Neşe Kazan
İleride, bu yazılarımı “yıllar önceydi” diye okuyacaksın, Deniz. Ben senin hatıracını tutuyorum. Pandemi başlamadan hemen önce en son AVM’ye kahve almaya gitmiştik. Hatta bir fotoğrafını da çekmiştim. Deniz’in her anını kaydettim. İki büyük kanat resminin ortasına yerleştirdim ve sadece “gülümse” dedim.
Sonrası ise pandemi günlerinin dört duvar arası pozlarıydı. Hepimizin hayatından çalınan koca iki yılda, Deniz anaokuluna gidemeyince, babaanneden torpilli torun olarak evimizin başköşesinde çocukluğunun en güzel yıllarını yaşadı. Erken kalkmak yoktu mesela. Topluluk kuralları desen keza. Deniz özgürdü…
Okyanuslarda pupa yelken, sonsuz maviliklerde kuşlar kadar özgürdü. Ama bir sorunumuz vardı. Deniz, pandemi çocuğu olduğundan, neyi nereden istemesi gerektiğini daha 3,5 yaşında öğrenmek zorunda kaldı. Ve bir gün bana şu cümleyi kurdu:
“Babaanne, kargom ne zaman gelir?”
Şaşkınım. Doğru mu duydum acaba? Kargoyu biliyor, yetmiyor, bir de bekleme süresini merak ediyor. Ah şu pandemi! Bu yaşta öğrenmemesi gereken her şeyi öğretiyor.
“Ne kargosu Deniz? Sen ne sipariş verdin ki?” dedim.
“Kertenkele çocuk kostümü…” dedi, eksik bir şeyi tamamlamak ister gibi. Hani beş tabak vardır, altıya tamamlanır. On bir çatal vardır, on ikiye tamamlanır. Tam da öyle bir şey.
Kedi Çocuk kostümüyle seriyi kapattığını düşünen anne babaya müjdeler olsun; bu hikâye burada bitmemiş. Bu kreasyonda daha dört ayrı renk ve model var…
Deniz’in “Nerede kaldı bu kargooo…” derken yüzündeki huzursuz ifade ve ses tonundaki sabırsızlık tam anlamıyla ona geçmişti. Gözleri kocaman açılıyor, kaşları hafifçe yukarı kalkıyor, ellerini iki yana açıp boynunu öne eğiyordu. Yıllarca mimik çalışması yaparken bugünkü yeteneği geliştireceğimizi hiç düşünmemiştim.
“Ağlarken gülmeyi dene Deniz! Gülerken korkmayı dene!” diye diye birlikte inanılmaz bir yetenek geliştirmişiz meğer. Oysa amaç sadece birkaç güzel dakika geçirmekti. Biz ne zaman bu hale geldik, aklım almıyor. Ama sorarken ciddiyim.
“Peki, kim sipariş verdi? Sen mi?” dedim.
“Evet,” dedi.
Birden aklıma geldi; biz bu kıyafetleri birlikte incelemiştik. Acaba, telefonumu mu ele geçirdi? Şüpheleniyorum. Hemen telefonuma bakıyorum. Derin bir oh çekiyorum. “İyi ki siparişin anlamını bilmekten öteye geçip eyleme dökmeyi öğrenmemiş,” diye düşünüyorum.
Bu çocuk beni zaman zaman korkutuyor. Hatta bir akşam önce sohbet ederken Süha (Deniz’in amcası) da aynı şeyi söyledi. Gözleri dehşetle açılmıştı: “Bu çocuk sanki yeniden doğmuş gibi.”
Süha’nın kastettiği reenkarnasyondu. Çünkü Deniz sık sık bana “Sen küçükken, ben büyükken…” diye başlayan cümleler kuruyor. Aslında onu anlıyorum, ama Süha’nın endişelenmesi hoşuma gidiyor, o yüzden durumu açıklamıyorum ve ona hak veriyormuş gibi davranıyorum.
Ama biliyorum ki Deniz, kendisine nasıl davranmamı isterse o şekilde kuruyor o cümleleri. “Babaanne, sen küçükken, ben senin elinden tutup seni parka götürüyordum…” diyor. Ya da “Sen küçükken çok çikolata yiyordun” diyor. Sonuçta parka da gidiyoruz, çikolata da alıyoruz.
Ama o gün, Süha’nın yanında öyle bir cümle kurdu ki, hepimiz birbirimize bakıp bir anlığına şüpheye düştük.
“Sen küçükken, ben senin annendim,” dedi. Ciddi ciddi baktı yüzüme ve tekrarladı: “Sen benim kızımdın.”
Gözlerini kocaman açmış, onaylar şekilde bakıyordu ki inanılmaz ürktüm.
Ne demişti Süha? “Bu çocuk yeniden doğmuş gibi.”
Yok artık, dedim. Bu kadarı bana bile fazla. Deniz henüz 3,5 yaşında…