Hepimizin içinde bir anlatma arzusu var. Bazen bir dost meclisinde, bazen gecenin sessizliğinde, bazen de hiç tanımadığımız birine… Çünkü paylaşmak sadece bir ihtiyaç değil; insan olmanın en eski, en derin hali. Ateş başında anlatılan masallardan, bugünün ekranlarına kadar değişmeyen şey, içimizdekini başkalarıyla buluşturma isteği.
Bugün, “kişisel gelişim” dediğimiz alan çoğu zaman modern reçetelerle tanımlanıyor. Zaman yönetimi, nefes egzersizleri, alışkanlık teknikleri… Bunlar kıymetli, hayatı kolaylaştırıyor, insana yön veriyor. Ama aynı zamanda kalbin öğretisine kulak verildiğinde, bambaşka bir derinlik açılıyor: Mevlana’nın “Sen kendini küçük bir şey sanırsın ama bütün âlem sende dürülüdür” sözü, Yunus Emre’nin “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir” öğüdü, Hallac-ı Mansur’un hakikate çağıran sesi… İlk bakışta farklı gibi dursa da bu yollar aslında aynı yerde buluşuyor. Çünkü ister modern yöntemler, ister kadim öğretiler olsun, hepsi aynı özün peşinde: İnsanın kendini bilme arzusu. Ve insan kendini bildiğinde, daha derin bir kapı açılıyor: Yaradan’ı bilme arzusu. Tasavvufta dendiği gibi, “Kendini bilen, Rabbini bilir.”
Psikologlar ve psikiyatristler de bu yolculukta kıymetli bir yere sahip. Onlar tanı koyar, tedavi eder, derin yaralara dokunur. Ama insanın yolculuğu sadece tedaviden ibaret değil. Bazen bir teknik, bazen bir öğreti, bazen de yürekten gelen tek bir söz, içimizde yeni bir kapı aralayabilir. Ve işte bütün bu yolların ortak noktası aynı hakikati fısıldıyor: İnsanın insana ışık olması. Kimisi modern reçetelerle, kimisi kalbin kadim öğretileriyle, kimisi kendi yolculuğunu paylaşarak… Ama özünde hepsi aynı çağrıyı taşıyor: “Kendine dön, içindeki cevheri bul, paylaş.”
Belki çoktan yoldasın, belki de ilk adımı atıyorsun. Senin yolculuğun nasıl başladı? Bizimle paylaşır mısın?
Editör – Kübra Çakar