1.8 C
İstanbul
Pazar, Şub 9, 2025
okuryazarkitaplar
EdebiyatKitapManşetOkur KöşesiÖykü / Roman

Kürk Mantolu Madonna

Hüseyin Çağrı Topaloğlu

Bir de o dönemin siyasi telaşlarının edebiyata tezahürü de okuyucuların bir kısmını, edebiyatın farklı alanlarına yöneltmiştir. Nazım Hikmet’in bu kitap hakkındaki eleştirisi, buna en açık örnek olarak gösterilebilir. Nazım Hikmet kitapla ilgili şunları söylemiştir:

“Kürk Mantolu Madonna, ben bu kitabı hem sevdim, hem kızdım. Evvela niçin kızdığımı söyleyeyim. Kitabın birinci kısmı bir harikadır. Bu kısmın kendi yolunda inkişafı yani bir küçük burjuva ailesinin içyüzünü tahlili öyle bir haşmetle genişlemek istidadında ki, insan buradan ikinci kısma geçerken, elinde olmayarak, yazık olmuş, bu çok orijinal, çok mükemmel başlangıç ve imkan boşuna harcanmış, keşke bu başlangıç harcanmasaydı, diyor. Ben başlangıcı okurken yani Berlin’e kadar olan pasajı, senin benim anladığım manadaki realizmine hayran oldum. Beni dinlersen o başlangıcı almak ve kahramanın ölümünü kısaca tekrarlamak suretiyle o ailenin efradı ve eşhasının hayatları etrafında bir ikinci cilt, ayrı bir roman yapabilirsin, böylelikle de dinlemeye başladığımız harika musiki birdenbire kesilmiş olmaz. Gelelim ikinci kısmına, o kısım, başlı başına bir büyük hikaye olarak güzeldir ve böyle bir tecrübe gerek senin için gerekse Türk edebiyatı için lazımdı. Sen bu tecrübeyi başarıyla yaptın.”

Romana geçmeden önce Sabahattin Ali’nin aşkla ilişkisinden de biraz bahsetmek istiyorum. Sabahattin Ali, ne denli aşık biridir, bunu bilmeme imkan yok ama aşk olgusuna karşı derin bir hayranlık duyduğunu söyleyebilirim. Zaten kendisi de “Ben durmadan aşık olurum.” diyerek şahsa değil, aşka talepkârlığını gösteriyor. Bu arayıştan yana olan tavrını, Ayşe Sıtkı’ya yazdığı bir mektupta “Hemen yazamadım, sebebini sorma. Yine aşığım, sorma gitsin. Yine aşığım Melahat.” cümlesini kurması ve yaptığı kasti hatasıyla bile görebiliyoruz.

Kitabı Sabahattin Ali’nin hayatından ayrı incelemek pek mümkün durmuyor. Raif Efendi karakteri gibi kendisi de Almanya’ya gitmiş ve Milli Eğitim görevlendirmesiyle Almanya’da vazife görüp bu vesileyle Almanca da öğrenmiştir. Keza Almanya’da Poder isimli bir kadına hayranlık duyduğu da söylenmektedir. Kitabın ana karakteri Maria Puder’in nereden esinlenildiğini, bu ismi duyduktan sonra düşünmeye bile gerek yok elbette.

Sabahattin Ali, kitabın kompozisyonunu bir otoportre üzerine yıkmıştır. Bu otoportreyi ise gerçek hayatında gördüğü Andreas Del Sarto’nun, Madonna Delle Arpie tablosundan esinlenerek kurgulamıştır. Kitabın isminde de yer alan Madonna kavramı, o dönemde kucağında bebek yani Hz. İsa olan Hz. Meryem çizimlerine verilen addır. Bu kitabın özetinden önce sembolik kısımlarına da bu isim vesilesiyle değinmek istiyorum. Çünkü Madonna ifadesi rastgele bir seçim değildir. Sabahattin Ali, yaşadığı dönem gereği Osmanlı’nın yıkılıp Türkiye’nin kurulduğu geçiş döneminin yazarlarındandır. Bu yüzdendir ki ülke gibi edebiyatında geçişte olduğunu görüp bu geçişi sembolleştirerek kitabına dahil etmiştir. Edebiyatta eski türlerin, yerlerini yavaş yavaş kaybettiğini görüp kendine de bir alan oluşturmaya çalışmıştır. Gelecek öngörüsü de kuvvetli birisi olarak edebiyata da kadın eli değeceğini ve edebiyatta eski eril ağırlıklı gücün yitirileceğini Madonna ifadesiyle ve hikayenin akışındaki başka sembollerle işaret etmiştir. Hz. Meryem (Maria) değil de Madonna denilmesinin sebebi, erkeğe ihtiyaç olmadan çocuk doğurabilmeyi anlatır. Yani kadınların da eril yapıya muhtaç olmadan edebiyatta eserler doğuracağının altını çizmiştir. Bakış açısını biraz daha genişletirsek bunu edebiyattan çıkarıp ülke ve dünya çapına götürebiliriz. Özellikle Maria Puder karakteri üzerinden yapılan feminizm temsili, bu durumu destekler nitelikte. Maria Puder’in Raif Efendi’den “Benden hiçbir şey istemeyeceksin. Bana karışmayacaksın, alınmayacaksın.” gibi isteklerde bulunduğunu kaleme alarak feminizmin sınırlarına dair gözlemlediği birkaç noktayı çizmiştir. Fakat sonrasında da bu özgür alanı kendisine tanıyan Raif Efendi’ye, Maria Puder’in “Kadın gibisin.” şeklinde alaycı yakıştırmalarda bulunarak feminizmin getirdiği rol karmaşasını ve tutarsızlığı da eleştirmiştir.

Kitabın başka sembolleri de vardır. Örneğin; sabun fabrikasında çalışmak için Avrupa’ya gitmesi, geçmişi temizlemeyi gösterir. Baba figürünün zengin ve güçlü oluşu fakat savaş sonrası kontrolü kaybedişi ve oğlu adına korkularıyla çöken Osmanlı’yı göstermeye çalışırken Raif Efendi’nin de baba parası altında kendini arayış sancılarını anlatmasıyla da Cumhuriyet dönemine geçişin adaptasyon sancıları gösterilmiştir. Sessiz, sakin bir anne figüründen Maria Puder’e uzanan yolsa o dönemki kadınların da toplumsal değişimini yazarın gözünden bizlere izletmiştir.

Kitabın kısa bir özetini yapacak olursak, kitap iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde anlatıcının Raif Efendi ile tanışıp bir bağ kurma çabasını ve Raif Efendi’nin hayatının akışını şekillendiren hikayesini yazdığı defterini anlatıcıya bırakıp vefat etme kısmı diyerek indirgemeci bir biçimde geçiştirebiliriz. İkinci kısımsa Raif Efendi’nin Berlin’e gidişinden başlayarak orada Maria Puder ile tanışmasını ve yaşadıkları aşk hikayesini barındırıyor. Kitabın okuma keyfinin kaçmaması adına hikayenin detaylarına girmiyorum.

İlgili Haberler

Ey Yusuf!

okuryazarkitaplar

Max Weber’de Etnisite Kavramı

okuryazarkitaplar

En Kötüye…

okuryazarkitaplar

Yorum Yap

Kitap, Sinema, Tiyatro, Edebiyat, Tarih, Mitoloji, Müzik, Resim, Gez Gör, Doğa Sporları, Aktüel Bilim, Anadolu, Dünya Mirası, Festival, Fuar, Sergi, Akademi, Yazarlar...