Platon’un Bakış Açısından Efsane
Ben, Atinalı bir filozof olarak, insan zihninin karmaşık tabiatını anlamaya çalışırken, zaman zaman duyduğum eski öyküleri yalnızca masal diye değil, geçmişten gelen uyarılar olarak düşünürüm. Yaşlı bilginler anlatırken ben dinledim; denizciler fısıldarken ben not aldım.
Bir keresinde, Solon’un Mısır’dan dönerken rahiplerden öğrendiği o kadim öyküyü anlattığını işittim. Rahipler şöyle demişti:
“İnsanlık, bir zamanlar büyük bir uygarlığın yok oluşuna tanık oldu.”
Bu sözü işittiğimde aklıma Ege’nin ortasında bir zamanlar yükselen Thera Adası geldi. Çünkü duyduğum başka fısıltılar vardı; denizler yüzlerce yıl geçse de unutmazmış olan o büyük patlamayı.
Bilgelerin Anlattığı Ateş Dağı
Denilir ki Thera’nın kalbinde uyuyan bir güç vardı.
Toprak altında bir dev, bin yıllardır sessiz.
Minoslular toprağı kutsar, denizlerde hüküm sürerdi.
Ne var ki insanın gücü, doğanın iradesi karşısında her zaman kırılgandır.
Bir gece, tanrıların bile ses etmediği o sükûnet anında, dev uyanmış…
Dağ yarılmış…
Alevler göğe yürümüş…
Düşündüğümde bile ürperirim:
Bir ada, bir toplum, bir yaşam – tek bir gecede karanlığa gömülmüş.
Deniz, devasa duvarlar hâlinde yükselmiş, Girit kıyılarını süpürmüş. Bir zamanlar gururla dolaşan Minos gemileri, sularla birlikte tarihe karışmış.
Gördüğüm Bağlantı: Atlantis’in Yankısı
Benim yazdığım satırlarda “Atlantis” diye bir ülke vardır:
Zengin, güçlü, düzenli…
Ama kibri büyümüş, tanrıların düzenine başkaldırmış bir uygarlık.
Bir gecede yok oluşunu anlattığımda birçok kişi bunun bir uydurma olduğunu sandı.
Oysa ben, insanlığın belleğinin derinliklerinde saklı bir gerçeğin gölgesini işaret ediyordum.
Kim bilir?..
Belki de bu Thera felaketi, nesiller boyunca anlatıla anlatıla Atlantis’in hikâyesine dönüştü.
Belki çocuklar korku dolu gecelerde bu olayı dinledi, anneler ateşli gökyüzünü öyküleştirdi, gezginler her limanda biraz daha süsledi.
Ve sonunda, felaketten geriye kalan gerçek, efsanenin sisleri arasında bana kadar ulaştı.
Felsefenin Işığında Gerçek ve Efsane
Benim için önemli olan şudur:
Bir uygarlığın büyüklüğü, onun zaferleriyle değil;
doğanın kudretini anlayıp anlamamasıyla ölçülür.
Atlas Okyanusu’na gömülmüş Atlantis de olsa,
Ege’de çöken Thera da olsa,
Her ikisi bize aynı hakikati hatırlatır:
“İnsanın yükselişi de çöküşü de aklının erdemine bağlıdır.”
Bugün bile Ege’nin rüzgârı o uğultuyu taşır.
Külün kokusu duyulmaz elbette, ama hafızası hâlâ yaşar.
Ben de bu yüzden, Atlantislilerin kaderini yazarken Thera’yı düşünmeden edemem:
Bir uygarlık yüceldi, sonra bir gecede yok oldu.
Tıpkı Thera’nın kalbinden kopup gelen o ateş gibi…
Ve rüzgâr hâlâ fısıldar:
“Gerçek, efsanenin içinden konuşur;
dinlemesini bilen için.”


