde uyuyan Zürafanın başına düştü.
Zürafa, uykusundan hışımla uyandı. Gözlerinden ateş saçarak kuyudan çıktı. “Kim bu münasebetsiz?” diye bağırıyordu. Öğlen güneşi tam tepede gözlerini kamaştırıyor, öfkesi daha da artıyordu. Kirpi ile Fil sesleri duyunca korkuyla etrafı kolaçan ettiler ama dümdüz arazide saklanacak hiçbir yer yoktu. Zürafa, kuyudan çıkar çıkmaz onları ter içinde kovaladı, sonunda yakalayıp ikisini de tekrar kuyunun içine attı. Kuyunun ağzına dikilip kıs kıs gülüyordu.
Kirpi ile Fil kuyunun dibinde birbirlerine bakakaldılar. Fil, “Tamam, bu sefer kesin çıkıyoruz!” dedi. Kirpi de ona destek vererek, “Aynen, süper bir planım var!” diye karşılık verdi. Fil, Kirpi’yi sırtına aldı. Kirpi tüm gücüyle yukarı zıpladı ama duvarı aşamadı. Kayarak aşağı düştü, üstüne bir de Fil dengesini yitirip onun üzerine yuvarlandı. Çamur içinde birbirlerine bakarken yukarıdan Zürafa’nın kahkahaları yankılandı.
“Ahahahaha! Siz ikiniz de tam birer komedisiniz!” diyordu Zürafa, “Sanki bir sirkin palyaçolarısınız! Kuyudan çıkmaya çalışıyorsunuz ama hâlinize bakın!”
Kirpi ve Fil, onun alaylarına kulaklarını tıkamaya çalıştı. Yapacak pek bir şey yoktu. Günler geçti. Kirpi, kuyuda yeni bir hayat kurmaya karar verdi. Duvarlara duvar kâğıdı yapıştırdı, çamurdan bir kanepe yaptı, bir solucanla arkadaş oldu. Kuyunun köşesinde çift çorap ve eski bir şemsiye bile buldu. “Belki burada yaşamak o kadar da kötü değildir.” diyordu.
Ama Fil pes etmiyordu. Bir gün kuyunun duvarında bir çıkıntı fark etti. “İşte şimdi oldu!” dedi. Hortumuyla Kirpi’yi yukarı doğru fırlattı. Kirpi çıkıntıya tutundu, sonra Fil’in hortumundan yakalayıp ikisini de kuyunun ağzına çekti. Bitkin bir şekilde yere yığıldılar.
Tam kurtulduk derken, gözlerini açtıklarında karşılarında yine Zürafa’yı buldular. Onlara bakıyor, kahkahalar atıyordu. “Ne hale gelmişsiniz öyle? Tıpkı haşlanmış patatese dönmüşsünüz!” diyerek alay etti. Kuyunun kenarında kocaman bir kazan hazırlamıştı. Güneşin kavurucu sıcağında kazan fokur fokur kaynıyor, içine havuçlar ve pirinçler atılıyordu. Zürafa, uzun boynunu ve ince bacaklarını ustalıkla kullanıyor, sanki bir şef gibi pilav karıştırıyordu.
Kirpi ile Filin artık kaşık tutacak hâlleri kalmamıştı. Zürafa, toynaklarının arasına aldığı kaşıkla önce kendisine, sonra onlara yediriyordu. “Afiyet olsun minik dostlarım!” derken sesinde ince bir ironi vardı. Fil ile Kirpi, yorgun ama çaresizce önlerine konulan lokmaları yediler.
O gün mutlu bir sonla bitmedi belki ama sonunda işler tatlıya bağlandı. Kirpi’nin sırtından dökülen iğneler, Fil’in kuyruğundaki tüylerle birbirine dolandı. İkisi de kuyunun karşısındaki salıncağa oturup sallandılar. Kahkahaların yerini hafif bir huzur aldı. Güneş, gökyüzünde yavaş yavaş batarken, üç arkadaşın garip ama unutulmaz anısı da böylece tamamlandı.
Editör Neşe Kazan
Yazarın Kitabı