Geceydi. Sessizlik, ince bir tül gibi odanın üzerine serilmişti. Dışarıda rüzgâr esiyor muydu, bilmiyorum. İçeride, kendi zihnimin uğultusundan başka bir şey işitmiyordum. İşte tam o anda önüme bir satır düştü: “Ben hiç vazgeçmedim.”
Basit bir cümle gibi görünebilir ama öyle olmadı. Kalbim yerinden fırladı. İçimde yılların kapılarını aralayan bir anahtar gibi işledi. Öyle ki sanki unuttuğumu sandığım defterler yeniden açıldı. Bir öğretmen sesi gibiydi bu. Sınıfta ansızın yükselen, yanlış yaptığın yerde elini durduran bir öğretmen gibi… Kalbimin üzerine eğilip, “Bak, burayı eksik bıraktın,” diyen bir ses.
Yıllar önce ben de bir söz söylemiştim:
“Hayallerine ortak olmak için ben varım.”
Ne kolaydı o zaman bu sözü söylemek. Gençliğin ateşiyle, kalbin hızlı atan cesaretiyle… Hayat henüz yorulmamışken insan kendini her şeye yeter zannediyor. Bir sözü tutmak, bir hayali paylaşmak kolay geliyor. Lakin zaman, insana hiç hesap etmediği dersler veriyor. Yollar ayrılıyor, imtihanlar büyüyor, yükler ağırlaşıyor… Ve bir gün, yıllar sonra, bir satır karşına çıkıyor:
“Ben hiç vazgeçmedim.”
O an fark ettim: Ben orada değildim.
O sözün yanında durmam gereken yerde, elim boştu.
İnsan yaptıklarının yükünü taşır ama asıl ağırlık, yapmadıklarının yüküdür. Tutulmamış sözlerin, yarım kalmış hayallerin, eksik bırakılmış cümlelerin… İşte bu yüzden o satır kalbime değdi. Çünkü bana yokluğumu hatırlattı. Bir öğretmen gibi defterin boş satırını işaret etti: “Bak! ‘’dedi, “burada olmalıydın ama yoksun” O an anladım ki korkudan çok belirsizliktir insanı tüketen. Korku, en azından bellidir: bir düşman, bir tehlike, bir yangın… Lakin belirsizlik dipsiz kuyudur. Ne tam gerçektir ne tam hayal. İnsan belirsizliğin içinde kendini yiyip bitirir. Ve ben de öyle oldum. Kalbim “ya öyleyse ya böyleyse” ihtimallerinin içinde çırpındı. Sonra düşündüm. Belki de mesele, belirsizliği yok etmek değildir. Belki mesele, onunla yaşamayı öğrenmektir. Tıpkı gölgeyle yürümek gibi. Güneşin varsa gölgen de vardır. Kaçamazsın ama onunla beraber yürümeyi öğrenebilirsin. O gece anladım. Belirsizlik de bir öğretmendir. Hayatın sınıfında, bize en ağır dersleri o verir. Ne istediğimizi bilmediğimizde, hangi yolu seçeceğimizi göremediğimizde, hangi sözü tutup hangisini bırakacağımızı şaşırdığımızda karşımıza çıkar.
Ve sorar:
‘’Kimsin?
Nerede duruyorsun?
Hangi sözünün yanındasın?’’
Bu sorular, insanın içine ayna tutar.
Necip Fazıl’ın “Zindandan Mehmet’e Mektup” şiirinde dediği gibi:
‘’Üst üste sorular soru içinde:
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?’’
Asıl zindan, belirsizliğin zindanıdır. Dışarıda zincir ve duvar yoktur. Fakat içeride kalbini sıkıştıran görünmez bağlar vardır. İşte bu yüzden, o satır bana ağır geldi: “Ben hiç vazgeçmedim!” diyen sese karşılık, içimde yankılanan tek cümle şuydu:
“Ben vazgeçtim.”
Bu itiraf kolay değildi elbet. Zor olansa kendine itiraf etmektir. Vazgeçtiğini, eksik kaldığını, sözünü tutamadığını söylemek. Fakat aynı anda şunu da gördüm ki tam burada yeni bir kapı açılıyor. Çünkü insanın en büyük dönüşümleri, çoğu zaman en büyük itiraflarının ardından gelir. Peki ya çözüm?
Kendime sordum:
“Şimdi ne yapmalı? Bu yarım kalmış sözlerin, bu tutunamamış hayallerin yüküyle nasıl yaşamalı?”
Cevap içimden geldi. Çocukluğumdan beri kulağıma çalınan o sade öğretiyle;
“İnsan unutkandır. Allah unutmayan.”
Belki ben hayallere ortak olamadım. Belki sözlerimin yanında duramadım. Fakat Allah, hiçbir sözü unutmaz. Hiçbir kalbi yarı yolda bırakmaz. Ve anladım ki çözüm kendi gücümde değil. Çözüm, teslimiyette. Belirsizliği de eksikliği de yarım kalmış hayalleri de Rabbime bırakmakta. Çünkü O, eksikleri tamamlayandır.
O gece gözlerim tavana dikili kaldı. İçimde bir muhasebe sürdü.
Evet, ben yoktum.
Ama belki de asıl ders buydu:
Yokluğumu görmek.
Eksikliğimi kabul etmek.
Ve o eksiklikten öğrenmek.
Hayatın öğretmenliği böyledir. Önüne ansızın bir satır düşürür. Bir mesajla, bir sözle, bir işaretle. Ve sana şunu fısıldar:
“Eksiklerini gör. Yüzleş. Dersini al. Ve tamamlayıcıya yönel.”
Ben de yöneldim. İçimden sessizce dua ettim:
“Rabbim, ben yarımım. Sen tamamsın. Ben unutuyorum, sen unutmuyorsun. Ben kayboluyorum, sen buluyorsun. Belirsizliğin içinde bana yol göster. Beni bana bırakma.”
Ve o an kalbimde garip bir ferahlık hissettim. Sanki öğretmen dersten çıkmış, defterimi kapatmıştı. Belki hâlâ boş satırlar vardı ama artık o boşluklardan korkmuyordum. Çünkü o satırları ben değil, Rabbim dolduracaktı.