Şaşırdık Kaldık İşte: Yavuz Bülent Bâkiler’in Ardından
Yavuz Bülent Bâkiler… O da gitti. Göçünü toplayıp gidenler kervanına katıldı.
Onun gidişiyle Türkçe, Türk Edebiyatı, Türk şiiri büyük bir değerini, ustasını yitirmiştir. Onun deyimiyle “ses bayrağımız” olan Türkçemiz öksüz kalmıştır.
Şimdi Üsküp’ten Kosova’ya, Türkistan’dan — onun deyimiyle “yüreğimizdeki şahdamarımız” — can Azerbaycan’ımıza ve daha nicelerine kadar her yer, onsuz; Yavuz Bülent’siz öksüz kalmıştır.
Ağzımızda anamızın ak sütü gibi temiz ve helal Türkçemizin en kıymetli sözlerini şiirlerinde, nesirlerinde bizlere emanet bırakmıştır.
Vefatından önceki akşam (27 Eylül Cumartesi) Dr. Fikret Yıkılmaz Hoca beni arayarak “Mehmet, Yavuz Bülent Bey yoğun bakımdaymış.” dediğinde içime düşen korkuyu nasıl anlatabilirim. Dualarımız onunlaydı ama maalesef ki yetemedik. Ertesi sabah uyandığımızda vefat haberini aldık. Fatihalarımız onunla şimdi.
Vefat haberinin ardından birçok şey yazıldı, çizildi, söylendi. Bir şairimize, yazarımıza karşı bu kadar keskin, katı ve acımasız bir millet olabileceğimizi tahmin etmiyor ve bilmiyordum. Arkasından rahmet okuyanlar, dileyenler kadar maalesef ki lanetleyenler, olmayacak sözler edenler de oldu.
Bir başka konu ise Türkçe düşmanı ve Arapça taraftarı olarak sunulmasıdır. İşte bu, işte bu yine onun deyimiyle yerle gök arasını dolduracak kadar büyük bir yalan ve iftiradır. Her şey tamam bir yere kadar ama Türkçe söz konusu olduğunda bu sözlerin yakıştırılacağı, muhatap edileceği en son adamdır. Yazık! Zira o hiçbir şeyiyle değilse de yazdığı iki ciltlik ‘’Sözün Doğrusu’’ eseriyle Türkçeye en büyük hizmetlerden birini vermiştir. Basılan kitaplarının sayısı bir milyonu geçen bir yazar için –ki bu da yayınevinin kedisine ifadesidir- bunların söylenmesi insafsızlık değil mi?
***
Fakültenin ilk yılıydı. İlk okuduğum kitabı Sezai Kurt Hocamın tavsiyesiyle “Üsküp’ten Kosova’ya” ardındansa “Türkistan Türkistan”dı. Arkası da geldi tabii ki… O, diline ve üslubuna doyulamayacak bir adamdı benim için.
Yine nasip oldu, Fikret Hocam (Yıkılmaz) vesilesiyle telefonda da olsa tanışma imkânı buldum kendisiyle. Fikret Yıkılmaz ile dostlukları çok eskiye dayanıyordu, öyle ki Tekirdağ Türk Ocağı Başkanlığı döneminde Yavuz Bülent Bâkiler birçok kez Tekirdağ’a gelmiş ve konferans vermiş. Zaten o da bir Türk Ocaklıydı.
Sohbetlerindeki, konferanslarındaki o edayı telefonda da duymak ve hissetmek mümkündü. Telefonun ötesindeki ses, onun sesiydi, Yavuz Bülent Bâkiler’in sesi.
Daha sonra ondan kitaplarının bir kısmını imzalı olarak bana göndermesini istediğimde beni kırmamıştı. Türkistan Türkistan’ı “Mehmet Emin Ağaran kardeşim, önce Türkistan, sonra yine Türkistan demek için” diyerek; Sözün Doğrusu serisini ise “Mehmet Emin Ağaran kardeşime yüzümüzü ağartan anadilimiz güzelliğine sığınarak”, “varlık sebebimiz olan Türkçenin güzelliğiyle” diyerek imzalamış ve göndermişti. Şimdi onlar, kütüphanemin bir köşesinde onun aziz hatırasıyla duruyorlar.
NESİRLERİNDEN…
“Bilmemek mazur görülebilir, ama yanlış bilmek! Toplum ve düşünce hayatımızdaki bütün sapıklıklar, bilgisizliğin değil, yanlış bilginin sonuçlarıdır. Dinin yanlış bilinmesi softayı, sosyalizmin yanlış bilinmesi de devrim yobazını doğurdu. Abdülhak Hâmid ne doğru söylemiş: “Yanlışsa bildiğim, bana hiç bilmemek yeter.” (Sözün Doğrusu 1, s. 129)
“Evlerimiz kütüphanesizdir, kitapsızdır. Kütüphanesiz, kitapsız bir ev olur mu? Anadolu’da her yıl binlerce kızımızı evlendiriyoruz. Baba evinden koca evine bir kamyon, iki kamyon çeyizle gidenleri biliyorum, biliyorsunuz. Ama ne kadar yazık, bu bir kamyon, iki kamyon ev eşyası arasında bir küçük sepet dolusu olsun kitap yoktur. Kitapsız gelin, kitapsız düğün olur mu?” (Sözün Doğrusu 1, s. 138)
“Bizim Dîvan Edebiyatımızda sevgili: “bir gönül kuşu” dur. Bazı şairlerimize göre, gönül bir kuştur. Sevgilinin saçı, kaşı, gözü, gamzesi, yüzündeki beniyse o gönül kuşunun amansız bir tuzağı.” (Sözün Doğrusu 1, s.147)
“Ziya Gökalp Bey ne kadar doğru söylemiş: “Türkçeleşmiş Türkçedir.” (Sözün Doğrusu 1, s.185)
“Türkçeyi ciddiye almayanlar, Türkçe’nin güzelliklerini bozanlar, Türkiye’ye bin köprü, bin baraj, bin fabrika, bin metro yaptırsalar bile yok oluşumuzu önleyemezler. Felaketimiz olurlar. Çünkü dil, varlık sebebimizdir. Dilini yozlaştıran veya kaybeden bir millet, dağılmaya, yıkılıp yitmeye mahkûm bir millettir.” (Sözün Doğrusu 1, s.191)
“Dilimizin büyük sevdalısı Prof. Dr. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu bir yazısında şöyle hayıflanmıştı: “Türkçemizi ‘-sal’a bindirdiler,”-sel’e verdiler!” (Sözün Doğrusu 1, s.201)
“Muharebe meydanlarında kazandıklarımızı, yabancı dille eğitim yapan okullarda kaybetmemeliyiz.” (Sözün Doğrusu 1, s.247)
“Atatürk’ün Olağanüstü Türk Dil Kurultayında yaptığı çok mühim bir konuşma var, diyor ki:
“Biz, Balkanları niçin kaybettik biliyor musunuz? Bunun tek bir sebebi vardır. Bu da İslav araştırma cemiyetlerinin kurduğu dil kurumlarıdır. Yabancılar, bizim içimizdeki insanların millî tarihlerini yazıp, millî şuurlarını uyandırdığı zaman biz Balkanlarda, Trakya hudutlarına çekildik!” (Sözün Doğrusu 1, s. 248)
“Orta Asya toprakları üzerinde yetmiş ayrı ‘halk cumhuriyeti’ kurulsa bile, oraya yetmiş ayrı isim uydurulsa bile Türkistan kelimesinin aydınlığını ve güzelliğini hiçbir sıfat gölgeleyemez.” (Türkistan Türkistan, s.52)
“Ezansız Türkistan kocaman bir güldür. Ama kökünden koparılmış, kalın bir kitabın sayfaları arasına konulup kurutulmuş bir gül.” (Türkistan Türkistan, s.121)
“20.yüzyılda sinemanın, tiyatronun, radyonun ve televizyonun millet hayatındaki önemini kavrayamayan devletler, hep ziyandadırlar.” (Türkistan Türkistan, s.176)
“Bütün Sovyetlerde olduğu gibi, kitap fiyatları bize nazaran ucuz. Ucuz çünkü Rus idarecileri, kültürün bir millet hayatındaki önemini çok iyi bilen akıllı insanlar. Rus yöneticileri içerisinde, kültürü “okuma-yazma bilmek” veya diploma almak budalalığıyla değerlendiren kimselerin olmadığı çok iyi anlaşılıyor.” (Türkistan Türkistan, s.198)
“Ah Türkiye’m! Ah Anadolu’muz! Cahilinden ayrı, okumuş-yazmışından ayrı kahır çeken çileli memleketim!” (Üsküp’ten Kosova’ya, s.27)
“Üsküp’te yaşayan bir büyük Anadolu gördüm” (Üsküp’ten Kosova’ya, s.94)
“Bazı çevrelerin ”Türkiye dışındaki Türkler, Türklüklerini unutmuşlardır” şeklindeki yanlış kanaatlerine, Üsküp Türkü, mezar taşlarının, o çok güzel ve çok anlamlı örgüsüyle, o bitmez tükenmez Ay-Yıldız bereketiyle ve sessiz bir çığlık hâlinde cevap veriyordu: Bizi inkâr edemezsiniz! Bizi inkâr edemezsiniz!” (Üsküp’ten Kosova’ya, s.95)
“Dün, Balkan faciasından sonra “Karanlıkta uyananlar” oldu. Yahya Kemal’in ifadesiyle “…kendi kanlarına sövmenin lezzetini alanlar” bu köksüzlüğün bedelini çok ağır ödediler.” (Üsküp’ten Kosova’ya, s.97)
“Üsküp o kadar eski o kadar Türk’tü ki İstanbul’dan ve Selânik’ten gelen yeni kelimeleri, yeni eşyâyı, hatta yeni şarkıları alafranga telâkkî ederdi. Balık suyu idrak edemediği gibi, Üsküp de Türklüğünü idrak etmiyordu, bütün Türk şehirleri gibi kendine sadece Müslüman diyordu.” (Üsküp’ten Kosova’ya, s.100)
“Rumeli faciasından sonra Türk devletinin çekilişine yâr ağladı, hattâ zaman zaman ağyâr da teessüf ediyor; bunu hep biliyoruz.” (Üsküp’ten Kosova’ya, s.101)
“Rumeli Türklerinin mezar taşlarında bile, bayrağımızın ay yıldızı, papatya papatya açılırken, gözlerimizi onlardan nasıl kaçırabiliriz? O güzelim Rumeli türkülerini söyleye söyleye Rumeli’yi nasıl unutabiliriz?
(…) Rumeli’yi unutmak, kendimizi inkâra çalışmaktır. (…)
Anadolu’da hür ve müstakil yaşamak için Rumeli’yi unutamayız! (…)
Balkanlarda neden yenildik? Rumeli’den nasıl çekildik? Koskoca bir imparatorluğu nasıl dağıttık? Bu soruların cevaplarını bilmeden Anadolu’da yaşayamayız. Anadolu’da kalamayız.” (Üsküp’ten Kosova’ya, s.190)
“Birçok sanat tarihçisinin belirttiği gibi Osmanlı, yani Türk soyu, Balkanlara, bir tek bu “Drina Köprüsü”nü yapmakla kalmış olsaydı bile, dünya sanat tarihindeki imzasını, hiç kimse kazıyamazdı.” (Avrupa’da Türk İzleri, s.13)
“(…) Hayati Efendi’nin ve Horasan dervişlerinin mezarlarında yakılan mumlar, okunan Fatihaları tutuşturarak yanıyorlar. Orta Asya Türklüğünün, üç bin yıl önce yaşadığı birtakım âdetleri; mum yakma, mezar etrafında dönme geleneklerini, bugün Balkanlarda bile görmek ne kadar dikkat çekici bir olay!” (Avrupa’da Türk İzleri, s.51)
“Türkçe bizim şah damarımızdır. Varlık sebebimizdir. Priştine’de yaşayan soydaşlarımız, çıkardıkları Tan gazetesiyle, Kuş dergisiyle, sanat ve edebiyat dünyalarını ışıklandırmaya çalışıyorlar.” (Avrupa’da Türk İzleri, s.55)
“Arasta Câmii’nin yalnız minaresi, göğe doğru çekilen bir elif gibi.” (Avrupa’da Türk İzleri, s.59)
“Türkülerimiz; bizim boy aynamız, gönül kumaşımız, ruh mayamız! Türkülerimiz; bizim mübarek dilimiz, işte güzel Rumeli türkülerimiz. Önce Estergon Kalesi! Sonra “Pencere açıldı Bilal Oğlan, Piştov patladı!” (Avrupa’da Türk İzleri, s.62)
“İslâmiyet’i Saraybosna’ya ilk defa Osmanlı Türkleri ulaştırdılar. Kur’an’ı Saraybosna’da ilk defa Oğuz Boyu’nun temsilcileri okudular.” (Avrupa’da Türk İzleri, s.71)
“Tuna! Yedi yüzyıldan beri türkülerimizde, destanlarımızda, şiirlerimizde çağlayan, tarihimizi ve yüreğimizi güzelliklerle nakışlayan mübarek nehir!” (Avrupa’da Türk İzleri, s.92)
ŞİİRLERİNDEN…
Ve tabii ki şiirleri… “Cebeci İstasyonu Ve… Sen”, “Şaşırdım Kaldım İşte” … Hele Hoca, onları hikâyeleriyle birlikte anlattıktan sonra daha bir başka hissettiriyordu elbette…


Yine şiir kitabı Harman’ı da “Mehmet Emin Ağaran kardeşime yüzümü ağartan kitaplardan Harman’ı sevgiyle imzalıyorum” diyerek imzalamış ve göndermişti,
ESERLERİ
Harman, Avrupa’da Türk İzleri, Kılıçlar ve Kalemler, Gönlümdekiler ve Ötekiler, Unutamadıklarım, Türkistan Türkistan, Üsküp’ten Kosova’ya, Sözün Doğrusu 1, Sözün Doğrusu 2, Muhsin Başkan, Serdengeçti Geldi Geçti, Âşık Veysel, Tabuları Yıkmak, Vay Başıma Gelenler, Dilimizdeki Dikenler, Azerbaycan Yüreğimde Bir Şahdamardır, Efendime Söyleyeyim, Elçibey – Azerbaycan’ın Unutulmaz Lideri, 1944-1945 Irkçılık-Turancılık Davası’nda Sorgulamalar Savunmalar, Ârif Nihat Asya İhtişamı, Ses Bayrağımız Türkçemiz, Leyleğin Kanadında, Şiirimizde Ana, Yalnızlık, Duvak, Seninle, Mehmet Âkif’in Çağdaş Türkiye İdeali, Ârif Nihat Asya, Ârif Nihat Asya’nın Sevgi Mektupları
***
28 Eylül Pazar günü vefat eden Yavuz Bülent Bâkiler’in cenazesi 29 Eylül’de İstanbul’da Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camisi’nde kılınan namazın ardından, vasiyeti üzerine Sivas’a, ata-baba toprağına gönderildi. İstanbul’daki cenazesi Fikret Hocamın tabiriyle âdeta büyük Âkif’in cenazesi gibi imiş, ‘’âşığı olduğu ay yıldızlı al bayrağa sarılı tabutu eller üzerinde taşınmış.’’ 30 Eylül Salı günü ise Sivas’ta, “Ne güzel seni sevmek böyle uzaktan / Ve seni düşünmek bir çocuk hevesiyle… /Her sabah yeniden ezan sesiyle / Müslüman Müslüman uyanan şehir.” diyerek hasretini haykırdığı memleketinde, “Can çıksa da Sivas çıkmıyor gönlümden” dediği anne ve babasının yanına toprağa verildi. Kabrine Mekke ve Karabağ’dan getirilen topraklar serpildi. Aynı şiirinin sonunda “Bir gün bir derviş gibi çıkıp gelirsem eğer / Görürsem bir daha gönül gözüyle seni. / Anla bir rüzgâr gibi yüreğimden geçeni. /Ve sonra anam gibi sar beni Sultan şehir.” diyordu. Şimdi bir derviş gibi çıkıp geldiği Sivas’ı, Sultan şehri onu sarıyor.
“Şairin ölümü bir fırtınadır/ Bu sarı denizde kopar vaveyla/ Kaybolan şiiri çağırmak için” diyor, Mustafa İslâmoğlu bir şiirinde.
“Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ.” imiş diyor büyük divan şairimiz Bâki.
Türkçe ve Türklük var oldukça Yavuz Bülent Bâkiler de şiirleri ve nesirleriyle gönlümüzde ve hafızamızda hep bâki kalacak, yaşayacak.
O, “Şaşırdım kaldım işte” diyordu. Biz de onun gidişiyle şaşırdık kaldık işte…
Ruhun şad, mekânın cennet olsun Hocam!
KAYNAKÇA
BÂKİLER, Yavuz Bülent (1999). Üsküp’ten Kosova’ya. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları
BÂKİLER, Yavuz Bülent (2022). Harman. İstanbul: Yakın Plan Yayınları
BÂKİLER, Yavuz Bülent (2022). Sözün Doğrusu 1. İstanbul: Yakın Plan Yayınları
BÂKİLER, Yavuz Bülent (2020). Türkistan Türkistan. İstanbul: Yakın Plan Yayınları
BÂKİLER, Yavuz Bülent (2020). Avrupa’da Türk İzleri. İstanbul: Yakın Plan Yayınları
Editör: Hüseyin Bay


