Etrafındaki insanlara bakıp ilham almıyorsan, aslında bir çevren yoktur. Bu cümle kulağa basit gibi gelebilir ama insan hayatının en çıplak gerçeklerinden biridir. Çünkü insan, insanla büyür. İnsanın ufku, beraber yürüdüğü insanların ufku kadar genişler.
Düşünsene… Bir sofradasın. Masada kahkahalar var, sohbetler dönüyor. Ama sen konuşulanlardan hiçbir şey anlamıyorsun. Ne kalbine bir kıvılcım düşüyor ne zihnine bir fikir. Sadece bir gürültünün ortasındasın. İşte tam o an fark ediyorsun: Bu bir çevre değil, bir kafes.
Kafes, sadece demir parmaklıklardan oluşmaz. Kimi zaman dost sandığın insanların küçümseyen bakışlarıdır kafes. Kimi zaman “yapamazsın” diyen bir cümledir. Kimi zaman da sırf yalnız kalmamak için yanında tuttuğun ama ruhunu çürüttüğünü bildiğin insanlardır.
Gerçek bir çevre, seni yukarıya taşır. Seninle aynı yolda olmasa bile, kendi yolculuğunu öyle bir kararlılıkla sürdürür ki sana cesaret bulaştırır. Onun varlığı bile sana ilham olur. “O yapabiliyorsa ben de yapabilirim.” dedirtir. Onun heyecanı senin damarlarında bir kıpırtı uyandırır.
İlham almıyorsan, aslında ilham da veremiyorsun demektir. Çünkü çevre dediğimiz şey, tek taraflı bir alışveriş değildir. Sen ondan alırsın, o da senden alır. Bir kıvılcım, bin kıvılcıma dönüşür. Ama kafeste bu mümkün değildir. Kafeste herkes birbirini oyalamaya, avutmaya çalışır.
Kafesin en tehlikeli yanı, kendini özgür sanmandır. Konuşmalarla vakit geçer, günler akar, bir şeyler yapılmış gibi hissedersin. Ama gerçekte hiçbir adım atmamışsındır. Çünkü kafeste kanatlar çırpılmaz, sadece ses çıkar.
İnsanın çevresi, kendi geleceğinin aynasıdır. “Beş yakın arkadaşının ortalamasısındır.” derler ya, doğru. Onların hayalleri senin hayallerinin sınırını belirler. Onların cesareti senin cesaretini… Eğer hepsi kafeste, zincirlerini kutsayan insanlarsa, senin de zincirlerin altın bilezik gibi görünebilir. Ama zincir zincirdir.
İlham veren insanlar, seni korkutur da. Onlarla konuşurken eksik hissedersin belki. Çünkü onların yaptıkları, senin yapmadıklarını yüzüne çarpar. Ama işte tam da o yüzden gereklidirler. Onlar seni sarsar, silkeler, zorlar. Kafesin konforundan çıkarır.
Bir gün aynaya bak ve sor: “Benim çevrem bana kim olabileceğimi hatırlatıyor mu, yoksa kim olamayacağımı mı fısıldıyor?” Eğer ikinci cevabı alıyorsan, yanlış yerdesin. Çünkü çevre, insanı küçültmez; insanı büyütür.
Unutma, kafesten çıkmak yalnız kalmayı göze almaktır. Ve yalnızlık, doğru insanı bulana kadar bir lütuf olabilir. Çünkü tek başına yürümek, yanlışlarla zincirlenmekten daha iyidir. Boş bir oda, yanlış bir kalabalıktan daha öğreticidir.
Çevren, bir laboratuvar gibidir. Sen orada denersin, yanılırsın, öğrenirsin. Ama deney tüplerine sürekli aynı kimyasalı koyarsan, sonuç hep aynı olur. Farklı fikirler, farklı bakışlar, farklı ruhlar gerek sana. İlham işte oradan doğar.
Belki bugün çevrene baktığında sadece bir kafes görüyorsun. Ama unutma, kafesin kapısı daima açıktır. Açıp çıkmak cesaret ister, evet. Ama çıktığında gökyüzünün ne kadar geniş olduğunu fark edeceksin.
Ve o gün, etrafındaki insanlara baktığında yüzünde bir gülümseme olacak. Çünkü artık biliyorsun: İlham almıyorsan, çevren yoktur. İlham veriyorsan ve alıyorsan, işte o zaman gerçek bir çevren vardır.
Editör – Fatma Karataş
Yazarın Kitabı



