Yazar Gülçin Granit
Balıkesir ili, Marmara ilçesine göbekten bağlıyım. Hemen sizlere soyağacımdan bahsedeyim. Efendim! Kendimi nasıl tanıtayım? Vücudum Balıkesir, kollarım Marmara Adası ama kalbim? Evet, kalbim ise Topağaç köyü. Ayaklarım adanın dört bir tarafını sarıp sarmalar. Şöyle uzatırım ayaklarımı serin sulara, yayıldıkça yayılırım adanın dört bir yanına, coşup köpüren dalgalarımla. Çoluğu çocuğu, genci, yaşlısı hiç ayrım yapmadan girsinler sularıma, serinlesinler ve şifalansınlar isterim. Bir kolum Avşa, diğer kolumsa Ekinlik Adası.
Ben Gökçeada’dan sonra Türkiye’nin en büyük adasıyım. Ya Topağaç’ın kumsalı ona ne demeli? Yani ben! Adanın en uzun ve en temiz kumsalıyım. Sezonda yerli turist gelse dahi, henüz keşfedilmemiş bakirliğim koruma altında. Ya yeşil saçlarım… Savururum onları yeşilin her tonuyla sıra sıra uzayıp gitmiş o dağlara. Hatırlatmam gerekir, Türkiye’nin en zengin florasına ev sahipliği yaparım. Başka bir uzvum olan göğüs kafesim, Saraylar köyüdür orada, mermer ocakları saklıdır. Türkiye’nin dört bir tarafına, buradan mermerler dağılır.
Karnımı nasıl doyurduğumu merak ediyorsanız hemen söyleyeyim: Balık tutarım, hayvancılık, tarımcılık ve madencilik yaparım. Bağrımda beslediğim, büyüttüğüm birçok yabani hayvanım vardır benim. Bu hayvanlarımın koşup oynamaları için bağrımı açarım. Ya dörtnala koşup gelen, o yılkı atlarına ne demeli? Yelelerini özgürce savurmalarını ve dörtnala koşmalarını isterim.
Sizlere biraz da soyağacımdan bahsetmeliyim. Benim adım, 1795 yılında Kılazak’tı. Ortadokslar buraya yerleşmişlerdi. Osmanlı hüküm sürürken “Müslüman olan kişilerden vergi alınmayacaktır.” şeklinde bir fetva yayımlanmıştı. Bunu duyan bazı sahtekâr insanlar, kendi dinlerinden vergi ödememek için dönmüşlerdi. Bunu duyan Osmanlı hükümeti. Topağaç’da yaşayan Ortadokslara, ceza olarak çifte vergi uygulamıştı.
O yıllarda Topağaç’da bulunan Aziz Temetheos Manastırı tarihi bir yapı olarak 6. yüzyılda inşa edilmişti. Karalı Dağı’nın altı yüz metre yüksekliğinde bir noktadaydı. Benim organlarımdan birisi de Ayazma’dır, Bizans İmparatoru Büyük Justinianus’un kızlarından biri şeytani varlıklar tarafından ele geçirilince, babası onu Topağaç’a (Kılazak’a) göndermişti. Ben bu zavallı kıza yardım ettim. Onu Ayazma’ya doğru çektim, oradaki su kaynağımı bulmasını ve oradan su içmesini sağladım. Sonra onu Aziz Timoti’yle tanıştırıp iyileşmesini sağladık.
Bir ağustos günü Aziz Timoti ölünce, İmparatoriçe Theodora azize duyduğu minnettarlık dolayısıyla tam da buraya bir manastır yaptırdı. Bahsi geçen bu manastırda su kaynağı bulundu. Ah! O gençlik yıllarımdaki zamanlarda azizin onuruna her yıl festivaller düzenliyordum. Yirminci yüzyılda Ayazma’ya bir su değirmeni yapıldı. On iki hücreden oluşan manastır kilise ve kısmen yeraltında bulunan diğer yapılarla birlikte korunmaktadır. 1935 yılında depremin etkisiyle hasar gördü ama kültürel miras olarak değerlendiriliyor.
Topraklarımda 1928 yılında kalıcı yerleşim başlamıştır. Yunanistan’dan ve Karabiga’dan gelen işçi ailelerini ailem olarak kabul ettim. Gençliğimde bir rahibenin başına gelenleri de şöyle anlatayım. Yasak olmasına karşın hamile kalan rahibe doğum yaptığında bebeği elinden alınır, bebeğinin yüzünü bile göstermezler. Rahibe üzüntüsünden, bebek de ağlamaktan ölür. Bu ikili, gece on ikiyi her vurduğunda ve hava yağmurluysa bu kadın bebeğini de kucaklar, yola çıkarlar; bazen araç durdurdukları da söylenir. Yardım için duran araçlar kadın ve bebeği birden gözden kaybederler. Bu bebek ve anne geceleri manastır yolunda bebekle birlikte çığlık atarlar, bu sesler manastırı boydan boya sarar. Bu olay yalnız manastırda görünür, bir görünür, bir kaybolur.
Havada uçan, yerde kaçan cinler de çoktur. Velakin onları rahatsız edecek frekansa girmezseniz, bir şey yapmazlar. Onlar da benim yaramaz çocuklarımdır. Kimseye bir zararı yoktur. İşte böyle arkadaşlar, hepinizi yanıma beklerim. Korkmayın çünkü iman gücü yüksek olana hiçbir şey yapamazlar, şimdilik hoşça kalın, sevgiyle kalın.