Cuma, Eki 31, 2025
Okuryazarkitaplar
Image default
EdebiyatManşetÖykü / Roman

Halil’in Nafakası

Selim Öztürk


Kararan havayla çekirge senfonisi başlamış, torunlar evin bahçesindeki sundurmaya çıkmışlardı. Yaşanan matemin havasıyla, dedeleri ile geçirdikleri güzel anılarından bahsediyorlardı. Sohbet iyice koyulaşmış, evde bulunan herkes yavaş yavaş sundurmaya gelmeye başlamıştı. Savaş söze girdi. “Evvelsi gün Nazmi amcamlardayken, dedemin odasına girdim. Koca Çınar beni görünce gözleri iyice büyümüştü. Odada halam da vardı. Dedem bir şey söylemek ister gibiydi ama sanki kızından çekiniyordu. Durumu anlayınca halama dışarı çıkması için işaret ettim. Kadın kapıyı ardından kapatınca, rahmetli derin bir nefes aldı. Sonra elleriyle ellerimi tuttu.” Aynur şaşkın gözlerle “Yoksa konuştu mu ?” diye sordu. “Evet, yaklaşık bir yıldır konuşmayan dedemiz konuştu.” dedi Savaş. Ferhat sessizliğini bozarak “Ne dedi amcaoğlu?” diye sordu. “Çok kısık bir sesle, ‘Halil’imin nafakasını Hamal Hamdi’ye verin’ dedi.” diyen Savaş’ın gözyaşları yanaklarından süzülmeye başladı. Nazmi “Halil, dedemizin adı ama babamın ne anlatmak istediğini anlamadım.” dedi. Kimse Hamal Hamdi’yi ne biliyor ne de tanıyordu. Bilal Çavuş’un tüm çocukları da bu isimden bihaberdi.


Bir hafta sonra aileden memlekette kimse kalmamış; herkes evine, İstanbul’a dönmüştü. Halil ve Hamal Hamdi meselesi de unutulmuştu. Sadece bu konu Nazmi’nin oğlu Ferhat’ın içine dert olmuştu. Belki dedesi bir pişmanlığını dile getirmişti ve ölmeden bunu Savaş’a anlatmak istemişti. Kim bilir? Bilal Çavuş bu dünyadan kimseye borçlu gitmek istemiyordu. Ferhat konuyu babasına tekrar açtı. Nazmi, sülalenin en yaşlısı olan Muammer amcayı ona adres gösterdi. Belki yaşlı adam bir şeyler bilebilirdi. Vefalı torun, yanına kuzeni Savaş’ı da alarak Muammer amcayı ziyarete gitti. Bilal Çavuş ile amcaoğlu olan Muammer amca yatalaktı ve son günlerini yaşıyordu ancak bilinci açıktı. Onlara dedelerinin ellili yıllarda İstanbul Unkapanı’nda bir süre hamallık yaptığından bahsetti ama Hamal Hamdi diye birisini tanımadığını, hatırlamadığını söyledi.


Ferhat ve Savaş bu işin peşini bırakmak istemediler ve soluğu Unkapanı’nda aldılar. Şimdilerin İMÇ ( İstanbul Manifaturacılar, Kumaşçılar Çarşısı) olan mekânda, Hamal Hamdi’nin ve Halil’in izini sürmeye başladılar. Çarşıda bir süre gezinip birkaç esnafla muhabbet ettikten sonra, herhangi bir ipucu bulamadılar. Gölgelik bir yerde çay ocağının kenarında taburelere oturdular. Savaş hafif gülümseyerek, “Kuzen, samanlıkta iğne arıyoruz. Aradan yetmiş sene geçmiş. Kim tanır Hamal Hamdi’yi? Vallahi bu işi unutalım artık!” dedi. Ferhat “Bu sırrı çözmeliyiz be kuzenim. O konuşamayan dedemizin vasiyeti bu, hemen pes etmeyelim.” dedi. “Hamallık mesleği bile kalmadı, son sorduğumuz esnaf nasıl dalga geçti bizimle görmedin mi?” diye sorduğu anda, yan taburede oturan orta yaşlı bir adam söze girdi. “Yanlış anlamayın ama kulak misafiri oldum. Belki bir yardımım dokunur size.” Ferhat adama doğru dönerek, “Buyurun beyefendi, söyleyin aklınızdakini.” dedi. “Esnaf odasına bir gidin derim. Orada tüm mesleklerin kayıtları tutulur. Hatta Cumhuriyet öncesine ait bilgilerin bile olduğunu biliyorum. Bir dönem orada hademelik yapmıştım.” dedi. “Elimizde sadece Hamal Hamdi ve Halil ismi var, ulaşabilir miyiz sizce?” diye sordu Savaş. Adam, “Halil’i bilmem ama Unkapanı çarşısında ellili yıllarda kaç tane Hamal Hamdi olabilir ki? Bence şansınızı deneyin.” dedi. Adama teşekkür eden kuzenler, soluğu çarşının bağlı olduğu esnaf odasında aldı. Konuyu yetkiliye anlatınca kayda ulaştılar. Bulunan vesika, Hamal Hamdi’nin ellili yıllarda Hamdi Manaslı olarak hamallık mesleğine kayıtlı olduğuna, hatta Halil adında bir evladı bulunduğuna dair bilgileri içeriyordu. Ancak detay bulunmuyordu. Kuzenler esnaf odasından ayrılır ayrılmaz, Halil Manaslı ismini internetten araştırmaya başladılar. Birkaç aramada ve ziyarette başarısız olduktan sonra, Mahmutpaşa’da Manaslı Çorap isminde bir dükkâna geldiler. Çorapçı tarihi bir hanın girişindeydi. İçeriye girdiklerinde tezgâhtara Halil Manaslı’yı sordular. Adam, “Böyle birisi yok burada” dedi. “Peki, Hamdi Manaslı’yı tanıyor musunuz? Yaklaşık doksan beş yaşlarında.” diye sordu Ferhat. Tezgâhtar onu da tanımadığını söyleyince, Ferhat Savaş’ın koluna girerek adama teşekkür etti. Kuzenler çıkmak için kapıya yönelir yönelmez, orta yaşlarda bir adam dükkândan içeri girdi ve tezgâhtarla konuşmaya başladı. İçeri giren adam “Bekleyin bir dakika!” diye kuzenlere seslendi. Adam tekrar içeriye yönelen Savaş’a ve Ferhat’a “Buyurun, ben Ekrem Manaslı, babamı ve dedemi sormuşsunuz hayırdır?” dedi. Kuzenler durumu bir bir Ekrem’e anlattılar. Halil’in oğlu “Evet, rahmetli dedemin adı Hamdi doğrudur, hatta bir dönem Unkapanı’nda hamallık yapmış. Dedelerimiz arkadaşmış yani” dedi. Ferhat düşünceli bir halde “Peki dedem rahmetli olmadan önce ‘Halil’imin nafakasını verin.’ demişti. Bunun anlamı ne olabilir?” diye Ekrem’e sordu.” Hiçbir fikrim yok, bu işlerde tahminde yürütemezsin, fakat sizler esaslı adamlarmışsınız. Onca zahmet edip bu konuyu araştırmışsınız. Sizin gibi vefalı insan kaldı mı bu dünyada?” diyerek gülümsedi Ekrem. Savaş gözlerini açarak “Peki Halil amca bu konuda bir şeyler söyleyebilir mi bize?” diye sordu. Ekrem başını önüne eğdi. “Maalesef söyleyemez, babam, annem bana hamileyken Kıbrıs Barış Harekâtında şehit olmuş.” dedi. Ferhat sıkılarak “Allah rahmet eylesin.” dedi. Halil’in oğlu sözüne devam etti. “Bakın, aklıma ne geldi! Dedemin bazı emanetlerini, hatta resimlerini saklıyoruz. Onları yarın getireyim hep beraber bakarız. Hem şu nafaka meselesi de belki ortaya çıkar. Ha ne dersiniz?” Savaş gülümseyerek atıldı. “İyi olur, hem onları da anarız, ruhlarına gider. Yıllar sonra dostların torunları buluşmuşuz zaten.” Dükkândan vedalaşarak ayrılan kuzenlerin içine tatlı bir hüzün doldu.


Ertesi gün bazı resimlerde dedelerini tanıyan Ferhat ve Savaş, Ekrem’e teşekkür edip dükkândan ayrıldılar. Samimiyetlerini iyice ilerlemiş ve sıcak bir ilişki kurmuşlardı. Dönüşte vapurda iki kuzen sohbet etmeye başladı. Savaş ‘’Hamal Hamdi’nin resimlerinde dedem ne kadar gençmiş değil mi?” dedi. “Sorma, çok da yakışıklıymış. Dalyan gibi adammış.” diyerek iç geçirdi Ferhat. “Var mısın memlekete dedemin kabrini ziyarete gidelim? Cenazede pek yaşayamadık köyü. Hem evi biraz onarırız, çok bakımsızdı. Ne dersin?’’ diye sordu Savaş.” Olur, şirkette işler iyice oturdu. Son inşaatı da tamamladık. İşleri ayarlayalım, hatta diğer akrabalara da söyleyelim, belki gelmek isteyen olur.” dedi Ferhat. “Yıllardır inşaat sektöründeyiz, ne işler bitirdik. Köydeki eve el atmak bugünlere nasipmiş.” dedi Savaş.


Birkaç gün sonra aileden birkaç kişiyle beraber memlekete giden kuzenler, dedelerinin kabrini ziyaret ettiler ve evi onarmaya başladılar. Bir iki gün sonra Ferhat, bodrumda çalışırken bir kirişe sıkıştırılmış eski bir kitap buldu. Tahtakuruları tarafından tahrip edilmiş, sayfaları kahverengiye bürünmüş kitabı incelemeye başladı. Sayfalar Osmanlı Türkçesi ile yazılmış kelimelerle doluydu. Biraz eski Türkçe bilen Ferhat, bunun tarihi bir roman olduğunu anladı. Kitabın arasından bir mektup çıktı. Zarfın açılıp sonradan sıkıca kapatıldığı belli oluyordu. Üzerinde “Bilal Yanık’a” yazıyordu. Gönderen, Hamdi Manaslı ve tarih 01 Ağustos 1974 olarak not edilmişti. Ferhat, mektubu incitmeden itinayla zarfı açtı ve okumaya başladı.


“Kardeşim Bilal, öncelikle selam eder, gözlerinden öperim. Bunca yıl sonra bu mektup da nerden çıktı diyeceksin ama anlatacağım. İnşallah iyisindir. Beni soracak olursan, bildiğin gibiyim işte. Hamallığı bıraktım, Mahmutpaşa’da bir dükkân kiraladım. Çorap, çamaşır satıp geçinip gidiyorum işte. Kardeşim, İstanbul’dan ayrılmakla çok iyi ettin. Burada çoluğun çocuğun hasreti seni yiyip bitiriyordu. Şu an mutlu olduğunu sanıyorum. Bilal, mevzu çok derin. Sana söylesem mi söylemesem mi diye çok düşündüm ve yıllarca buna cesaret edemedim. Hayatını karıştırmak, seni ve aileni üzmek istemedim. Aradan tam on yedi sene geçti biliyorum ama söyleyeceklerimden haberin olmazsa, bu sır beni yiyip bitirecek. Hani bir Rum kızı vardı hatırladın mı? Despina, birbirinize sevdalıydınız. O kız, yıllar önce ailesiyle Yunanistan’a gitti. Hani duymuşsundur, o senelerde İstanbul’da Rumlara rahat vermediler. Evlerini, dükkânlarını talan ettiler. Despina’nın babasının iş yerini de yağmaladılar. Gitmeden evvel çarşıya geldi kız, seni sordu. ‘Memleketine, Sivas’a gitti.’ dedim. Çok üzüldü. Sizinki de ne sevdaydı be! Fakat yazık oldu kıza. Senin evli ve çocuklu olduğunu öğrenince, sevdasını yüreğine gömerek hayatından çıkmıştı. Neyse esas mesele şu kardeşim: Despina bana üç yaşında bir erkek çocuğu getirdi. Adını Aris koymuş. Çocuk sendenmiş be Bilal! Sabiyi ailesinden, senden, herkesten gizlemiş. Yaşlı bir madama para vermiş, o büyütmüş çocuğu. Ama onu Yunanistan’a götüremezmiş. O yüzden sana getirmiş yavrucağı. Rum kızı çok zor durumdaydı be kardeşim. Çaresizdi, dayanamadım. Oğlanı bana ver, ona babalık yaparım dedim.’ Kabul etmedi. ‘Bir tek babasına emanet ederim dedi.’ ‘Tamam’ dedim, ona söz verdim. Çocuğu sana getirecek, teslim edecektim. Gerçekten niyetim onu sana getirmekti ama günler geçtikçe alıştım yavrucağa, bırakamadım. Biliyorsun, benim çocuğum olmuyordu. Senin de haberinin olmayacağını biliyordum. Sonra ona kendi soyadımı vererek nüfusuma aldım. Adını da senin babanın adını koydum. Yıllarca baktım Halil’e, büyüttüm onu. Şimdi kocaman adam oldu. Yirmi yaşına geldi. Aynı senin gibi yiğit, yakışıklı ve pehlivan aslanım. Bunca yıl senden sakladım, elimden alırsın diye çok korktum. Hem aileni de üzersin dedim. Senden de bir şey istemedim. Emanetin bende kardeşim. Amma şimdi haber veriyorum. Ölüm var be kardeşim! Halil, Kıbrıs’a çıkartmaya giden Mehmetçikler arasında. Düşünsene hiç tanımadığı, bilmediği anasının devletiyle savaşmaya gidiyor. Ama merak etme ona hiçbir şey olmayacak. Ha! Despina’dan bir daha hiç haber almadım. Belki gelip aradı ama bulamadı, bilmiyorum. Bir de Halil’i evlendirdim. Gelin hamile kaldı ama bundan Halil’in şimdilik haberi yok. Bilal kardeşim, ne olur affet beni!
Allah’a emanet ol. Hamdi.’’

Selim Öztürk Ekim 2025 Ağva
Editör: Çağlar Didman

İlgili Haberler

Ben Masumum Hâkim Bey

okuryazarkitaplar

Şiirce @okuryazarkitaplar

okuryazarkitaplar

Okuryazarkitaplar Tahlil Atölyesi

BEYZA GÜL AYTEKİN

Yorum Yap

Kitap, Sinema, Tiyatro, Edebiyat, Tarih, Mitoloji, Müzik, Resim, Gez Gör, Doğa Sporları, Aktüel Bilim, Anadolu, Dünya Mirası, Festival, Fuar, Sergi, Akademi, Yazarlar...