14.3 C
İstanbul
Perşembe, May 9, 2024
okuryazarkitaplar
Image default
AnadoluEdebiyatManşetÖykü / RomanŞiir / Şair

Çocukluk…

Neşe KAZAN

Senin hiç arkadaşın olmadı mı, hiç onlarla mahalle maçı yapmadın mı?”dedim. beli bükülmüş, çakır gözlü yaşlı adama hayat hikayesini anlatırken, araya girip.

Gözlerindeki elemi, özlemi ve nefreti okudum bir an için. Sonra bakışlarını yere çevirdi. Sessizce,
Ben hiç çocuk olmadım ki” dedi.
“Hiç çocuk olmadım…”


Yüreğimde boran…
Evin orta yerinde şimdi koca bir bomba…
Boğazım düğüm düğüm…

Bir insanın çocuk olmadan büyümesini ne insana, ne hayata yakıştırabiliyorum.
Keşke diyorum, keşke Affan Dede’yi bulup para saysam, kısa bir anlığına güzelleşse dünyası. Kendi çocuklarına aldığı horoz şekerinin tadını çocuk damağıyla özümsese ve hiç bitmesini istemese.
“Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk,
Hiçbir yere gitmiyor.”


Her kendinle baş başa kaldığında yüreğinin orta yerine çörekleniveriyor.
Sonra diyorum ki, vicdansızlık ve dahi gaddarlık günümüze ya da, benim gördüğüme dahil değil.
Dinledikçe  “Ooooo  bu benim bildiğim hiç değil.” diyorum.
Annesinin bırakmak zorunda kaldığı, babasının yok saydığı henüz beş yaşında terk edilmiş bir çocuğun  okuma arzusuyla yanıp tutuşurken on bir yıl boyunca gücünden kuvvetinden yararlanan insanların sömürüsüne neden sessiz kaldığını dinlerken, anlamaktan öte  isyan edesim geliyor.
Hiç çocuk da olmamış. Çocukluğunu bıraktığı yerde ayağında çarıktan başka ayakkabısı da olmamış.


Hal böyleyken  kırpık kumaşlardan yapılmış bir topa ayağıyla bile dokunmamış ve hatta başını yastığa koyup huzurla uyuyacağı bir yatağa bile hasret kalmış.

Nazım gelidi aklıma birden.
Veriverseydik diyorum ‘Çocuk olmadım.’ diyen koskoca adama  bir günlüğüne dünyayı.
Biz değil o öğrenseydi. Ezbere sevmeyi ve horoz şekerinin lezzetini.
Kendi kendine değil, okulda öğrenseydi alfabeyi.
Şımarsaydı harçlık isterken helallik vermediği babasına.
Bir lunaparkta çarpışan arabaya binebilseydi mesela, uçarcasına.
Ya da kendisine ‘yavrum’ diye seslenseydi birisi.

O damarları çıkmış ve buruşuk derili elleriyle çocukların başını sıvazlarken birisi de onu bağrına bassaydı keşke…
Zor muydu bu kadar sevgi vermek? Kolay mıydı küçücük çocuğu sömürmek? Boğaz tokluğuna bir evin yükünü çocuk sırtına bindirmek…
-Hiç üzülmedin mi çocukken, diyorum.
-Arada kaçıyordum  ama her defasında da yakalanıyordum. Bütün evin dışarı işi bendeydi, sağdan soldan insanlar söyleniyordu. “Bari çocuğa bir ayakkabı al.” diye evin beyine. On bir senede bir ayakkabı aldı ve beni tembihledi: “Her gün giyme eskimesin.”


Biz bir bayram arifesinde sabahı beklerken, onun eskimemesi için giyemediği ayakkabı ne renkti diye düşünüyorum.


Garip biliyorum.


Çocukluğun hiçbir mantığı yok.
Ve yine Nazım diyorum.
Özetle duygumu.


Kaldı işte. Çayımız bardakta, çocukluğumuz sokaklarda, mutluluğumuz kursağımızda, sevdiklerimiz uzaklarda…


Ve yavaş yavaş güneş ufuk çizgisine doğru düşerken huzurlu bir kızıllık doluyor bakla sofanın orta yerine.
Sanki bir buğu görüyorum, çocuk olmayan adamın gözlerinde.
Ve hayret ediyorum sevgi görmeyen bir adamın etrafına böylesine sevgi dağıtmasına.
Sevgiyi ilmek ilmek işlemesine.

Duruyorum.
Derin bir soluk alıyorum.
“Dünyayı sevgi kurtaracak.” diyebiliyorum.




İlgili Haberler

Sihirli Sorular 1

Kübra Kaya

Pınar’la İstanbul Lezzetleri-2

okuryazarkitaplar

Aşk ve Konfor…

Arzu Yağmurlu

Yorum Yap

Kitap, Sinema, Tiyatro, Edebiyat, Tarih, Mitoloji, Müzik, Resim, Gez Gör, Doğa Sporları, Aktüel Bilim, Anadolu, Dünya Mirası, Festival, Fuar, Sergi, Akademi, Yazarlar...