Rutinim haline gelen terapi merkezine giderken dağarcığıma yeni bir kavram daha ekledim. Sayfamda ağırladığım yeni konuklarım için dipnot düşeyim; mecazi olarak kullandığım “terapi merkezi” aslında resim atölyesi. Gelelim sözünü ettiğim kavrama: Zevkli hüzün. Yine otobüsteydim iki gün önce. Bir süreliğine ara vermek istedim çevremde olan bitenlere dikkat kesilmeye. Taktım kulaklığımı, seçtim bir hikâye. Sonra vazgeçtim. Roman olsun dedim bu defa. Severim insana dair her şeyi. Gülseren Budayıcıoğlu isimler arasından dost gibi gülümseyiverince, İşte bu, deyip tıklayıverdim Kırmızı Pelerin’e. Giriş bölümünü dinliyordum. Roman kadar lezzetliydi. İşte ilk kez orada duydum o iki kelimeyi.
Aklım gençlik yıllarımdaki Metin Akpınar‘a gitti. Ne diyordu bir repliğinde iş yapan filmler ve tiyatro eserleri için? “Bu milleti ağlatacaksın.” Bu usta oyuncu ve tiyatrocu psikoloji bilimi adına yıllar önce çok doğru bir tespitte bulunmamış mı?
Budayıcıoğlu bir röportajında, “Bizim toplumumuz hüznün etrafında dolanıyor, Amerikan toplumunda ise durum tam tersi, onlar haz topluluğudur, bir yakınları ölse bile defnettiklerinin ertesi günü normal hayatlarına dönerler, filmlerin bile en korkuncunu izlemek istemeleri sırf etkilenmek adınadır,” diyor ve “haz bir anlık bir duygudur, oysa hüznün iyileştirici etkisi vardır ve Amerikan toplumu bunu gördüğü için ‘zevkli hüzün’ kavramını bulmuştur,” diye devam ediyordu.
Arabesklerde teselli bulmak belki de bu yüzdendir. Aynı acıları yaşayanlar sosyal medyada bile ayrı gruplar halinde farkında olmadan terapi olmuyorlar mı? Herkesin kendisi gibi olanı benimsemesi bile zevkli hüzün kavramının içerisinde. Ben mi? Kim bilir, belki de insan hikâyelerini sevmem hep bundandır. İnsan, kendi yarasını başkasının hikâyesinde hafifletiyor belki de. “Ne yaran var kim bilir,” dediğinizi de duyar gibiyim. İşte ben dertleri hep bu hikâyelere gömer, yola dimdik devam ederim.
Yolda böyle giderken, yanımdaki genç kız birden hareketlendi. Bastonuna yaslanan kadınla yer değiştirdi. Artık kız ayakta, kadın da yanımdaydı. Konuşmalarını da duyuyordum. Kadın yerini aldığı genç kızla sohbete girmek için ataklar yapıyordu. “Nerde oturuyorsun”dan “Öğretmen misin”e kadar… Kız ayakta olmanın avantajını kullanarak birkaç koltuk ileriye gidiyordu, kadının canı sıkılıyordu, farkındaydım.
Eğilip benim suratıma bakıyordu, hiç konuşacak havada değildim ama gülmemek için de kendimi zor tutuyordum. Kızmıyordum, ama bir zamanlar başkasının gazetesini okumak için çabalayan yolcuyla arasında pek bir fark da göremiyordum. Alana müdahale. Kadın benden ümidi keserken kasisten hız kesmeden atlayan şoför sayesinde içimden, Artık buraya kadar, deyip romanımı sessizce kapattım. “Mış” gibi yapıyordum. Öğrendiğim iki kelimenin tadını çıkartıyordum.