Bir yazar için en büyülü an, kalemden dökülen kelimelerin başka kalplerde nasıl yankılandığını duymaktır. İlk kitabım “Sonsuzlukta Bir Kıvılcım” için yapılan tahlil programı, benim için tam da böyle bir an oldu. Yıllardır içimde büyüttüğüm bir kıvılcımın, başka gönüllerde ışığa dönüştüğünü görmek… İşte bu, yazının gerçek ödülü.
Üstelik bu buluşma, Sevgili Selim Öztürk’ün şahane moderatörlüğünde, “İçimizdeki Yazarların’’ eserlerinin konuk olduğu serinin ilk tahliliydi. Bu yönüyle hem kişisel hem de kolektif bir adım oldu. Bir kıvılcımın paylaşıldığında nasıl büyüyüp ışığa dönüştüğünü görmek gibiydi. Bu tahlilin ben de bıraktığı izlere gelirsek öncelikle o ana kadar hiç tanışmamış olduğum kişilerden duyduğum sözler beni çok duygulandırdı, üstelik pek de duygusal bir kişilik olmamama rağmen…
Sevgili Pınar Yener Balkan’ın sözleri çok güzel bir başlangıçtı benim için: “Öyle güzel işlemiş ki… Defalarca okuyacağım, başucu kitaplarımdan biri olacak. Tarihi bilginizin derin olduğunu gördüm. Roma, Bizans… Hepsinin içine girdim.” diye söze girdi. Bu cümle bana şunu gösterdi: Yazmak sadece kelimeleri sayfaya dökmek değil, aynı zamanda ruhun izini başkasına bırakmaktı.
Neşe Kazan ise kitaptaki tarihi karakterlerden biri olan Teodora’yı işleyişime değindi: Kendisi tarih eğitimine devam eden biri olarak okuduğu tarih kitabında Teodora’nın katkılarından bahsedilmediğini söyledi ve şöyle devam etti “okuduğum kitapta neler yaptığı yazmıyordu. Ben onu sizden öğrendim. Kaleminizi çok sevdim. Çok etkileyici, hatta karakteri Kleopatra’dan daha etkileyici buldum.” O an şunu düşündüm: Bir yazar bazen bilinçli bir tercihle değil, sezgisiyle dokunur satıra ama okur, o sezgiyi somutlaştırır, görünür kılar. Kimi zaman benim bile emin olamadığım, okura geçip geçmeyeceğini kestiremediğim noktaları okur böylesine incelikle yakalayınca, anlıyorum ki kitap artık yazardan çıkıyor, okurun ellerinde yeniden yazılıyor.
Kübra’nın yorumları ruhun yolculuğunu yeniden bana hissettirdi: “Bir kadın olarak okurken çok etkilendim. Karakterler kimi zaman ağaç, kimi zaman rüzgâr, kimi zaman da bir kadının bedeniyle var oluyor. Hepsi ortak bir acıdan geçiyor. Günümüze ışık tutuyorlar. Çok güzeldi.”
Sevgi Hanım’ın satır aralarında bulduğu o özü ise, kitabın kalbini bana yeniden hatırlattı: “Gerçekte ben, diye bir şey yok. Benlik dünyaya ait bir kavram sadece. Gerçekte var olan tek şey bir. Aslında hepimiz biriz. Her şeyin özü bu.’’
Perihan’ın sözleri ise Hypatia’nın babasından gelen öğüdü gün yüzüne çıkardı: “Hiçbir şeye teslim olma, daima sorgula”. İllaki sorgulamak gerekir, sorgulamadan hiçbir şeyi öğrenemeyiz.” Bazen bir cümlenin yüzyılları aşan gücü olur; Hypatia’nın babasının öğüdü gibi.
Sefer Bey’in katkısı bana büyük bir sorumluluk hissettirdi: “İskender sadece bir fatih değildi, doğu ile batıyı birleştiren bir dönemin kapısını açtı. Bunca şehri kurması, hâlâ ayakta kalması… Ona bakınca bir peygamber mi, bir veli mi, diye sormadan edemiyor insan.” Bu sorular, kitabın ötesinde bir yankı yarattı: Tarihi figürlere bakarken aslında kendi yolculuğumuzu sorgulattı.
Abdullah Akbaş’ın tahlillere ilk kez katıldığı halde söylediği şu cümle ise içimi ısıttı: “Anlatılanlar karşısında motive oldum. En kısa zamanda kitabı okuyacağım.”
Bazen bir okur daha sayfanı açmamışken bile, seninle aynı yolun davetlisi olur. Bu tahlilden şunu öğrendim: Her kıvılcım, doğru zamanda ve doğru kalplerde büyüyüp sonsuzluğa karışıyor. “Sonsuzlukta Bir Kıvılcım” artık sadece bana ait değil. O, herkesin yorumuyla, sorusuyla, gözyaşıyla, gülümsemesiyle hepimizin… Bir yazar için en büyük armağan, satırlarının yalnızca okunmakla kalmayıp düşünülmesidir. Bu program bana tam da bunu yaşattı. Tahlilin tahlilini yaparken fark ettim ki; yazmak bir başlangıç ama asıl yolculuk okurun kalbine dokunabildiğinde başlıyor.
Kendi adıma şunu hissediyorum: Bu program, “Sonsuzlukta Bir Kıvılcım”ın sadece sayfalarda değil, insanların zihninde ve kalbinde de yaşamaya başladığının kanıtı oldu. Yalnızca bana değil, içimizdeki yazarlara da güç verdi çünkü bu tahlil, aslında hepimizin edebiyat serüvenine tutulmuş bir aynaydı. Duygularım çok katmanlı: onur, mutluluk, biraz da hüzün… Ama en çok da minnet. Çünkü artık “Sonsuzlukta Bir Kıvılcım” yalnız benim değil; onu okuyan herkesin ortak kıvılcımı oldu. Program bittiğinde içimden geçen tek cümle şuydu: “Evet, yazmaya değerdi.”
Editör-Nuray Balcı