Neşe Kazan
Adım Fevziye….
Denize kıyısı olan bakir bir kasabada doğmuşum.
Maviliklerin ve yeşilliklerin kızıyım ben.
Boğar beni gri renkler.
Şehirler…
Gün pencereme doğmalı, güneşin batışını ayine benzer ritüellerle kutlamalıyım.
Böyle yaşadım.
Kumdan kaleler yapardım, sıcak yaz günlerinde.
Burçlarına çıkar, kollarımı iki yana açar haykırırdım..
Kendi kalemin hükümdarıydım.
Komşunun haylaz oğlu yıktı ilk kez kulelerimi.
Yılmadım tekrar yaptım.
Ben yaptıkça yıkanlar çoğaldı.
Yıkmaları değil de, yıkarken çıkardıkları zafer çığlıkları canımı çok yaktı.
Sonra başka kuleler, başka kalelere sığdırdım iç dünyamın savunmasız hallerinden saklanmışlığımı.
Bilemezler kumdan kulelerim, mutfaktan kalelere dönüştüğünden bu yana soğan doğradığımı zannedenler ağladığımı.
“iyiyim” dediğimde sesimdeki titreşimi bile fark bile edemediler.
Herkesin o kadar çok derdi, o kadar acelesi, o kadar fazla işi vardı ki…
Nasılsa Fevziye zaten hep bıraktıkları yerdeydi…
Kapının kolu gibi, askıda sallanan cezve gibi…
“Kırdı zincirlerini bir gün ….
Çıkardı üzerinden mutfak önlüğünü…
Giyindi üzerini, makyajını yaptı…
Baktı kapıdan dışarı.”
Dışarıda ne kumdan kuleleri ne de güneşin doğumunu gören penceresi vardı.
Fevziyenin devrimi salonda koltuğuna oturup, bir kahve içimliği kadardı…