Yazar Mustafa Karaman
Zaman durmuş muydu? Yoksa biz mi fark etmemiştik zamanın, günlerin, ayların, yılların nasıl geçip gittiğini; daldığımız düşler arasında?
Bilge, Çırak ve Şair. O porsuk ağacının altındayız hâlâ. Ne çok şey konuştuk Susku makamında geçmişe dair. Geriye getiremedik seneleri. Bir düş dünyasında dolaşıp durduk biteviye. Çıkamadık gönüllü girdiğimiz kuyudan. Yusuf değildik ki bir kervan kovasını sarkıtıp çıkarsın bizi yukarıya, götürüp satsın Mısır vezirine.
Bunca yıl kazandıklarımız, telâfi etmiyor kayıplarımızı. Geçip ve göçüp gidenlerin ardından ne kadar yanıp yakılsak, geri getiremiyoruz nasılsa.(geçip gidenlerin ardından ne kadar yanıp yakılsak da, onları geri getiremiyoruz zaten.)
Ne kadar konuşsak da beyhude… Hiçbir problemi çözmüyor gerçekten. Söylem vakti geçeli çok oldu, şimdi eylem zamanı.
Çıkmalı yola ve gitmeli? Nereye? Nereye olursa olsun! Kiminle ve ne zaman? Hemen şimdi, bu akşamdan tezi yok çıkmalı yola. Binmeli kara trene.
“Kara tren mi kaldı yahu?”
“Yeni hızlı tren var ya!”
“Ver elini başkent.”
“Bir an önce ayrılmak için gidilen ve sevilen koca şehir.”
Kelimelerin Sihirbazı ve A. Harun’u katıp ekibe varmalı Aksaray’a. Garip ile buluşmalı. Sonra ver elini bozkırın ortasındaki kent, başında dumanı ve karı eksik olmayan eski evimiz. Susku’yu ve suskunluğu tabiatı haline getiren İba var orada. Uçan halıya mı binmeli, yoksa kara trenle mi devam etmeli Kafdağı’na. Bekliyor Suskunları Simurg… Yeni bir şiire, öyküye başlamalı hemen… Yeni baştan yazmalı ve yaşamalı evrensel taşrayı…
“Tut elimi Bilge!
Ver bana elini Çırak!
Gidiyoruz!”
“Nereye?”
“Simurg’a, dostlarla buluşmaya. Çocuk Kalbinden Süzülen Masallar’ı yaşamaya!”
Editör Nuray Balcı


