
Derya, bilgisayar ekranına o kadar uzun süre bakmıştı ki, sayılar gözünün önünde dans etmeye başlamıştı. Derin bir iç çekişle sandalyesine yaslandı. O sırada dükkânın girişindeki çıngıraklı kapı açıldı. İçeriye başında çiçekli yemenisiyle, Nezaket Hanım girdi. Emekli öğretmen olan Nezaket Hanım’ı işe almak, avukatlığı bırakıp bu tarihi aktar dükkânını kitapçıya çevirme kararından sonra yaptığı en yerinde tercihti.
“Selam kızım. Önce bir çay içelim, sonra bakarız ne yapacağımıza,” dedi ve mutfağa yöneldi. “Ben hemen demliyorum.”
“Tabi varsa bir işimiz,” dedi Derya gülerek.
Nezaket Hanım çayları getirdiğinde mutfaktaki küçük masaya oturdular.
“Yine hesaplara mı baktın kızım? Ne var ne yok?”
“Ne eksik ne fazla… Beklediğim kadar kötü değil ama öyle iç rahatlatacak gibi de hiç değil,” dedi Derya.
“Moralini bozma. Annenle mi konuştun yine sen? Onun söyledikleri seni hep hırpalıyor.”
“‘Yahu kızım, deli misin sen? Herkes ev alır sen dükkân aldın!’ diye başlıyor. Sonrası bildiğin nakarat.”
Nezaket Hanım güldü. “Annelik bu, alış. Ha dur bak ben sana yeni bir fikir getirdim.”
Çantasından eski, sararmış bir kitap çıkardı.
“Çarşamba sabahları yaptığımız Çocuklar İçin Masal Saati çok ilgi görüyor ya…”
“Senin sayende. Hayvan taklitlerin efsane.”
“Otuz yıllık ilkokul öğretmenliğinin mirası,” dedi gülerek.
“Diyorum ki, bu sefer büyükler için bir kulüp yapalım. Ne dersin, ayda bir Çözülememiş Cinayetler Kitap Kulübü başlatsak mı?”
“Bizim komşu teyzeler daha çok örgüye, reçele meraklı değil mi?”
“Yok kızım yok! Ne kadar dantel o kadar entrika. O narin teyzeler var ya, sabaha kadar Müge Anlı izleyip, günlerde cinayet çözer, sohbetlerde kayıpları bulur.”
Hem belki yerel bir vakayla başlayabiliriz. Hepsinin ilgisini çeker bu sayede”
Kitabı uzattı:
“Kızıl Gelin: Göynük’te Bir Cinayet”
Derya arka kapağı okudu:
“1953 yazında Göynük’te genç bir çoban, kasabanın zengin tüccarı Halit Bey’in genç eşi Münevver’i kır çiçekleriyle bezeli bir gelinlik içinde, ıssız bir yamaçta ölü buldu. Kaza mı, yoksa intihar mı? Yoksa Halit Bey’in önceki eşinden olan evlatlarından biri mi bu genç kadının sonunu hazırladı?”
“Yok artık! Bu bizim Göynük’te mi olmuş? Hâlâ akrabası, torunu filan vardır belki…”
“Olabilir ama neredeyse yetmiş yılı geçmiş. Olay zamanında gazetelerde bile çıkmış. Ben küçükken babaannem anlatırdı. Neyse, oku bakalım, sonra karar veririz.”
O sırada kapıdan bastonlu bir amca girdi. Yüzünde kibar bir tebessüm, beyaz bıyıkları özenle taranmıştı. Elinde ahşap işleri, kuş kafesi yapımı ve kuş bakımı ile ilgili kitaplarla gelmişti.
“Hanım artık evde çıldırmak üzere. ‘Başka bir hobi bul, yoksa seni de kitaplarını da dışarı atarım’ dedi.” “Belki bu kitaplar başkasına yarar,” diyerek tezgâhın üzerine bıraktı.
Derya ise, “Bir dakika amcacım tam size göre bir şey var” diyerek arka taraftaki bir rafa yöneldi. Doğada Kuş Gözlemciliği adlı resimli bir kitapla döndü. “Bey amca işte sana yeni bir hobi, kendine bir dürbün al, doğaya çık ve kuşları gözlemle hem temiz hava alırsın hem hanımı kızdırmazsın”.
Akşam saatlerinde dükkânı kapatırken Derya, Nezaket Hanım’a sarıldı.
“Birkaç gün daha böyle geçerse, rahat bir nefes alacağım. Şimdi ev, kitap, kahve ve battaniye zamanı.”
“Haydi git, oku bakalım gelin kimin günahına girmiş,” dedi Nezaket Hanım.
***
Ertesi sabah Nezaket Hanım erkenden dükkâna gelmişti. Derya ise elinde büyük bir kahve termosu ve gözlerinin altında uykusuzluk izleriyle halihazırda oradaydı.
“Senin yüzünden! Sabaha kadar kitabı elimden bırakamadım. Ama hâlâ anlamadım. Kocası Münevver’i seviyormuş, Münevver de onu seviyormuş gibi duruyor. Neden öldürsün kendini?
“Belki de miras içindi?” dedi Nezaket Hanım. “Çocukları ondan kurtulmak istemiştir. Üç tane büyük yaşta oğlu olduğu yazıyor kitapta…” “Dur bakalım, bu dedikoduları kulüp için saklayalım. Torunum afişi yaptı, Facebook’a da koyduk, bak.”
Tam o sırada önceki gün gelen beyefendi yine dükkâna girdi. Bu kez kitaplar arası seçimleri: kek tarifleri, arılar ve arıcılık üzerineydi.
“Hanım kuş gözlemimden çok memnun kaldı. Ben biraz da arılarla ilgileneyim diyorum. Hanım da ‘sana yolluk kek yaparım’ dedi. Bu kitap da onun için olsun.”
Derya göz kırptı, kek kitabının arasına papatyalı bir ayraç koydu.
Amca tam çıkarken afişe gözü takıldı.
“Çözülememiş cinayetler kulübü mü? Harika fikir!” Çıngıraklı kapı arkasından kapandığında, Nezaket Hanım ve Derya kaldıkları yerden konuşmaya başlamışlardı ki, tezgâhın üzerinde duran o eski cinayet kitabının yerinde olmadığını fark ettiler.
“Yoksa beyefendi kitabı da mı alıp çıktı?” dedi Derya.
Koşarak dışarı fırladı. Yaşlı amca da tam karşıdaki eczaneden çıkıyordu. Derya seslendi:
“Affedersiniz! Bir saniye bakar mısınız?”
Amca duymamıştı, elinde bastonu dört yol ağzına doğru uzaklaştı. Trafik ışıklarına dikkat etmeden karşıya geçmeye çalışırken, bir araba acı bir frenle durdu. Amca yere yığılmıştı. Derya çığlığı bastı ve hemen yanına koştu. Yaşıyor gibiydi. Hemen etraftakilerden ambulans çağırmasını istedi.
Olaydan sonra gelen polisle konuştular. Nezaket Hanım mutfağa koşmuş, çayı demlemişti bile. O gün gelen giden çok olacaktı besbelli. Günün sonuna doğru, dükkâna orta yaşlı, yorgun yüzlü bir kadın girdi. Kendini tanıttı: “Benim adım Cemile. Bu sabah kaza geçiren kişi babam, Ragıp Bey’di.” Yanında bu kitaplar vardı, sanırım sizden almış, belki ihtiyacınız olur diye getirmek istedim. Kendisi şu an yoğun bakımda. Doktorlar bekleyeceğiz diyorlar”
“Ah,” dedi Derya, “çok üzgünüm” “Ardından koştum ama sesimi duymadı, yetişemedim de” Çok özür dilerim. Anneniz nasıl karşıladı durumu…”
“Annem mi, o vefat edeli beş yıl oldu,” dedi Cemile. “Ama babam her gün unutuyor. Hafızası çok zayıfladı ya da işine öyle geliyor. Bana “hanım” diye sesleniyor çoğu zaman”. Biz de birkaç aydır yakınına taşındık ama başında duramadığımızda böyle şeyler yaşanıyor.”
Nezaket Hanım elini Cemile’nin omzuna koydu.
“Benim de annem alzheimer hastasıydı. Eğer destek isterseniz, ben daima hazırım bilmenizi isterim.”
“Çok sevinirim,” dedi Cemile. “Biz de alışma sürecindeyiz henüz. Ama bu dükkân, babamın keyif aldığı nadir yerlerden biri olmuş gibiydi.”
Derya gülümsedi.
“Yeter ki iyi olsun, her zaman bekleriz.”
***
Beklenen gün gelmişti.
Kitapçıda ayın son cuması, Güneş yavaş yavaş dağların arkasına çekilirken, raflar arasında sinmiş çay buharı ve eski kâğıt kokusu vardı. Derya, vitrinin önündeki masayı kurarken içinden bir dua etti. Bu kulüp tuttuğu takdirde belki de ilk kez hesapları artıya geçecekti.
Nezaket Hanım, masaya el emeğiyle işlediği, özenle kolaladığı masa örtüsünü sermişti. Üzerine ince belli çay bardakları, tarçınlı kurabiyeler, kitap ayracı olarak kullanılan kurutulmuş menekşeler, birkaç renkli defter dizilmiş, tam ortayaysa ‘Kızıl Gelin’ kitabı konmuştu. Her şey hazırdı. Nezaket Hanım, gözlüklerinin üzerinden Derya’ya baktı.
“İnşallah kadınlar birbirini yemez kitabı tartışırken.”
“İlkini atlatırsak gerisi gelir,” dedi Derya. “Hem sen dememiş miydin ‘bu kasabanın hanımları sır çözmede uzman! Üç sezon Yaprak Dökümü izleyip, aile analiz etmiş kadın bunlar’ diye.”
Kadınlar birer birer gelmeye başlamış çaylarını alıp yerlerine oturmuşlar, kendi aralarında fısıldaşmaya koyulmuşlardı bile.
Nezaket Hanım da koltuğuna oturmuş, gözlüğünü burnunun ucuna indirmişti.
“Hazır mıyız kızlar?” dedi. “Cinayet çözüyoruz bu akşam!”
Teyzelerden mırıltılar yükseldi. Eczacı Hayriye Hanım, terzi Leman Teyze, pastacı Semra, kasap Nuriye Abla ve Karşı komşu Nurten ile ablası Ayten Teyze ve iki genç öğretmen daha oradaydı. Herkes heyecanla kitabın sayfalarını çevirirken Derya söze girdi:
“Bu hikâye yıllar önce Göynük’te geçmiş. Zengin Halit Bey, genç eşi Münevver ve onun esrarengiz ölümü…”
“Kız da pek gençmiş ya,” dedi Leman Teyze. “O yaşta evlilik zaten başlı başına facia! Üstelik yaşlı bir beyle”
“Kız başına tepelerde işi ne, Katil çoban da olabilir” diye peşinen hükmetti Ayten teyze.
“Yok yok, işin içinde para varsa aileden biridir” dedi Semra.
“Büyük Oğulları İstanbul’da yaşıyormuş evli barklı, iş güç sahibi, ne diye bulaşsınlar cinayete”. Diye araya girdi Nezaket Hanım.
“Yalnız bir gariplik var,” dedi Derya. “Ne Münevver’in ailesinden biri konuşmuş ne de Halit Bey’in oğullarından bir iz var kaynaklarda.”
“Parayla susturmuşlardır aileyi” diye atladı Semra.
“Kadın genç, belki de gençten bir sevgili yapmıştır” diyerek olayın yönünü değiştiriverdi Hayriye Hanım.
O sırada kapıdaki çıngırak bir kez daha çaldı.
İçeri giren, yorgun ama kararlı bir ifadeyle Cemile’ydi.
Derya hemen ayağa kalktı.
“Cemile Hanım? Hoş geldiniz. Buyurun, siz de katılmak ister misiniz?”
Cemile içeri girdi:
“Biraz geç kaldım ama… bu konunun konuşulduğunu görünce gelmem gerektiğini hissettim.”
Kadınlar şaşkınlıkla birbirine baktı.
Cemile çantasından sayfaları sararmış uçları kıvrılmış eski bir defter çıkardı, elleri titriyordu.
“Bu… babamın günlüğü. Ragıp Bey’in. Vefat edeli birkaç hafta oldu biliyorsunuz. O günden beri evini toparlıyorum. Kitaplarının arasında, sandığın dibinde buldum bunu. Önce anlamadım, ama sonra bir bölümde Münevver’den bahsetmeye başlayınca donakaldım.”
Nezaket Hanım sessizce çayını yudumladı.
Cemile konuşmaya devam etti:
“Dedemi hiç tanımadım ben. Meğer babam… Halit Bey’in ilk eşinden olan küçük oğluymuş. Yani Münevver bizim aileye gelin olarak geldiğinde, babam henüz 16 yaşındaymış. Münevver ise sadece 18… Aralarında bir bağ oluşmuş. Çocukça bir hayranlık, ergenlik… ama sanırım zamanla saplantıya dönüşmüş bu babamda.”
Kadınlar şaşkınlık içinde birbirine bakarken, Cemile günlüğün sayfalarından birini açtı ve okumaya başladı:
“Münevver bana gülümsediğinde, dünya duruyordu sanki. Babamla salonda baş başa konuşurken onları gördüğümde içim yanıyor. Münevver babama ait olamaz. Biliyorum O benim… bana bakıyor ve sıcacık gülümsüyor hep…”
Derya’nın içi ürperdi. Cemile devam etti:
“Bir gün dedem yani Halit Bey İstanbul’a birkaç günlüğüne gidince, babam ölmüş annesinin sandığından eski gelinliğini çıkarmış, Güzelce hediye paketi yapmış. Münevver’i de o gün tepelere pikniğe götürmüş. Ona, orada açılmış aşkını itiraf etmiş, beraber kaçmayı önermiş. Münevver reddedince…aralarında bir itişme olmuş, Münevver sendelemiş ve düşmüş başını taşa çarpmış oracıkta ölmüş sanırım.”
Teyzelerden biri eliyle ağzını kapadı.
“Öldüğüne emin olduğundaysa… Münevver’e, hediye olarak yanında getirdiği, annesinin gelinliğini giydirmiş. Üzerine çiçekler serpmiş. Kendince veda etmiş yani. Zaten de ‘Son bir veda’ yazmış deftere. O kadar soğukkanlı yazmış ki… halen inanamıyorum.”
Nezaket Hanım fısıltıyla konuştu:
“Peki sonra ne olmuş?”
“Babasına hiçbir şey söylememiş. Yaşı küçük olduğu için kimse de şüphelenmemiş anlaşılan. Halit Bey cenaze, soruşturma filan olayları sona erince, onun eğitimine önem verip İstanbul’a göndermiş, Halasının yanına. Orada da annemle tanışmış, uzunca bir süre de memlekete dönmemişler anlaşılan. Arada Halit Bey de ölünce olay kapanmış gitmiş. Ta ki… bu deftere kadar.” Annem de ben de yıllarca soğuk kanlı bir katille aynı çatı altında yaşamışız. Onu hiç affetmeyeceğim.”
Cemile günlüğü masanın ortasına koydu.
“Bunu ne yapacağımı bilmiyorum. Belki yakmalı, belki bir yere saklamalı. Ama saklanacak sır mı bu? Belki de polise gitmeliyim, 70 yıl geçmiş bile olsa bu cinayetin gerçek yüzü ortaya çıkmalı.”
Derya deftere baktı, sonra kitaba. Ardından gözlerini kitap kulübündeki kadınlara çevirdi.
“Biz bu kulübü eğlence için kurmuştuk. Ama hayat… bazen sayfalardan sızıyor. Bence bu defter, o sızıntının kanıtı. Bir hayat, bir aşk, bir cinayet… hepsi gerçekmiş.”
Kadınlar bir süre sessizce oturdu. Sonra yavaş yavaş başlar sallandı. Kurabiye tabakları doluydu ama kimse elini uzatmıyordu. Nezaket Hanım çaydanlığa baktı, hafif titreyen bir sesle sordu:
“Peki şimdi ne yapacağız?”
Derya kitabı eline aldı, sonra günlüğe baktı. Defterin kapağını usulca kapattı.
“Sır perdesi kalktı. Belki de bizden başka kimse önemsemeyecek. Yine de ruhların huzur bulması için hikâyeyi anlatacağız.”
Hanımlar teker teker başını sallayıp onayladı. Kurabiye tabağına ilk uzanan yine Nuriye Abla oldu.
“Vallahi bu kulüp hiç sıkıcı olmayacak gibi görünüyor.” diyerek son noktayı koydu.