Yazar Ertan Armağan
Söylentilere göre dönemin emperyal gücü olan Roma İmparatorluğu’na karşı büyük mücadele veren Kartacalı Hannibal’ın sürgün döneminde, Bitinya Kralı Prusias’a verdiği tavsiye ile kuruluşu ilişkilendirilen; yakın tarihin en büyük sömürgecilerini mağlup eden Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinin sonucunda Türk halkını büyük üzüntüye sevk eden, Gazi Meclisin kürsüsüne siyah örtü asılmasına aynı zamanda Yunan işgalinden kurtulan, antik dönemdeki adı Prusa olan Bursa’nın kaderi, her zaman önemli tarihi kişiliklerle ve dönemlerle kesişmiştir. Şimdi, bahsi geçen şehrin yemekleri, turizm köyleri, gölleri, sahil beldeleri, hatta koskoca Uludağ’ı varken anlatmak istediğim konu: daha önce hiçbir gezimde hissetmediğim, ilk defa bir kentin içinde dolaşırken geçmişte okuduğum tarihi bilgilerin zihnimdeki muhteşem yankıları olacak.
Selçuklular tarafından 11. yüzyılda ilk defa Türk hâkimiyetine geçen Bursa, Haçlı Seferleri sonucunda, tekrar Bizans yönetimi altında idare edilirken uzaklardan şehri izleyen Osman Gazi, oğlu Orhan Gazi’ye öldüğünde gömülmek istediği yeri gösterir. Yıllar süren kuşatmanın sonucunda, kenti teslim almayı başaran Orhan Gazi, babasının vasiyetini yerine getirmenin mutluluğunu duyarken bir devlet olarak var olma yolunda en önemli adımın atıldığını biliyor muydu? Osmanlı’nın ilk başkenti olan Bursa, payitahtın Edirne’ye taşındığı dönemin padişahlarının mezarlarına dahi ev sahipliği yapıyor.
Osman Gazi, göçebe yaşam kültürünün büyük devlet, hatta imparatorluk kurmak için yeterli olamayacağını belki o meşhur rüyasında görmüştür. Orada, yan yana inşa edilen iki türbede yatan gazilerin sarıklarına bakarken oğluyla gururlanan bir babayı, atasına karşı mahcup olmayan bir evladı gördüm.
Şehzadeliği döneminden itibaren Trakya ötesinde fetihler yapan, şehit edildiği Kosova Savaşı dahil yönettiği kırkın üzerindeki savaşta yenilmeyen Orhan Gazi’nin oğlu I. Murad’ın türbesini ziyaret ettiğimde ise dedesiyle babasının sancağını ötelere taşımayı başaran becerikli bir padişahın makus talihine efkarlandım. Ordusundan üç kat kalabalık olan Haçlı kuvvetlerini yenen Hüdavendigar, kazandığı savaş sonrasında beklemediği bir bıçak darbesi ile ruhunu teslim ederken en azından devleti emanet edebileceği Bayezid’in varlığı ile huzur bulmuştur. Şehrin bir diğer tepesine gittiğimde ise Bursa’da hissettiğim en karmaşık duyguları yaşadım. Savaş meydanlarındaki sürati, atikliği neticesinde Yıldırım lakabını alan I. Bayezid’in dönemi ne kadar ihtişamlı başlamıştı, oysa! Bir padişah düşünün; koca Haçlı ordusu tarafından kuşatılan şehrin surları önüne gizlice gidip kale komutanına kaleyi teslim etmemesini söyledikten sonra, adına yakışır bir hızla yetiştiği Niğbolu önlerinde büyük bir zafer elde etsin. Yıldırım, İstanbul’u belki elli sene önceden alabilecekken diğer Türk beyliklerinin hükümdarlarının kışkırtmaları sonucunda, Doğu’nun en büyük fatihlerinden biri olan Timur ile savaşmasaydı neler olabilirdi? Neden iki büyük Türk komutanı birbirleriyle savaştı? Türbenin etrafında dolaşırken düşünmeden edemedim. Timur’un niyeti Çin’e gitmekti, sen ise Batı’yı fethediyordun. Neden anlaşamadınız? Doğuya doğru bakıp asla cevap alamayacağımı bilerek Timur’a sordum. Ne için yağmaladın, tahrip ettin gaza yolunda savaşan Osmanlı’nın mukaddes Bursa’sını? Bak! Anadolu’da geçirdiğin süre yüzünden ömrün yetmedi Çin seferine.
Yeşil Türbe’de yatan Çelebi Mehmet’in, devleti ayakta tutmak için kardeşlerine karşı verdiği mücadeleleri, Muradiye Külliyesi’nde mezarı bulunan II. Murad’ın ise diğer Türk beyliklerini itaat altına alırken Varna’da ve Kosova’da haçlılara karşı elde ettiği büyük zaferleri, şehri gezmeye devam ederken okuyarak asla yapamayacağım şekilde, tüm benliğimle özümsedim. Hatta külliye içerisinde diğer mezarları dolaşırken naaşlarının orada bulunduğunu bilmediğim talihsiz şehzadeler Cem Sultan ile Mustafa’nın hüzünlü hayat hikâyelerine, daha derinden üzüldüm. Öyle bir şehirdeydim işte. Tarihin akışını başka yönlere sevk edebilecek olan iki meşhur şehzadenin türbelerini seyrederken düşündüm. Ya onlar başa geçseydi? Bugün Bursa’da değil, İstanbul’da çok daha büyük türbelerin içinde uyuyor olacaklardı. Tarihin akışı ne yöne evrilecekti? Viyana düşer miydi? Osmanlı, Coğrafi Keşiflere katılıp Sanayi Devrimini gerçekleştirebilir miydi?
Şehirde bulunduğum süre zarfında, bir zaman tünelinin içerisinde ilerlediğimi, kitapların satırlarında okuduklarımla yüzleştiğimi, bir cihan imparatorluğunun temellerinin nasıl atıldığını hiç beklemediğim ölçüde anlarken başka hiçbir yerde, bu hisleri duyamayacağımdan ve tarihin bir döneminin figürleriyle bu derecede bütünleşemeyeceğimden eminim.