Ayşenur Ezgi Eygi’ye itafen yazılmıştır. Aynı tarihte o topraklardaydık. Biz döndük o güzel insan dönemedi…
Yolumuz Mescid-i Aksa’ya Çıksın 2’yi okumak için tıklayın…
Bu 144 dönümlük açık hava mescidinin her bir noktası farklı âlemlere açılan farklı bir güzellikte. Kubbeleri, minareleri, kemerleri, revakları, kapıları, sebilleri, çeşmeleri, namazgâhları, kuyuları, halvetleri, güneş saatleri, medreseleri, İslam Müzesi ve diğer eserleriyle maneviyat sarıyor insanı bu kutsal mekânda.
Ne var ki Kudüs ve 144 dönümlük Mescid-i Aksa yerleşkesi, arşın ve göklerin yeryüzündeki parıltısı olarak dünyanın dört bir yanından ibadet için kendisine gelenleri bekliyor bu günlerde. Yaşanan olaylar sonrası ziyaret sayısı oldukça azalmış. Milyonlarca Hristiyan ve Müslümanın ziyaret ettiği bu kutsal mekanlar, bu günlerde sessiz, sahipsiz ve yalnız. Bunu fırsat bilen işgal güçleri de Filistin halkını daha bir hırpalayıp, zorluyor. Tam da bu günlerde ziyaret edilmeli. 57 Müslüman ülkeden kafile kafile insanlar gelse, bu kadar pervasız davranamazlar oysa. Hristiyanlar da elini ayağını çekmiş gibi. Oysa ilk geldiğimde insan kalabalığından hareket edilemiyordu. Yazık, çok yazık…
Devam edecek olursak nereye bakarsanız bir peygamber nişanı görebildiğiniz bu kutsal topraklarda, zamansal ve mekânsal olarak her an seyir halinde olduğunuzu hissediyorsunuz. Peygamberlerin, yollarında yürüdüğü; çocukluktan gençliğe adım attıkları, kendilerine inen dini, çarşılarda/pazarlarda anlattıkları; insanların, eza ve cefalarından saklandıkları; hastaları iyi edip, kavimleri tarafından öldürüldükleri veya arşa yükseldikleri bu yerler birer birer gözünüzün önünde beliriyor sanki… Sanki Hz. Meryem (k.s.) bir köşeden çıkıp elinizi tutacak gibi oluyor.
Bu yolculukta ‘Çile yolu’nu adımlayan Hristiyanların ibadetlerini yerine getirme iştiyaklarına da şahit oluyoruz. Çile yolunun sonu Kıyame/Kutsal Kabir Kilisesi’ne çıkıyor. Bu kilise, Katolik Kilisesi, Rum Ortodoks Kilisesi, Ermeni Apostolik Ortodoks Kilisesi, Süryani Kadim Ortodoks Kilisesi, İskenderiye Kıpti Kilisesi ve Habeş Ortodoks Kilisesine ait mezhepler tarafından son derece önemli sayılıyor. Öyle ki, tarihte yaşanmış bir olay anlatılıyor bize. Çok büyük sevaplar kazanıldığına inanıldığından tüm bu mezhepler, Kıyame/Kutsal Kabir Kilisesi’nin temizliğini ve bakımını üstlenmek istiyorlar tabi. Ancak ufak bir karışıklıkta, şiddetli çatışmalar çıkıyor. Bir temizlik sırasında oluşan karışıklıkta mezhepler, ‘bizim sevaplarımızı çalıyorsunuz’ diye birbirlerine giriyorlar. Olay büyüyor ve Sultan Abdülmecid’e yansıyor.

Gelen fermanla birlikte her mezhebin alanı belirleniyor. O sırada bir Ermeni papazı kilisenin ön cephesindeki 2. kat pencerelerinden birini temizliyor. Gelen fermanda camların temizlenmesi başka bir mezhebe verilince; papaz emre öylesine çabuk uyuyor ki merdiveni olduğu yerde bırakıyor. Merdiven bir daha yerinden oynatılamıyor. Hali hazırda kilisesinin kapısını da Kudüs’ün önde gelen Müslüman ailelerinden Nesime ile Cude aileleri açıp kapatıyor.

Bu kilisede hacı olduğuna inanan nice Hristiyan var. Kiliseyi gezerken bir genç kız, nedense dikkatimi cezbediyor. Mütebessim bir çehreyle (sanırım yeni bir işe başlayacaktı veya her zaman yaptığı bir ritüel bilemiyorum) bu kızcağız ‘yıkama taşına’ elindeki çeşit çeşit boncukları ve ipleri sürerek dua okuyordu. Başka bir kadın da başörtüsünü ‘yıkama taşına’ sürüyor ve dua okuyordu. Üç din için de kutsallığın başkenti olan bu topraklara, bugün gereken özen gösterilmiyor. Oysa Hz. Ömer’e bu kilisede namaz kılmamıştı. Şöyle ki Hz. Ömer (r.h.) şehri teslim almak üzere Kudüs’e geldiğinde Kudüs Patriği, Hz. Ömer’e Kıyamet Kilisesini gezdiriyor. Namaz namaz vakti geldiğinde Hz. Ömer namaz kılınacak bir yer gösterilmesini istiyor. Bunun üzerine Patrik, kilisede namaz kılabileceğini söyleyince, Hz. Ömer; “Ben kilisede namaz kılarsam, Müslümanlar benim burada namaz kıldığımı öğrenirler ve burayı cami yaparlar. Biz fethettiğimiz yerlerdeki insanların inançlarına karışmadığımız gibi onların ibadethanelerine de zarar vermeyiz” diyor. Hz. Ömer’in (r.h.) kilisenin dışında namaz kıldığı yere, daha sonra Emeviler, halifenin isminin verildiği ‘Ömer Cami’sini’ yapıyorlar.
Zamanında Osmanlı Devleti, burada kimsenin ibadethanesine dokunmuyor. Hatta yeni yerleri, ibadetlerini yapabilmeleri için veriyor, o dinlerin inananlarına. Vakıf arazisi olarak kabul edilen ve dini mabetleri içeren bu mekânlar, Hristiyanlar için çok kutsal. Neticede tüm zorluklara rağmen bir tarafta Müslümanlar diğer tarafta Hristiyanlar öbür tarafta Yahudiler dinlerinin gereği olan ibadetlerini yapmaya çalışıyorlar hala. Hristiyanların ‘Kutsal Kent’ saydıkları bu şehir, Ortodoks Hristiyanlarca ‘Bütün Hristiyan dünyasının Anası’ olarak kabul ediliyor ayrıca. Tüm bu hassasiyet yüzündendir ki Osmanlı Devleti, Halil/Yafa Kapısı’nı Kanuni Sultan Süleyman zamanında yeniden inşa ederken, kapının üzerine “La İlahe İllallah İbrahim Halilullah”

yazılı bir kitabe yerleştiriyor. Bu incelikli tavır nedeniyle Kanuni Sultan Süleyman’dan, Süleyman Peygambere nispetle Süleyman-ı Sânî olarak bahsediliyor. Kimseyi ötekileştirmeden gelen misafirlere hoş geldin diyen bu zarafet, günümüzde işgalci güçlerin elinde bir gaddarlık numunesine dönüşmüş adeta. Öyle ki Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, işgalci sivillere aralıklı olarak silah dağıtıyor.[1] Halkın direnişinin kırılıp ülkeyi terk etmesini bekliyorlar belli ki. Bu sebeple ziyaretçilerin Kudüs’e gelmesini de istemiyorlar. Batı dünyası da dahil olmak üzere İsrail’in savunanı kalmamasına rağmen, insanların üzerine bomba yağdırmaya ve şehirleri bataklığa çevirmeye de devam ediyorlar.

Sonraki günlerde Esbat/Aslanlı Kapı’nın (Hz. Meryem’in (k.s.) dünyaya geldiğine inanılan mağaranın yanında olduğu için Sitti Meryem Kapısı da deniyor) hemen girişinde bulunan Müslüman Mezarlığı’nda Ubâde b. Sâmit ve Şeddâd b. Evs isimli sahabelerin ve diğer Müslümanların kabirlerini ziyaret ediyoruz. Bu Müslüman kabristanı, sahabenin, birçok âlimin ve kıymetli zatların metfun bulunduğu çok müstesna bir yer. İnsan burada da tıpkı Mescid-i Aksa’da olduğu gibi kendini dingin ve huzurlu hissediyor. Açıklayamadığımız ruhani bir hava, bir atmosfer var. Öyle ki bu topraklarda yaşayan peygamberlerin, büyük zatların ve Allah’ın sevgili kullarının ruhaniyetleri de bizimle hissiyatı sarıyor etrafımızı.
Ubâde b. Sâmit ve Şeddâd b. Evs


