Sabah çarşıya gidip birkaç işimi halletmek için evden çıktım. Oldum olası toplu taşımaları sevmem, fakat arabayı sattığımızdan beri onları kullanmak zorundayım. Belki de bu hayatta alışamayacağım şeylerin başında bu durum gelir desem yanlış olmaz. Genelde dolmuş çok doluysa bir sonrakini beklerim. Ama bugün böyle olmadı. Yetişmem gereken yere bir an önce gitmek için yarı dolu olan bir dolmuşa binmiş bulundum.
Daha adımımı atar atmaz dakika bir gol bir! Şoför demez mi, “Çabuk ol bacım, çabuk!” diye. Arkama baktım başkasına mı diyor diye. Arkamdaki yaşlı bir amca. Bu sefer daha da hiddetlenerek “Yahu hadi kızım.” dedi. ‘’Tövbe tövbe deli mi ne? ’’ dedim içimden. Uyuşuk bir insan olsam neyse. Oysa ki tez canlıyımdır, üstelik acelem de var. Neyse kartımı basıp uygun bir yere geçip bir koltuğun demirine tutundum. Tüm koltuklar doluydu. İkili bir koltukta bir kadın ve iki üç yaşlarında bir çocuk oturuyor. Ayakta en az üç yaşlı teyze ile dört beş yaşlı amca var. Oturan yolcuların çoğu genç. Trafik yoğun, hava sıcak. Derken bir kadın yüksek sesle telefonda konuşuyor. Her cümlesinin sonuna, “Anladın mı, anladın mı?” diye soruyor. Belki en az on defa demiştir. Karşısındaki anlamıyor mu nedir? Sonra bir okulun önündeki durakta gençlerin çoğu indi, yaşlılar da onların yerine oturdu. Ayakta bir ben ve iki delikanlı kaldık. Bir iki durak ilerledikten sonra yaşlı amcalardan biri ayağa kalkıp bana oturmam için işaret etti ısrarla. Teşekkür edip reddettim. Yaşlı insanların genç kadınlara yer vermesini hiç doğru da bulmam zaten. Hem bilmiyor ki kimsenin poposuyla ısıttığı yere hayatta oturamam ben. Her neyse, dolmuşta sallana sallana giderken bir pazar yerindeki duraktan en az ellerinde pazar poşetleri ile yirmi yolcu bindi. Dolmuş tıklım tıklım doldu. Şoför amca bana kafayı takmış gibi ilerlememi istedi kabaca. Bir adım ilerledim. Hâlâ beni tersleyerek “İlerlesene kardeşim! Arka bomboş” demez mi? “İlerleyecek yer mi var?” dedim sinirli bir şekilde. Kadınlar aralarında sebzelerin, meyvelerin fiyatlarını konuşuyorlar sanki birbirleriyle yarışırcasına. “Ben daha ucuz aldım.” diye. İnsanların nefesleri birbirinin üstünde tütüyor, kimi camı açıyor, kimi kıllık yaparcasına kapatıyor. Tutunduğum koltukta oturan genç kızın kulaklığından gelen müzik sesi, sanki aracın hoparlöründen geliyordu. Yanımda ayakta dikili olan iki adam yol boyu yüksek sesle konuştular. Aynı mahallede oturuyorlarmış. Mahalle bakkalının kazıkçı olduğunu, Naciye teyzenin bir zamanlar taş gibi kadın olduğunu, mahalle kasabının sattığı etin at eti olabileceğini, Murat’ın kahvede okey oynarken sürekli taş çaldığını, Fatma Hanım’ın kızının düğünündeki çalgıcıların hiç güzel olmadığını, daha neler neler… ’’Bu kadar bilgiyi edinmeme ne gerek vardı’’ diye içimden hayıflanırken duraktan bir yolcu daha bindi. Genç bir kız. Yanıma yaklaşıp elini elime dayayıp koltuğun demirine tutundu. Ağzında sakızı, şapır şapır sesler çıkartarak. Aman Allah’ım! Her şeye razıydım da bu olmasaydı. Çünkü ben tam bir mizofoniyim. Her yerde de bulur böyleleri beni. O sesi duydukça başımın tepesinden alevler çıkıyor gibi hissediyor, sinirlerim oynuyordu. Ters ters bakayım, dedim. Rahatsız olduğumu anlasın, diye. Ama nerde, oralı bile değil. Ama yok, buna tahammül edemezdim, uyardım. “Tamam” dedi, bir süre sakızı ağzında bekletti ama sonra yine şapır şupur çiğnemeye devam etti. İneceğim yere beş altı durak kalmıştı. Kesinlikle dayanamazdım. Daha sert bir dille uyarınca sakızı çıkarttı. Şoför, dolmuşa yolcu almaya devam ediyor, onlarca kişi birbirine çarpıp duruyordu. En arkadan birkaç kişi aynı anda şoföre, “Sıkıştık burada, hâlâ yolcu alıyorsun.” diye kızıyordu haklı olarak. Ya arka tarafımdaki iki adama ne demeli? Hallerinden gayet memnunlarmış gibi koyu bir muhabbete girmişler, hararetle siyaset konuşuyorlardı. Biri pahalılıktan, emekli aylıklarının çok az oluşundan yakınıyor, diğeri de şükretmesini, onu bile bulamayanların olduğunu söylüyordu. Sohbete yanlarındaki adam da katılıyor, bu devirde bu pahalılığın normal olduğunu savunuyor, bu düzene laf söyletmiyordu. O savunan kişinin kesin tuzu kuru tabii. Neyse… Bir ara tartışacak gibi bile oldular ki dolmuş bir anda ani bir fren yaptı. Hepimiz domino taşları gibi birbirimizin üstüne devrildik. Bir araç aniden dolmuşu sollamaya kalkışmış. Şoför, “Hay senin kullanacağın arabaya…”diye öfke saçtı ki o anda benim için mutlu son geldi. İneceğim yere yaklaştım ve düğmeye bastım. Dolmuş durağa yanaşınca neredeyse dolmuşun tamamı inmek için sıraya dizildi. “Ey mübarekler! Bari inerken peşimi bırakın.” diye çığlık atacak gibi oldum. Neyse ki sonunda indim. Arkamdan inen en son kişi, şoförün kapıyı kapaması sonucu dolmuşun kapısına sıkışıyormuş az kalsın. Bir çığlık koptu ki küfürler havada uçuştu. Vallahi arkama bile bakmadan olay yerinden koşar adımlarla uzaklaştım.
Editör Fatma Karataş


