Sıska adam, yetimhane bahçesinin çocukken üzerinde zıpladığı taş döşemelerinin üzerinde ağır ağır yürüdü. Her adımda, çocukluğuyla alakalı bir hatıra canlanıyordu. Yunus balığı heykelinin ağzından akan suyla dolan süs havuzunun yanından geçerken ürperdiğini hissetti. Buraya geldiği ilk yılında ona nisbeten büyük çocukların ensesinden zorla tutup başını bu havuza soktuğu zamanı hatırlayarak üşüdü. Yine de elini buz gibi suya daldırıp suda oluşan dalgaları seyretti. Sonra bir sıra halinde karşılıklı yerleştirilen ahşap bankların arasında yürümeye devam etti. Her baktığı bankta hayalen bir arkadaşını görüp başıyla selamladı. Otuz metre uzunluğundaki ön bahçeyi otuz yıl önceki hatıralarını yeniden yaşayarak yürüdü. Buz gibi soğuk mermer merdivenlere yaklaştığında durdu. Üç katlı ahşap binaya arkasını döndü. Kollarını yanlara doğru açarak gözlerini kapadı ve başını gökyüzüne doğru kaldırdı. İki metre uzunluğundaki moloz taş duvar ve duvarın üzerindeki tel örgüler yüzünden yetimhaneyi hapishaneye benzetiyordu. Derin derin nefes aldı. İçerisinde yaşadığı acımasız dünyaya karşı dirençli olmayı yetimhanede yediği dayaklara borçluydu. Arkasından kendisini takib eden iki korumasına arabada beklemelerini söyledi. Cep telefonunu ve belindeki Magnum marka silahı çıkarıp onlara uzattı. Her ne pahasına olursa olsun kendisini rahatsız etmemelerini emrederek yetimhanenin üzerinde pirinçten yapılmış aslan kafası işlemesi olan koyu renkli demir kapısını aralayıp yavaşça içeriye girdi.
Beş yıldır yetimhanenin tüm ihtiyaçlarını karşılayarak vefa borcunu ödemeye çalışıyordu. Her ayın son cuması buraya ziyarete gelmeyi mutat edinmişti. Yatsı ezanı okunduktan sonra buraya gelir kimseyle pek konuşmaz doğrudan küçüklüğünde ağlayıp içine kapandığı arka bahçedeki kırık bankta yarım saat otururdu. Çocukken hiç hediye almamıştı. Bu yüzden gelirken çocuklara bir hediye almak aklına gelmezdi. Ona göre faturaları ödemek en büyük hediyeydi.
Sık çam ağaçlarıyla dolu olan arka bahçede, bahçenin binaya en uzak köşesinde bulunan, eskiden kalma kırık, ahşap bir banktan başka oturma yeri yoktu. Sıska adam yaptığı yardımlar karşılığında bunu müdürden özellikle istemişti.
Her zamanki gibi sessiz ve karanlık bahçeye çıkıp banka oturarak gözlerini kapattı. Yetimhanenin arka bahçeye açılan kapı sesini ve soğuk merdivenleri bile donduracak soğuklukta olan uzun paltolu adamın ayak seslerini duymadı. Uzun paltolu adamın gizlenmek gibi bir niyeti olmadığı için kendinden emin adımlarla kırık banka doğru yürüdü. Sıska adam kendisine yaklaşan birini fark edince gözlerini açmadan “eninde sonunda bunun olacağını biliyordum fakat itiraf etmeliyim ki bu kadar erken olacağını beklemiyordum” dedi.
Uzun paltolu adam önce etrafını süzüp kimsenin olmadığından emin oldu ve daha sonra ağır adımlarla sıska adamın karşısına geçip beklemeye başladı. Uzun bir müddet anlamını yitirmiş gözlerle sıska adama baktı.
Sıska adam gözlerini açmadan “silahlı mısın?” diye sordu.
Uzun paltolu adam tek kelime ile cevapladı, “hayır.”
Sıska adam bu kez “peki, bunu nasıl yapmayı düşünüyorsun?” dedi.
Adam, kendinden emin bir şekilde “Eski usulle” dedi.
Sıska adam gözlerini açtı. Gökyüzündeki yıldızları seyretti. Silahını korumasına uzatırken her ne pahasına olursa olsun kendisini rahatsız etmemelerini emrettiğini hatırladı. Yeleğinin cebinden köstekli saatini çıkarıp baktı. Korumalarının bir şeylerin ters gittiğini anlayıp ona bakmak için gelmelerine daha on yedi dakika vardı. Yani hayatta kalmak için uzun paltolu adamla on yedi dakika boyunca mücadele etmesi gerekiyordu.
Sıska adam sırtındaki pardösüyü çıkarıp bankın üzerine bıraktı.
“Hadi başlayalım.”
Uzun paltolu adam kabzasını kavradığı av bıçağını cebinden çıkarıp sıska adamın üzerine atıldı. Sıska adam kendinden beklenmedik bir çeviklikle hareket etse de yakın dövüş uzmanı ve ateşsiz silahlarda ustalaşmış uzun paltolu adamın hamlelerine karşı bir dakikadan daha fazla dayanamadı. Kalbine ve boğazına art arda aldığı darbelerden sonra kanlar içerinde önce dizlerinin üzerine sonra da yüzükoyun yere düştü.
Uzun paltolu adam donuk bakışlarla sıska adama baktı. Bıçağının üzerindeki kanı yerde yatan adamın pantolonuna sürerek temizledi. Sonra da iç cebinden sigara tabakasını çıkarıp bir sigara koydu ağzına. Yavaş adımlarla banka doğru yürüyüp tekrar etrafı süzdü ve kimsenin olmadığından emin olunca oturdu. Cebinden çıkardığı zippo çakmakla sigarasını yaktı. Art arda birkaç yudum aldıktan sonra arkasına yaslandı.
Sigarasından tam derin bir nefes almıştı ki bankta kendisine dönük bir şekilde oturan sıska adamı fark etti. Aldığı dumanı ince dudaklarının arasından yavaşça havaya bıraktı. Sigarasından tekrar bir nefes alıp dumanını sanki yıldızlara yetiştirmek istercesine güçlü üfledi.
Sıska adam, uzun paltolu adama “bunu neden yaptın?” diye sordu. Uzun paltolu adam pervasızca “Bu benim işim” diye karşılık verdi.
“Ben de tam şu anda sırtımı banka yaslayıp sigara içmeyi ne kadar isterdim. Sayısını hatırlıyor musun? Hayır, hayır eminim ki hatırlamıyorsundur.”
Uzun paltolu adam kısık bir sesle “On dört” dedi.
“Onları da görüyor musun?”
Uzun paltolu adam sigarasından bir yudum daha aldı.
“Çoğu zaman sonuncusu gelir.” Sigarasını iki parmağı arasında tuttuğu elini sıska adama doğru sallayarak ekledi, “tıpkı senin gibi.” Tekrar sigarasından bir yudum aldı. “Bazı geceler ise hepsi beraber gelir.”
“Gözlerinin altı morarmış. Kâbus görmeden uyuyamıyor musun değil mi?”

Uzun paltolu adam sigarasını yudumlamaya devam etti. Ardı arkası kesilmeyen sorulardan bıkmış bir halde sigarasından son bir nefes daha alıp izmariti bankın kenarında söndürdü ve cebine koydu. Biraz önce avının üzerine aslan gibi atlayan adam gitmiş de yerine sırtında dünya dolusu yük taşıyan bir ihtiyar gelmişçesine banktan omuzları çökmüş ve yorgun bir şekilde kalktı. Önce yerde yüzükoyun yatan cesede baktı sonra da kendisini soru yağmuruna tutan yanılsamaya. Bakışları tam da ıslak ve anlamlı olmaya başlıyordu ki kendini toparlayıp bakışlarının tekrar donuklaşmasını sağlaması fazla uzun sürmedi.
Uzun paltolu adam sıska adama, “nasıl olsa tekrar görüşeceğiz“ dedi ve yerde yatan cesedin tüm ağırlığını omuzlarında hissedercesine ağır adımlarla yürüyüp gecenin karanlığında gözden kayboldu.


