Bu tren istasyonuna kaçıncı gelişim oldu ama hâlâ hangi yöne gideceğimi bilmiyorum. Tek bir fikrim var, o da gitmek. Korkulu bir rüyadan uyanır gibi terimi soğutmadan trenlerden birine binip bu şehirden gitmek… Handan’dan gitmek… Dönüp dolaşıp her seferinde geri geliyorum. Ankara’ya beton grisinden korkacak kadar gitmişliğim var, ovasına dokunmadan dönecek kadar Konya’ya da uğradım. Her seferinde tekrar geri geliyorum. Deli falan değilim. Boş boş bilet kesip birilerini zengin etmeye de çalışmıyorum. Sevgilimi, her şeyimi dolduruyorum bavula. Bazen planlı bazen plansız öylece biniyorum trenlere. Çocukluğumdan kalma Örümcek Adam kuklam hep çantamda, uğur param cüzdanımda. Bu da yetmezmiş gibi saçma da bir şapkam var, onu da yanıma alıyorum. Hava soğukmuş, sıcakmış bana fark etmez, havalı oluyorum. Şapkamı hep takıyorum ama yine de aklımı Handan’dan saklayıp da doya doya yalnızlığıma kaçamıyorum.
Handan benim biricik sevgilim. Beni, beni seven insanların toplamından daha fazla seviyor. Öyle seviyor ki ondan vazgeçmek, bana aptallıkmış gibi geliyor. Ben onu seviyor muyum? Bu kadar çok düşündüğüme göre o kadar da fazla sevmiyorum. Ama kim bırakabilir ki öyle güzel bir kadını? Yine böyle bırakmayı düşündüğüm günlerin birinde evime geldim. Öyle bir neşem yoktu ki korktum suratsızlığımı gösteren aynadan. Zamanın öyle çetrefilli bir yerine düştüm ki uyumak için de saat daha erkendi, uyumamak için de Handan…
Sensizliği ve sensizlikle halveti sen bilemezsin Handan, siz de bilemezsiniz. Ben bilirim. Önce elleri… Önce elleri yaktı ellerimi, kaldırıp başka mertebeye götürdü hayallerimi. Sonra dudaklarım, dudaklarını… Gebe rüyalarım tüm odayı, ardından gelen hayal doğumuysa tüm şehri yaktı. Sonra yan yana yanmış iki mum gibi eriyip bir olduk. Tabii herkes gibi biz de kaldıramayıp birliği, soğuduk.
Hak vermeyin bana ama üşüyordum. Nasıl bırakabildim kendi ellerimi, bilmiyorum. Birlikteliğimizin bilmem kaçıncı ayı ve bir hayvanlık etmişim. Başka bir kızla… Başka bir kızla mesajlaşırken yakalanmışım. Seviyor değilim, sadece sohbet, dedim ama anladı. Canımlı cicimli konuşmalar vardı… Çok kızmıştı bana. Belki kötü bir şeyler olur belki de vazgeçeriz birbirimizden, diye düşündüm ama olmadı. Evet… Sabah, gözlerinde bir iki damla yaşla uyandırdı beni, kahvaltı hazırlamış bana. Biraz kızgın ve kırgın… Kahvaltı masada hazır.“ Ben çıkıyorum, sen de yiyip çıkarsın.” dedi ve erkenden, her zaman çıktığı saatten bile daha erkenden çıkıp gitti.
Ah Handan! Yumurtayı benim sevdiğim gibi yapmışsın, en sevdiğim bardağı o masaya bırakmışsın. Bir de kendin… O güzelliğin her davranışınla masada. Her zamanki gibi cam kenarında nöbet bekleyen çiçek eşlik ediyor senin yerine kahvaltımıza. Özenmişsin, sensizliği yumuşatabileyim diye masanın ortasına bırakmışsın onu. Bir de not: “Dolapta yemek var, ısıtır yersin. Belki bugün akşam gelmem. Halamın kızı hastaymış, ona bakarım…”
Ah Handan… Ah Handan… Ah! Kumral saçların ne cepheler açtı, tokanla çarpışırken başında. Buluşurdu bir kısmı, savaşın zirve yaptığı ve görenlerin bir bir düştüğü en kanlı bakışında. Gerisi sırtına ve omuzlarına firar ederdi… Ela gözlerin, bal sarısı tenin… Ve ne kadar yersen ye, kilo almayan bedenin. Öyle yapmacık değil, gerçekten güldüğünde için için çiçeklenen gözlerin…Bir akşam seninle dans etmeye çıkalım, demiştim. Sen de çok sevinmiştin. Öylece tüm kavgaları bırakıp beraber gitmiştik. Müzik başladı, sen dans etmedin. Çok zorladım ama sen dans etmedin. Ben de sıkıldığını düşünüp çıkmak istedim. “Müzik güzel, sen dans et. Ben seni seyrediyorum.” dedin. Halbuki görmüştüm, çekingen değildin. Bazı zamanlar danslar etmiştin ve güzel güzel eğlenmiştik. Sonradan anlamıştım, bugün neden dans etmediğini… Çıkmamıza yakın, karşımızda
oturan dört tane kaba saba, kendini tamamlayamamış hanzo, dans eden genç kızlardan birinin eline sarılınca. Bar sahipleri, dört adam ve kızın erkek arkadaşı arasında bünyelerinde alkol de olduğu için büyük bir kavga çıktı. O an anladım. Dans ettiği zaman, benim başım belaya girecekti. Ve o, eğlenmemeyi seçti.
Handan… Gidemiyorum senden. Bak, neden beni bu kadar çok sevdin? Onu da bilmiyorum. Handan, neden çok sevemedim seni, bilmiyorum. İnsanoğlu nankör. Onu sevmeyenin peşinden koşarmış. Aptallık… Ama duygularda mantık olsaydı, sen zaten bu kadar sevmezdin beni. Mantık bende olmadığı için ben de deli gibi, çılgınlar gibi sevemiyorum. Deneyeceğim. Eninde sonunda gideceğim. Aslında kendim için değil, senin için gideceğim. Gidiyorum. Ben gidince belki de benim kadar kimseyi sevmeyeceksin. Olsun… Sen güzelsin. Sen çok sevileceksin.

Bir daha göremeyeceksin beni…
Bir daha görmeyeceksin beni,
Herhangi bir zamanda.
Öyle unutacağım ki seni
Günahtan sayılmayacak
Cehennemde.
Karşına çıkarsam bir gün
Bakmayacağım senin yüzüne.
Yanlışlıkla bakarsam
Bakarsan karanlıkta kalıp
Görmezden geleceğim.
Saçma kelimelerle konuşuyorum kendimle,
Seni düşünürken.
Kelimelerim başka dilde
Anlamıyorlar birbirlerini.
Saçlarının mavisini tarıyorum
Kahverengi bir ağaç dalıyla
Begonyalar açar mı?
Terkedilmiş bu aklıma
Çatı olan başımda.
Nelerden vazgeçtim şaşarsın.
Kaldırımlardan yürümekten vazgeçtim
Yemek sonrası çayını terk ettim.
Sabah kalktığımdaki çalan şarkılara
Eşlik etmekten.
En çok da senin için.
Seni sevmekten vazgeçtim
Ömrümün devamında.



