Yazar Hüseyin Urlu Kayseri
Ayakkabı, insanlar var olduğu müddetçe giymek zorunda oldukları bir araçtır. Şekilleri, özellikleri, modası sürekli değişse de her çağda zorunluluk gereği giyilmektedir. Her gün ayağımızdan çıkartmadan giyip gezindiğimiz ayakkabılarımıza yüklediğimiz anlamlar bana çok ilginç gelmektedir. Tarihte fazla geri gitmeden bakalım derim, ayakkabıya.
1900 tarihinde özellikle kırsal kesimde çarık giyilirdi. Hatta çarık bile çok kıymetli olup eskimesin diye yalın ayak dolaşanlar bile olurdu. Şehirlerde yine çarığı aratmayan nailinler çok revaçtaydı. Bu durum Kurtuluş Savaşı sonrasına kadar devam etti.
Otuzlu yıllarda, lastik ayakkabılar çıktı piyasaya. Ayrıca naylon terlik ve ayakkabılar da giyilmeye başlanmıştı. Yazlıkları ayrı kışlıkları ayrıydı. Kimisi her mevsim giyilebilen cinstendi, hele bir de ayakkabı alacak paranız yoksa.
Türkülerimizde kundura diyerek yerini almıştır ayakkabılar. Şairin bakışıyla, sevdiğinin ayakkabısının topuğundan başlar serüven ta ki saçının teline kadar devam eder. Roman yazarı içeriye giren güzel bir bayanın önce ayakkabılarının zarafetinden başlar anlatmaya, yürürken ayakkabının çıkarttığı sesin büyüsüyle betimlemesine devam eder. Zarafetin simgesidir, bayanlar için ince topuklu zarif ayakkabılar. Bazen de ömrü boyunca unutmayacağı bir hâle bürünür, gelinlik ayakkabısı olarak. Gençler için markası ve modeli ile üstünlük sağlama aracıdır. Bazen fotoğraf karelerinde görürüz, yeni olan ayakkabısını göstermek için tuhaf pozlar veren insanları.
Ayakkabının serüveni, günümüze kadar değişerek gelmiştir. Modası her kesim için yıllık değişerek tüketimi artırıcı bir rol üstlenmiştir. Benim ilgimi çeken durum bu ayakkabıların marka, model ve giyinme tarzı değil aslında. Ayakkabılara bakarken farklı bir düşünceye dalarım. Ayakkabılar içinde bir insan ayağı olduğu zaman bir anlam ifade eder zanneder herkes. Bence tam da öyle değildir.
Yer, Dua Tepe, Sakarya Meydan Savaşı. Gazi Mustafa Kemal dürbünü ile düşman hatlarını izlerken, yere bağdaş kurup oturmuş. Bir kişi bu anı fotoğraflar. Yurdu kurtarmak için gecesini gündüzüne katan o komutan ki kösele ayakkabısının altı delinmiştir. Ne gam ne keder, vatan kurtulsun da ayakkabının altı delik olsa ne çıkar. Yaverinin ayağında yeni bir ayakkabı kendisinde altı delik ayakkabı. Askerlerinin ayağında yıpranmış çizmeler tabi bulabilenlerde, geri kalanının ayağında çarık, bazısında o da yok yalın ayak vatan savunmasında. Başkomutanının ayağında altı delik ayakkabı… Bu vatanın nasıl kurtarıldığını en iyi anlatan fotoğraf karesi budur bence.
Bir kapı eşiğinde, merdiven başında görürsünüz bir ya da birkaç çift ayakkabıyı. Ucu dışarıya doğru bakar. Yeni olmayan az ya da çok giyilmiş, özellikle artık sahibinin bir daha o ayakkabıyı asla giyemeyecek olması ortak özellikleridir. Vefat eden kişinin, ihtiyaç sahibi birisi alsın diye sadaka olarak sokağa bırakılan ayakkabısıdır o. Bu manzarayı görüp başına gelmeyen, ayakkabılara bakıp içinde olmayan ayağın sahibi için üzülmeyen yoktur.
Bazı kaza sonrası resimler gelir gözünüzün önüne. İlk dikkatinizi çeken olay mahallinde kazazedenin ayağından çıkıp bir tarafa savrulmuş bir ayakkabıdır. Genellikle de tek olarak görünce birden içinizden bir fırtına kopar.
Bir de al bayrağa sarılmış olarak gelen yiğitlerimizin, ailesine teslim edilmiş olan o görev ayakkabıları, botları. Annesi, babası, kardeşi, eşi, evladı sarılır kucaklar öper. Başı dik babalar, anneler, eşler, evlatlar ayakkabılarının nasıl olduğunu, boyalı mı boyasız mı, eski mi yeni mi, yırtık mı sağlam mı düşünmeden vatan toprağına emanet ederler yiğitleri. Bu manzara karşısında gözlerinden yaş süzülmeyen yüreği parçalanmayan olur mu?
İkinci dünya savaşı ile ilgili ne kadar film ve fotoğraf karesi görmüşseniz olayın vahametini anlatan en acıklı manzara üst üste yığılmış sahibi olmayan ayakkabılardır. İnsanı düşünceye sevk eder, bu kadar içi boş ayakkabı. Artık giyilemeyecek olması nedeni ile hayatta olmadıklarını bilmek.
Belçika’nın başkenti Brüksel’de Avrupa Birliği (AB) Dışişleri Bakanlarının Gazze konusunu görüşmek üzere toplandığı Avrupa Konseyi binasının yakınındaki Jean Rey Meydanı’na 4 bin 500 çift ayakkabı bırakıldı. Ayakkabılar, İsrail güçlerinin son on yılda öldürdüğü Filistinlileri anmak için ve öldürülen masum insanlara dikkat çekmek için. Boş ayakkabılar, en iyi protesto aracı olarak kullanıldı.
Deniz kenarında, kendisini denize bırakıp bir daha kıyıya hiç çıkamayan masum insanların bıraktığı ayakkabıları. Budapeşte Parlamento Binası’nın önünde, Tuna Nehri’nin kıyısı boyunca dizilmiş altmış çift demir ayakkabılar. 2. Dünya Savaşı’nın katliamlarını sanki yeni olmuş gibi gözümüzün önüne seriyor. Erkek ayakkabıları, kadın ayakkabıları model model ve en acısı küçük çocuk ayakkabıları. İnsanlık bu manzara karşısında kalbinin kanamaması mümkün değildir.
Giyilirken insana statü sağlayan, kadın, erkek, çocuk, genç olarak seçmemizi sağlayan ayakkabılar. Giyen kişinin dünyadan ayrıldıktan sonra bıraktığında ise boş bir mezara dönüşen ayakkabılar.
Her ne olursa olsun, insanı en iyi biçimde anlatan nesnenin ayakkabı olduğuna kanaatim bir kat daha arttı. Verdiğim örneklere daha binlercesini eklemek mümkündür. Allah bütün insanlığı ayakkabısız, itibarsız, aç bırakmasın. Üst üste yığılmış sahipsiz ayakkabıların olacağı, bütün doğal afetler ve savaşlardan da insanlığı korusun.



1 Yorum
Kaleminiz kavi olsun