Yazar Süheyla Bağca Polat
Ey benim, ayrılığın açtığı onulmaz yârem, vuslatı olmayan aşkım, lamekân hicranım!
İlk ayrılığım annemin yedi kat örtünün altında sakladığı, vuslatın en nadide hallerini yaşadığım o, karanlık mekândan dârül- fenaya yolculuğumla başladı. Bu ayrılık, ikimiz için de kolay olmadı. İlk defa feryat ederek ağlayışım ondandır. Bu serencamın izleri, hikâyeleri hafızamda saklıydı.
Ayrılığın en saf halini, “Kalbin kadar temiz bu sahifeyi bana ayırdığın için çok teşekkür ederim.” diye başlayan hatıra defterlerinde bıraktık. Yıllar sonra okurken yüzümüzde gülücükler açtıran namelerdi, onlar. Sonra bir kara tren vardı; acımasız, ayrılık kokan, ruhu da kampanasından çıkan duman zifti.
Özhan Eren:
“Kara tren gecikir belki de hiç gelmez
. Dağlarda salınır da derdimi bilmez
Dumanın savurur halimi görmez
Gam dolar yüreğim gözyaşım dinmez”
Diyerek, hüzün yüklü, göç katarı gibi arkasına bakmadan giden tren vagonlarının arkasından duygularını dile getirmişti.
Şanlı bir tarihi olan, asil bir milletin evlatlarının, dün fethettiği Avrupa’da bugün işçi olarak yaftalanması; gariplerin dinini, dilini bilmediği başka bir âleme, maişet yolculuğuna çıkması, “Göç” ün şairi Ali Akbaş’ın yüreğini yakıp yandırdı.
Kaleminden mısralara;
“Sirkeci’den tren gider, ona binen verem gider, evim barkım viran gider, Sirkeci’den tren gider.” nameleri döküldü. Yol, gurbete düşünce gönül yangını namelere dökülür, mektup olurdu. Fısıldardı, gurbetzedeye ayrılığın hüznünü. Anadolu insanı da sızlayan yüreğini gurbet türküleriyle dile getirir, ayrılığı ölümden beter sayardı. Karşılıklı atışıp dururlardı.
Süfliler, yüreklerinde hicranı başka türlü yaşarlardı. Sevgiler sevgilisinin yüreklerinden uzaklaştığını düşündükleri anda vecde kapılırlardı.
Ey Saadet- i Seniyyem!
Senin olduğun yerde ayrılık vardı. Ayrılığın name oluyor şiirler, destanlar yazdırıyordu. Ömrünün ahir zamanında, Kudüs fethedilmeden kırk yıl önce Mescid- i Aksa’ya olan aşkını; ceviz ağacına, sedef kakmalarla, görenleri büyüleyen güzellikteki minberi yaptıran da sendin Ey Aşk! Ne var ki Hıristiyan Dennis Michael Rohan aşkını kıskandı, minberini alevlere teslim etti.
Meftun Koca Sinan’a aşkını ebedîleştirip Mah ile Şemsi bir karede buluşturan mabetler yaptıran da sendin Ey Aşk! Mihrimah Sultan’ın adını birleşmesi imkânsız iki yakaya koyarak, bu dünyadaki kavuşmanın imkânsızlığını söylerken, Edirne Kapı’dan batan güneşi Sinan, Üsküdar da minareler arasından doğan ayı da Mihrimah’a izafe ettiren de sendin
Bad-ı Saba ılgıt ılgıt eserken açılmayan kapılardan içeri sızıp sevgiliden haber getiriyordu, hicran ateşiyle yanan gönüllere.
Hicran günü, birbirini arayan ruhları şeb-i aruz da birleşirken bazılarına vehimlerinde gölgelerini bulduruyor, gelmeleri anlamlaştırıyordu. Vaktin oğlu olmayı öğretiyordu, bizlere.
Yahya Kemal Beyatlı:
“Gurbet nedir? Bilir mi o menfâya gitmeyen,” diye sorunca;
Abdürrahim Karakoç: “Gurbet sancıdır, ayrılık hançer.” diye cevapla


