“Nezaket Hanım, seksenlerin ortasında hafızanın kıyısında yaşayan bir zarafet timsaliydi. Eski edebiyat öğretmeni, şair ruhlu, ama son yıllarda şiirden çok “şey… neydi onun adı…” diyordu. Gündüzleri kızının gözetiminde, geceleri ise hafızasına emanet geçiriyordu hayatı.”
Kızı Ayla, sabah kapıdan çıkmadan önce onu karşısına aldı:
-Anneciğim, bugün Melahat, Cavidan ve Zarife Teyzeler geliyor biliyorsun. Hani senin ahiretlik arkadaşların?
Nezaket yüzünü astı:
-Benim hiç kimseye ahiretlik falan dediğim yok, kötüye çağırmayalım şimdi kızım. Tövbe Tövbe!
-Tamam canım, can dostların diyeyim. Saat on ikide burada olacaklar. Ben her şeyi hazırladım. İlk önce kahve yapmayı unutma.
Nezaket Hanım yüzünü buruşturdu:
-Kızım, bana sanki ilkokul müsameresine hazırlanıyormuşum gibi sufle veriyorsun. Ben bunak mıyım Allah aşkına?
Ayla iç çekti. Bu konuşmanın üçüncü tekrarıydı. Kahve makinesinin üstüne koca bir not yapıştırdı:
“KAHVE YAP”
Nezaket notu görünce seslendi:
-Ay bu ne Ayla? Beni iyice kocattın, notla mı yaşayacağım artık?
Neyse ki az sonra üç kadim dostu giyinmiş, süslenmiş, parfümlerini biraz fazla kaçırmış şekilde geldiler.
Kapı açıldı, “Kızlar hoş geldiniz!”
Kahkahalar, öpüşme, yanlış isimle hitaplar…tekrar öpüşme, en nihayetinde koltuklara yerleşme.
Melahat Hanım sanki sahneye çıkacak gibi süslenmişti. Kırmızı ruju, pembe dantelli şapkası, çiçek desenli elbisesi ve bol parfümüyle cam kenarındaki berjer koltuğa kraliçe edasıyla kuruldu.
Nezaket Hanım dayanamadı:
-Kız Melahat! Ay maşallah, hâlâ güzellik yarışmasına katılacak gibisin!
Melahat kıkırdadı:
-Kız var ya, her sabah bugün de ölmedim diyerek, makyaj yaparım. Ne olur ne olmaz, tabutuma makyajsız girmek istemem.
Cavidan’ın kucağında plastik kapta zeytinyağlı dolma vardı. Kızı Münevver geceden elleriyle sarmış, güzelce paketleyip annesine “Hep beraber yersiniz” diye tembihleyip eline tutuşturmuştu.
Zarife kolunda dört kiloluk bir çantayla gelmişti. İçinde yolda lazım olur diyerek (yan binada oturuyordu bu arada) ilaçlar, su şişesi, yedek çamaşır, hırka, makyaj çantası, kolonya, maske, en az üç gözlük, misafir terliği ve iki rulo tuvalet kâğıdı vardı. Ne olur ne olmaz daima hazırlıklı olmak lazımdı.
Nezaket hoş beşten sonra hızla mutfağa geçti. Notu gördü.
“Ay kahve yapacakmışım bak!” diyerek bol şekerli kahveleri yaptı.
Kahveler içildi, dedikodular başladı. Cavidan hâlen kucağında zeytinyağlı kutusuyla üç kere aynı anısını anlattı, her seferinde Melahat “Ay çok şaşırdım vallahi, neyse ki benim rahmetli böyle değildi” diye tepki veriyordu. Zarife çantasını açıyor, kolonya çıkarıp Melahat’e uzatıyordu. Nezaketse “Tövbe estağfurullah” diyerek masaya vuruyor, sonra yerinden kalkıp kapıya gidiyordu, “Allah Allah kapıda kimse yokmuş” diyerek mutfağa yöneliyordu.
Her girdiğindeyse notu tekrar görüyordu.
“Aaaa! Kahve yapacakmışım bak!” diyerek yeniden kahve götürüyordu.
Dördüncü turun sonunda Zarife çantasını açtı içinden misafir terliklerini çıkarıp, “Eh geç oldu biz de kalkalım” dedi.
Nezaket “A bu böyle olmadı ama daha kahve yapacaktım” diyerek serzenişte bulundu. Zarife “yolumuz uzun karanlığa kalmayalım, çocuklar morgları aramaya başlamasın şimdi” dedi.
Cavidan elinde zeytinyağlı kutusu, ayakkabılıktan Nezaket’in ayakkabısını aldı giydi.
Tam çıkarlarken Melahat, Zarife’nin kulağına eğilip fısıldadı:
-Nezaket bunadı galiba. Dört saattir oturuyoruz, bir kahve bile yapmadı.
Zarife şaşkın:
-Nezaket kim?
Cavidan ise takma dişlerini takarken cevapladı:
“Bilmem…”
Binada onlar kadar eskiydi, asansör yoktu. Merdivenlere yöneldiler. Bu bir faciaydı. İki kat, iki saat gibi sürecekti herhalde. Sırayla basamakları inerlerken, apartmana Nezaket’in kızı Ayla giriş yaptı.
İlk olarak Cavidan’la karşılaştı.
-Cavidan Teyze! Nasılsın, gün nasıl geçti?
-Sorma kızım, anan olacak bunak kapıyı açmadı ki kızım. Gerisin geri döndük işte…
Ayla telaşla yukarı yöneldi. Merdivenin orta sahanlığında Zarife çıktı karşısına.
— Zarife Teyze, nasıldı gününüz?
— Vallahi Nezaket ile ikimiz karşılıklı oturduk sohbet ettik. Kızım benden duymuş olma ama annen bunadı galiba, bana bir kahve bile yapmadı. Tabii ne de olsa çok yaşlandı, benden bir buçuk yaş daha büyüktür bilir misin? Çok şükür benim aklım yerinde! Aman diyeyim umarım onun yaşına gelince ben de böyle olmam.
Tam o anda tahtadan trabzana iki kez vurup arkasını döndü. “Kim o? Allah Allah, o ses nerden geldi acaba?” diye etrafına bakınmaya başladı. Ayla merdivenleri tırmanmaya devam ederken bu sefer Melahat Teyze ile karşılaştı. Melahat gözlerini kısıp dikkatlice bakıp gülümsedi:
“Aa Kız Nezaket, ben de tam sana geliyordum oturmaya, şöyle birer kahve içer iki lafın belini kırardık dediydim!” Ayla onu da inmeye ikna ettikten sonra, iyice afallamış halde eve ulaştı. Kapıyı açtı. “Anne” diye seslendi.
Salonun ortasında, Nezaket Hanım, elinde beşinci kahve fincanıyla koltukta oturuyordu. Gözlüğü yamuk, saçları dağılmış ama mağrur bir duruşla.
Ayla şaşkındı. “Annecim, nasıl geçti gününüz?” diye sordu. Nezaket derin bir iç çekti:
-Hiç sorma yavrum, gelmediler ki bunaklar! Herhalde günü karıştırdılar, halen pencerede onları bekliyorum.
-Hadi kızım sen en iyisi kalk da bize iki yorgunluk kahvesi yapıver, karşılıklı içelim şöyle ana kız…
(Not: Melahat hâlâ iniyor muydum yoksa çıkıyor muydum diye kararını veremedi. Cavidan, çıkışa ulaştı. Neyse ki torunu onu bekliyordu, “boşuna geldik evladım, kapıda kaldık iyi mi. Bak bir de elimde mis gibi dolmalarla… neyse siz yersiniz artık akşama, sizin için kendi ellerimle sardım” diyerek kutuyu torunun ellerine tutuşturuverdi. Zarife ise evine vardığında kendi günlüğüne şöyle yazdı: “Yol uzun sürdü, bir daha ki sefere, yanıma termosla kahve koymayı unutmayayım…”)
***