Ertan Armağan
Son zamanlarda Ege’nin çeşitli yerlerine geziler yaptım. Tarihe ilgili olduğum için çeşitli antik kentleri gezdim. Özellikle eski Yunan Medeniyetinin yaşadığı Afrodisias, Milet, Efes gibi büyük ören yerleri; Likya Birliği ve Lidyalıların yaşadığı Sardes, Patara, Teos gibi nispeten daha küçük ören yerlerini de ziyaret ettim. Elbette çok şey öğrendim. Tarihi dokuları, benzersiz yapıları ve insanlık medeniyetine katkıları bakımından bu antik kentler çok önemlidir. Bin yıldan uzun süredir bizim hüküm sürdüğümüz bu topraklar, benim ziyaret ettiğim yerler dışında da birçok kadim uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. Hititler, Frigler, Urartular ve niceleri…
Balıkesir’den, Antalya’ya kadar gördüğüm çoğu il ve ilçemizde Kuva-yi Milliye müzelerini de gezdim. Kara Fatma, Demirci Mehmet Efe, Yörük Ali Efe ve nice isimsiz kahramanı daha iyi tanıdım ve anladım. Biz Kurtuluş Savaşı’nı sadece Yunan’a karşı değil, onun temsil ettiği zihniyete karşı da vermişiz. Kendi köklerinin bulunduğu bu toprakları almak için en zayıf anımızda, karşımıza tüm güçlerle birlikte gelmelerinin sebebi de buymuş. Dünyanın en güzel coğrafyalarından birinden çıkarmak istemişler bizi. Kendi atalarının sahip oldukları nimetleri yeniden elde etmek istemişler.
Kan kırmızı bir bayrak, engel oldu bütün saldırılara. Bizim atalarımızın ataları kanlarını döktüler ve bu dünyanın en güzel yurdunu bize bıraktılar. Bizim atalarımızsa o kırmızı bayrağımızı yere düşürmeden savundular bu toprakları. Ben ne zaman görsem o güzel kırmızıyı, şükran duyarım o şanlı kahramanlara. Ne zaman görsem o şanlı kırmızı bayrağımızı, umutlarım hep tazelenir. O kırmızı ki şehitlerimizin kanıdır. O, beyaz hilal ve yıldızı sarmalayan ve tüm dünyaya adeta: “Bu yurt bizim!” diye seslenen kırmızı sıradan bir renk değildir. Bütün ülkemizin, çocuklarımızın ve yarınlarımızın rengidir.


