Yazar Hüseyin Bay
Sevgili Mustafa Abim,
Uzun zaman oldu görüşmeyeli. Görüşmeyeli dediysem yüz yüze görüşmeyi kastettim. Telefonla zaman zaman görüşüyor hatta görüntülü bile konuşabiliyorduk. Bu konuşmalarımızı sık sık yineliyorduk. Karşılıklı, aynı zamanda ve aynı mekanda bir arada olmayalı, sanırım 9-10 yıl oldu. İmkanımız olsa da görüşebilseydik, olmadı. Biliyorum, belki de hiç olmayacak…
Telefonda en son, iki ay kadar önce kalp ameliyatına gireceğin günün akşamı görüştük. Açık kalp ameliyatına girecektin, endişelerin vardı, doktorlar ameliyat olmaman daha riskli demişlerdi. Ameliyat sonunda sağlığına kavuşabilmen olasılık olarak daha yüksekti. Şekerinin yanında ameliyat için risk teşkil eden başka rahatsızlıkların da vardı. Sen, istemeyerek de olsa girmeye karar vermiştin. Ameliyata yukarıda bahsettiğim şartlarda ve bu şartların oluşturduğu endişelerle hazırlandın. En son görüşmemiz tam da böyle sıkıntılı sürecin son akşamıydı.
Telefonda, ‘’Ameliyat bu; her şey olabilir.’’ ve devamında ‘’Her şeyin hayırlısı be oğlum, kaderde ne varsa o olur.’’ diyordun. Hayırlısı olsun demiştin ama endişeni de gizleyememiştin. Bütün bunlara rağmen iyileşme ümidin daha baskındı. Ben de ‘’ Abi, sen bu badireyi de atlatır ve sağ salim Türkiye’ye gelirsin.’’ demiştim. Hatta, “Buraya geleceksin; beraber gezip göreceğimiz çok yer, birbirimize anlatacağımız da çok şey var” diye de eklemiştim. Sen ise kısaca ‘’ Bilmem. İnşallah.’’ diyebilmiştin. İkimizin de gözleri dolmuştu ve birbirimizi ağlatmamak için konuşmayı kısa kesmiştik. Daha fazla dayanamamış ve ‘’ Hadi oğlum, görüşürüz.’’ diyerek sırtını dönmüş elini kaldırarak elveda edercesine hastane koridorundan odana doğru yürümüştün. Bense elimde telefon, kalakalmıştım. Son konuşmamız ve de son görüşmemiz böylece bitivermişti.
Ertesi gün, uzun süren ameliyatın ardından yoğun bakım ünitesine alınınca beni Ramazan aradı. Ameliyatın zor geçtiğini, masada iken bir kalp krizi geçirdiğini ve kritik bir sürece girdiğini haber verdi. Ne yalan söyleyeyim içim cızz etti. Ben de endişeliydim ama bu haberi aldıktan sonra korkmaya başladım. Bizim için, bir günü bir yıl gibi gelen uzun bir bekleyiş başladı. Bir iki gün sonra uyandırılmıştın. Doktorlar ameliyat esnasında felç geçirdiğini, uzun sürecek fizik tedavi sonunda yürüyebilme imkanının olabileceğini söylediler. Halihazırda beslenme ve konuşma konusunda sıkıntılarının olduğunu da belirttiler, umudumuzu canlı tutuyorduk tutmasına da eski sağlıklı günlerine dönemeyeceğin kaygısına da kapılmıştık. Bir hafta kadar uyutulduktan sonra tekrar uyandırıldığında nefes almakta da zorluklar yaşamaya başlamıştın. Daha rahat nefes alabilmen için trakeostami ( soluk borusu üzerine cerrahi bir delik) uygulaması yapmak zorunda kaldılar. Ayrıca beslenmeni parenteral beslenme ( damardan beslenme) şeklinde gerçekleştirmeye başladılar. Kardeşin Ramazan’la bir konuşma esnasında, ‘’ Hüseyin bir daha eski haline dönmesi çok zor.’’ dedi ve ekledi . ‘’Yaşayacak ama yarı felçli olarak yaşayacak.’’
Birkaç gün sonra Ramazan, daha iyi bakım yapılabilmesi için başka bir hastaneye nakledildiğin haberini verdi. Bununla yetinmeyip bir de bana hastanede çekilmiş bir fotoğrafını gönderdi. Keşke hiç görmeseydim. Zihnime mıh gibi saplandı hiç ama hiç çıkmıyor. Seni her hatırlayışımda ve seninle ilgili her konuşmada, hep o görüntün geliyor aklıma.
Sanırım on beş gün sonra senden yeni ve güzel haberler alabilmek için biricik kızın Esma ile görüştüm. ‘’ Abim, babamın durumu daha da kötüye gidiyor. Sıvı da olsa herhangi bir besin kabul etmemeye başladı.’’ dedi. Akabinde doktorların on ya da on beş gün sonra babanızı Almanya’dan ülkenize götürmeyi düşünmelisiniz dediklerini aktardı. Beynimden vurulmuşa döndüm. Ne herhangi bir şey söyleyebiliyor ne de telefonu kapatabiliyordum. Gözlerim doldu, ellerimle beraber sesim de titremeye başladı. Birkaç saniye sonra ‘’Esma’’ dedim. ‘’Allah’tan ümit kesilmez. Dua edelim. Sana ve oradakilere sabır diliyorum.’’ diyebildim. ‘’Yapabileceğim bir şey olursa ara.’’ dedim, telefonu kapattım. Artık ben, eski ben değildim. Moralim çökmüş, modum düşmüş, neşem kaçmış, yapacağım ve yapmayı planladığım her şeye yabancılaşıvermiştim. Böyle zamanlarda insan en çok sevdiğinin yanına gidermiş. Afyon merkezde dükkanı bulunan kızımın yanına gittim hemen. Derdimi ona anlattım. Anlatmak, hafifletti mi acımı? Sanmam. Paylaşmak beni biraz rahatlattı diyebilirim. Ya da içimdeki tarifsiz acıyı öteledi.
Akşam oldu eve döndüm. Kızım, oğlum ve damadım geldiler. Çay demlediler içtik. Ne onlarla oturabiliyor, ne onları terk edip odama geçebiliyordum. Kah balkona çıkıyor kah yanlarına geliyor kah mutfağa geçiyordum. İçimdeki sıkıntı beni rahat bırakmıyor, bırakacağa da benzemiyordu. Odama geçtim, abuk subuk bir aile komedisi film bulup seyretmeye başladım. İçimdeki boşluğu unutmayı ve seni kaybetme korkusunu bastırabilmeyi denedim. Sersem sersem sağa sola takılmayı bırakıp uyumaya çalışarak unutmak istedim. Uyudum, uyandım, yeniden uyudum. Kabuslar gördüm korku içinde sıçramalarla tekrar tekrar uyandım. Telefonumda roman bile okumayı denedim ama nafile. Yataktan kalktım masaya oturdum. Şimdi de sana, bu mektubu yazıyorum. Biliyorum okuma imkanın olmayacak ama ben yine de yazıyorum. Okuyamayacak olsan da inanıyorum ki şimdi, şu anda hissediyorsundur. Kimbilir?? Belki de umudu yarınlara taşımak için yazıyorum. Sen ki çocukluğumun hamisi, gençliğimin abisi ve olgunluğa eriştiğim bu günlerimin darb-ı meselisin. Bir daha hiç göremeyecekte olsam benimle sonsuza dek yaşayacaksın.
Dayının oğlu, küçük kardeşin Hüseyin.
Ertesi gün vefatı haberini aldım. Birkaç gün sonra da defnettik. Bu mektubu; benim gibi, sevdikleriyle bir daha hiç görüşemeyecek herkesle paylaşmak istedim.



