Pazar, Ara 21, 2025
Okuryazarkitaplar
GelenekselKöşe & YazıManşetOsman GözmenÖykü / Roman

Daktilonun Dili

Osman GÖZMEN

“Ey şiirimi okuyan kari, okuduğun satırları hızlıca geçme. Önce beni tanı ve hikâyeme kulak ver. Ben anne ve babamla birlikte yaşayan kendi halimde biriydim. Beni diğerlerinden ayıran tek özelliğim komşumuzun kızı Asiye’ye âşık olmamdı. Onun da bende gönlünün olduğunu bilmenin heyecanıyla şımarır, haftada bir iki defa köyün odun ihtiyacını karşılayan sık ağaçlıkların arasında gözlerden uzak buluşurduk. Ben ona yazdığım şiirleri okurdum o da bana işlediği oyaları gösterirdi. Söz vermiştik birbirimize, beraber yaşlanacak ve beraber ölecektik. Buluşmalarımız gizli ama aşkımız aşikârdı. Annem söz almıştı annesinden ben askere gitmeden. Askerlik dönüşü evlenecektik. Ne olduysa ben askerdeyken oldu. Ocağıma kan, gözlerime yaş, evime ateş doldu.”

Daktiloyu yerleştirdiği masanın etrafına tekrar bakındı. Kahverengi çalışma masanın tam ortasında siyah bir daktilo, daktilonun etrafında deminden beri temize çektiği şiirlerin yer aldığı kâğıt yığını, bir gece lambası ve yarısına kadar dolu bir su bardağı vardı.

Dağınık kâğıt yığınından rastgele birini alarak ezbere bildiği şiiri tekrar okudu. Evet, bu şiir büyükbabasının çalışma odasında bulduğu eski bir kitabın içerisinden düşen sararmış bir kâğıda el yazısı ile yazılmış büyükbabasının imzasını taşıyan bir şiirdi. Fakat gözlerini kapatarak yazmaya çalıştığı zaman ortaya kendiliğinden dökülen birkaç satır neydi? Ve bu satırları istemsizce nasıl yazabilmişti? Ürpererek oturduğu koltuktan fırladı. Banyoya koşarak kendisine büyümüş gözlerle bakan yansımasına dikkat etmeden hummalı bir şekilde yüzünü yıkadı. Havlu ile kurulanırken yıllar sonra bu anı hatırladığında delice diye isimlendireceği bir fikir zihnini esir aldı: “Tekrar gözlerimi kapayarak yazmalıyım.”

Koşarak daktilosunun önüne geldi. Koltuğun kenarlarına gayr-i ihtiyari bir şekilde sımsıkı tutunduğunu fark etti. Kendini toparlayıp koltuğunda dik oturdu ve yazıya başlamadan önce kâğıt yığınlarını – son yazdığı daha doğrusu kendiliğinden yazılan kâğıdı en üste koyarak- düzenledi. Derin bir nefes aldı, gözlerini yumdu ve işaret parmaklarını harflerin üzerindeki yerlerine getirerek tuşlara basmaya başladı.

Yazı makinesinin iç burkan sesi kesilince gözlerini açtı ve şaryoyu sağa doğru iterek kâğıdı titreyen ellerle yerinden çıkardı. Umduğunu bulmuş kendiliğinden yazılan yazının devamı yazılmış fakat buna sevinememişti. Zira kâğıtta şunlar yazılıydı:

“Asiye’min tamahkâr babası komşu köyün ağasının kardeşine, üç beş dönüm tarla mukabilinde, vermiş cancağızımı. Adam elli yaşındaymış ve zaten iki tane karısı varmış. Asiye’m üçüncüsü olacakmış. Annesi itiraz edecek olmuş –işime karışma hanım- diyerek terslenmiş. Babam engel olmaya çalışmış fakat itlerini salmış Allah’tan korkmazlar. Babamı tartaklayıp yakmışlar evimizi. Anam, babam canını zor kurtarmış. Asiye’m zinhar ağlamamış bu olanlara. Tek damla gözyaşı dökmemiş. Kaderine razı oldu zahir, demiş komşular. Herkes onun hareketindeki durgunluğu görmüş. Hareketlerindeki durgunluğu görmüşler lakin durgun akan su misali derinlerinde neler gizlediğini görememişler.” 

Büyükbabasının yaşadıklarına vakıf oldukça içinde derin bir meyusiyet peyda oldu. Koltuğunda yüzyıldır oturuyormuş gibi kıvranmaya başladı. Yavaş hareketlerle yerinden kalktı ve elbise dolabının bir kanadına altın renginde kanatlarla işlenmiş aynada kendini gördü. Aynadaki görüntüsünü bir an Asiye zannetti. Asiye’nin yerinde olsaydı neler hissedeceğini düşünmeye, düşündükçe hüzün katmanlarında daha derine inmeye başladı. Okudukları onu devasa bir girdabın içine çekmiş nefes almasını zorlaştırmıştı. Bundan kurtulmanın tek yolunun hikâyeyi tamamlamak olduğunu biliyordu. Tüm cesaretini toplayarak koltuğuna, daktilonun tam karşısına oturdu. Temiz bir kâğıdı alıp koklamaya, istemsizce yazacağı ve sonunun hüzünlü olduğunu iliklerine kadar hissettiği acılı hikâye için kendini hazırlamaya başladı. Son bir kez derin bir nefes aldı ve harfler üzerinde parmaklarını serbest bıraktı.

Daktilonun artık ses çıkarmadığını fark edince gözlerini kâğıdın boş olmasını umarak açtı. Fakat yer yer silikleşen yazıyı görünce aslında zannının aksine buna içten içe sevindiğini hissetti. Nemli gözlerle kâğıdı çıkararak okumaya başladı.

“Sabahı gelin olarak evden ayrılacağı gece, herkes uyumak için yatağına yattıktan sonra papatyalardan bileklikler yaparak taktığım ve öpmeye doyamadığım narin bileklerine ismimi yazmış gül bakışlım. Bana, yani sevdiğinin düştüğü durumdan haberi olmadan küffar hücumuna karşı hudutta nöbet tutan bu bedbaht adama, bir hatıra bırakmış.

‘Gözlerimden yaş akıtsam deva olmaz derdime.

Akacaksa kanım aksın ilaç budur nefsime.’

Ömrümün sonuna kadar okuyup ağlayacağım bu iki satırı karalamış ve ferdası gelinlik yerine kefene sarılarak ayrılmış baba evinden.”

Son kelimeleri okuduktan sonra gözlerinden sicim gibi yaş boşaldı. Oturduğu koltuğa saltanatını kaybeden bir imparator gibi çökmüş ömründe ilk defa omuzlarının ağırlığını hissetmişti. Yaşananlar tarifi imkânsız bir acıyı ruhuna zerk etmiş Asiye’nin başına gelenlere ve bu acı olayı ancak askerden geldikten sonra öğrenen büyükbabasına derinden bir merhamet hissiyle dolup taşmıştı. İlk defa o an büyük babasına ait olan şiirin manasını tefekkür etti. Yazarlık serüveninin ilk adımı olarak daktilo ile yazabilmeyi kabul etmiş ve bunun için de onlarca kere yazmıştı bu şiiri. Şimdi ise büyükbabasının şiire döktüğü feryadını neden şimdiye kadar duyamadığına hayıflandı.

Biraz önce yazdığı ve düzenleyerek masanın üzerine özenle yerleştirdiği kâğıtlar arasından ilk nüshayı buldu. Artık künhüne vakıf olduğu bir acıyı anlatan bu manidar şiiri tüm cihana ilan etmek istercesine yüksek sesle okudu:

“Sessizlik şimdi bana en yakın sırdaş gibi

Yanaklardan süzülen iki damla yaş gibi

İçimdeki yangının ne başı var ne sonu

Sanki zalim Nemrudun yaktığı ataş gibi”

İlgili Haberler

Flamenko Gösterisi

Ayfer Güney

DELİ FADİLE

fatma karataş

Gerisi Yalan

Ayfer Güney

Yorum Yap

Kitap, Sinema, Tiyatro, Edebiyat, Tarih, Mitoloji, Müzik, Resim, Gez Gör, Doğa Sporları, Aktüel Bilim, Anadolu, Dünya Mirası, Festival, Fuar, Sergi, Akademi, Yazarlar...