Uzay dolmuşumun arka koltuğunda bir bebek var. Ne var ki benim değil.
Aslında görünüşe bakılırsa benim Elifnaz’a benziyor ama Elifnaz asla ağlamazdı, hele ki Uzay Otoyolu E-99’da süzülürken. Evet evet, bu o değil. Canhıraş bir sesle ağlıyor bu. Kesin Klingonlar değiştirdi yavrumu.
Hiper Uzay turlarımız Elifnaz için en güzel uyku zamanıydı. Pırtlaya pırtlaya öyle güzel uyurdu ki kokudan durulmazdı. Ama bu bebek? Bu bebek bağırıyor. Hem de sahneye çıkmış elektro bağlama sanatçısı gibi.
Eğer hâlâ şüpheniz varsa şunun kokusuna bakın.
Hayır, kokusuzluğuna.
Benim Elifnaz öyle bir gaz salardı ki oksijen filtreleri acil durum alarmı verirdi.
Ben alıştım tabii, altı aydır her gece bu uyku turları bende.
Ama bu bebek?
Plütonya’dan yola çıktığımızdan beri tek pırt bile yok.
Ya genetiği ile oynanmış ya da bizim gezegenden değil. Değiştirmişler evladımı!
Zaten dolmuşun ön konsolu, stres seviyemi ölçüp durduk yere siper manevralarına başladı.
Sanırım Yeliz (yol bilgisayarı), bana “boyutlar arası kaçakçı” gibi davranıyor. “Rota yeniden oluşturuldu. ” deyip duruyor. Az sonra bir kol çıkıp kafama bir şey indirecek diye korkuyorum.
“Tamam tamam! Otomatik pilottan çık!” dedim sonunda.
Anti madde frenine abanıp döndüm.
Tam o sırada, koltukta oturan bebeğe net bir bakış fırlattım.
Çocuk da bana baktı. Ben de ona.
O daha da yüksek perdeden ciyaklamaya başladı.
Evet, galiba o da benim babası olmadığımı fark etti.
Birlikte boşlukta durduk. Bomboş kozmos. Etrafımızda sadece yıldızlar ve parlayan metan blokları.
“Şşş… Canım… Cici kuş… Elifnaz mısın sen?” dedim.
Biraz sakinleşti gibi ama hâlâ benim Elifnaz’ım mı, tam emin değilim.
Bebek, sıfır yerçekimli koltukta bağlı. Bizimkine benziyor ama detaylarda fark var sanki.
Yan etiketinde “Omni-Lüks 360 – Termal destekli” yazıyor.
Benimkinde ne vardı?
Bir şey yazmıyordu sanki. Bahar’ın bir arkadaşı ikinci el vermişti, hiç dikkat etmemişim. İşte yakaladım, kesin değiştirmişler bebeğimi.
Bu uzay dolmuşu da bir garip mi ne…
Koltuk derisi hakiki ceylan derisine benziyor? Popom hiç terlemedi henüz.
Bizimki sentetik, mavi koltukluydu.
Bunu nasıl fark etmem? Kafa mı kaldı bende.
Peki ya, benim Elifnaz nerede?
Korku yavaşça içime yayılıyor. Bahar’a ne diyeceğim ben?
Öncesinde en önemli soruyu soruyorum kendime:
Ben olsam ne yapardım?
Düşünelim…
Yanlış bebeği alıp hayatıma devam edebilir miyim? Sonuçta koltuklar rahatmış, ön panel de son model, vay!
Yok canım, ben öyle biri değilim.
Bir kere, Bahar öğrenirse beni Mars’a almaz bir daha.
Hele o kaynanamla ablası. İnstagram’a adım atamam bir daha. Viral ederler beni.
Ayten anne ne der biliyor musun?
“Kızım, bu çocuk azıcık seninkine benziyor diye hemen sarılırsan yarın uzay maymunu da getirir bu adam.”
Ya Perihan Teyze?
“Ben yıllarca Ziraat Bankası’nda çalıştım, tek bir dosya kaybetmedim. Sen bir çocuğa sahip çıkamadın damat?!” Beni yerden yere vururlar.
Peki nerede hata yaptım acaba?
Nerede? Aha, evet!
Öbür Plütonya’daki Plutak Dönercisi…
Ne yapsaydım yani, bizim sistemdeki Adanalı’ya gitsem, kilo alacağım. Bahar’a söz verdim, kapısından bile geçmeyeceğime dair.
Sonuçta Bahar öğrenirse, tartışma çıkacak ama Öteki Plütonya’daki Plutak Usta’dan bir dürümcük kilo yapmıyorum. Biliyorum, çok denedim. Sanırım oradaki baharatlar kuantum olarak farklı. Dürümleri zırt diye geçiyor içinden insanın. Hem üstelik uzun yolda Elifnaz mis gibi uyuyor.
Ah… Sırf bir dürüm için evren değiştirdim, şimdiyse çocuğumu kaybettim.
Gelgelelim o Plutak Usta’da yemek yerken dolmuşlar birbirine çok benziyordu…
Hepsi aynı model gibiydi…
Ben galiba… Yanlış dolmuşa bindim.
Yanlış bebekle!
Eyvah eyvah! Şimdi kokusuz bu yavruyla yol alıyorum.
Tam o sırada…
“FISSSS…”
Bir koku geliyor evet. Oh mis…
“İşte bu!” diyorum içimden. Yanılmışım. Canım Elifnaz’ın…
Ama hayır olmaz!
Bu bendenmiş.
Herhalde gerginlikten olmuş olmalı. Koku kalkanlarını devreye sokayım bari.
Bebek yeniden ağlamaya başlıyor. Ben yeniden şarkılı mırıldanışlara geçiyorum:
“Mini mini bir Yoda donmuştu…”
Yine işe yaramıyor.
Panik yok. Ne yapacağını bilen biriyim ben.
Yapacağım şey belli: Bebeğimi geri alacağım. İşte bu…
Elifnaz’ı ya da Elifnaz’ımsıyı koltuğuna sıkıca bağlıyorum.
Dolmuşu hiper hız moduna alıyorum.
Sola dön, sağa savrul, hidrojen kütlesi üzerinden atla. Solucan deliğine dal…
Uzay Otobanı’nın sonuna yaklaşıyoruz. Plutak’a az kalmıştı ki başka bir uzay dolmuşu beliriyor karşıdan. Bizimkinin tıpkısı, aynı renk aynı duruş. Karşılıklı yavaşlıyoruz. Yan yana kenetleniyoruz.
Kapılar açılıyor.
Karşımda biri. Benim yaşlarımda. Saçlar biraz seyrelmiş. Göbek hafifçe önde.
Ve… Yüzü aynadan bana bakıyor sanki. Belki de bu benim klonum…
Ama o ben değilim, bundan eminim.
Birden konuşuyor:
“Plutak Usta’dan mı?”
“Evet…” diyorum. Başımı kesin bir şekilde sallayarak.
“Bebek?”
“Seninkisi osurukluydu.”
“Seninki de çığlıklıydı.”
“Tamam…”
“Tamam.”
Kararlı adımlarla araçları değişiyoruz.
Hiç konuşmadan ayrılıyoruz. Işın kılıçlarını ateşlemeden zafer kazanmayı başarmış komutanlar gibi…
Sevgili mavi koltuklu dolmuşuma kavuşuyorum, direksiyonunu sevgiyle okşuyorum.
Ve Elifnaz’ıma dönüp bakıyorum…
Benim mis kokulu yavruma…
Derin uykuda. Oh! Sessizliğin kokusunu içime çekiyorum. Tam o sırada sanki ilahi bir melodi gibi bir ses pırtlıyor ortamda. Babasının kızı işte bu.
O an anlıyorum:
Hangi boyutta olursam olayım,
Kokusu tanıdık olan yer evimdir…