Kübra Nur Alır
“Aileyi yaşat ki ümmet yaşasın. “
Şeyh Seyyid Muhammed Saki el-Hüseyni k.s.
Dumanı tüten bir baca,
Hangi ev olursa olsun, bilmem kaça…
Bazen açılan, bazen sarılan yara: aile…
Birkaç çay bardağı,
Sıra sıra şekerlikler,
Kapıda dizilmiş, büyükten küçüğe terlikler: aile.
Alnında teri, elinde nasır,
Torbasında ekmek, mısır…
Bir sofra etrafında biraz börek, biraz kısır: aile.
Eskitme boncuk, elyaflı yastıklar,
Ceviz ağacı sandalye,
Çiçekli, krom ayaklı koltuklar…
Masada unutulan tuzluk,
“Çik çik” çekirdek, kabuklu fıstıklar…
“Nerelerdesin cancağızım?” başlıklı nutuklar: aile.
Saksılarda begonya, yanında ferforje figürler,
Beyaz dantel, keten abajürler;
Tadına doyulmayan konuşmalar,
Sevinçle dolup taşan gülüşmeler: aile.
Sarı, mor, pembe puf üzeri kapitone düğmeler,
Makrome perdeler…
Ah, ne güzeldir uzun yolculuktan sonra
Sarmalar, öpmeler, sevmeler: aile.
Bir odada hüzün, gözyaşı,
Diğerinde mutluluk…
Sevgi dolu bakışlarla biten yorgunluk: aile.
Dertlenirken, derd dinlediğin,
Ağlarken gülebildiğin,
Karşılıksız, hesapsız sevip sevilebildiğin: aile.
Mutfakta çatal-kaşık sesi,
Merhametli anne nefesi…
Var mı akşam serinliğinde
Sıcak bir çorbaya banmadan ötesi? Aile.
Unutulur mu nineden kalan sandık,
Antika fincan, anneden hatıra çeyiz gözdesi?
Evden uçunca, herkese demli birer kahve,
Yeni gelin müjdesi…
Sonra ayran aşı, hıngel, elmalı kurabiye,
Zeytinyağlı fasulye…
Bitmeyen muhabbet, uhuvvet, ülfet, lezzet,
Rahmet, nimet gemisi: aile.
Su gibi aziz, tatlı gibi vazgeçilmez,
Bazen ekşili, buruk…
Yine de yaşamak için her şeye değen
O anlamlı nefes, o soluk: aile.
Bu sefer de, muhterem büyüğümüzün sözünden yine istifade ederek, konuya biraz didaktik-lirik ve halk şiiri bir tarz ile giriş yapmış olduk. Evet evet, hani o herkesin dünyasında farklı duygular uyandıran, çocukluğunun bir yanında içsel izler bırakan; o delidolu, bir o kadar da neşeli günleri anımsatan, “Aa evet, aynen de böyle oldu, oluyordu, bizde de vardı,hala böyle” dediği cinsden, sıcaklıktan… İşte bu karşılıklı içtenlik ve samimiyet ile yine gönüllerinize hitab etmenin ayrıcalığını ve heyecanını yaşıyoruz.
Mevzumuz yine her zamanki gibi gerekli, derin, engin ve bir o kadar da narin-hassas bir mevzu: evlilik, aile, aile olabilmek, aile kalabilmek. Aile, meveddet ve muhabbet halinin izdivaç bağı ile cem olduğu ocaktır. Hz. Âdem a.s. ve Hz. Havva annemizin evlilikleri ile ilk yuva cennette teşekkül olmuştur. O sebeple evlilikte cennetten bir tat vardır. Bu, tevhidin tezahürlerinden bir tezahürdür.
Her şeyin mutlak sahibi ve maliki Cenâb-ı Allah şöyle buyurmaktadır: “İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi O’nun varlığının belgelerindendir. Bunda düşünen insanlar için dersler vardır.” (er-Rûm 30/21; ayrıca bk. en-Nahl 16/72; en-Nûr 24/32)
Evlilik bir nevi, ikilikten çıkıp bir olma halidir. Binaenaleyh, eşler için artık “ben” değil “biz” vardır. Bu anlamda aile için, bütünleşmek, birleşmek ve tamamlanmak için gelişme, ilerleme ve olma aşamalarını içinde barındıran bir mekteptir denilebilir.
İnsanın hayat macerası aile ile başlar; aile de doğar, büyür, gelişir, serpilir, erginleşir. Aile, iki tenin bir dil-i yârda saklı olduğu bir esrardır… Ne lisanın vakıf olduğu, ne de aklın vâsıl olabildiği çeşm-i aşktan akan âb ile beslenir. Evlilik ise, eşlerin helal dairede birbirlerine iştiyakının vücut bulduğu ve tamam olduğu alandır.
İnsan, tabî zevk ve ihtiyaçlarının karşılanması için nazîf bir mekan arar. Hiç kimse çamur veya bir bataklığın içinde keyfe keder, tasasız, zevk ü sefa ile hareket edemez. Misal, habis kokuların ve necis kalıntılarının olduğu bir ortamda insan, nasıl ki bir çay dahi içmek istemez, istidâdıyla yerini daha derûnî ve temiz bir yer ile değiştirmek ister; işte öyle saf ve doğal bir arayış ile insanda ruhunu ve gönlünü doyuracak bir mekan arar.
Evlilik, bu habis ve necis hallerden, mekan ve alanlardan kendini korumanın en isabetli, özel, güzel ve anlamlı başlangıcıdır. Evlilik ve aile olabilmek; ubudiyyet şuuru, insaniyyet düsturu ve muhabbetin zuhuru ile fıtrî şevk, haz ve lezzetlerin ibadete dönüştürüldüğü, dünyada başlayan ve ahirette ebedi devam edecek olan cennet saadetini inşa etmenin önemli bir yoludur.
Evlilikte, aile olabilmede ve aile geçiminde iyilik ve tüm cemâlâtın menbâının Hakk’ın lütfu olduğu ve eksik, kusur ve gediklerin de kendinden olduğunu bilen; bu cihette kendini iyi olma yönünde geliştiren ve uyanan her insan sağlam ve güven veren bir duruşa sahiptir demektir.
Evlilik ve aile olmak, Cenâb-ı Allah’a şükretmenin bir yolu olduğu gibi, tevekkül, rıza ve teslimiyet anahtarlarını adeta üzerinde saklayan bir hazinedir. Evlilik ve aile, insan için sekinet mahallidir. İnsanın huzuru bulduğu ve huzur ile dolduğu bu hakikat-i Rahmanî’nin bülbül yuvası misali itina-i şevk ile örüldüğü ve latifî nağmelerle süslenip bezendiği, teskin-i hasenat ile cuş-u huruşa geldiği böylesine tatlı nimetin insan için nasıl bir levazım, ihtiyaç olduğu ve Rabbânî bir dokunuş taşıdığı gerçeğine de değinmeden geçmemek gerekir.
Mutasavvuf ulemasından İmamı Gazzâlî k.s. de evliliği sadece dünyevî bir kurum olarak değerlendirmez. İlâhî takdir ve rahmetin tecellisi olarak, insan neslinin devamiyyeti, toplum düzeninin muhafazası ve zinadan sakındırma hikmetiyle nikâhı şer‘an teşvik edilen bir ibadet olarak yorumlar. Ona göre nikahın, kulluğun tamamlanmasını temin ve tahdis eden ahlaki bir yönü vardır. Gazzâlî k.s., evliliği dünyadan uzaklaşma değil, dünyayı ahiret için ıslah etme aracı olarak değerlendirir.
Terbiyey-i ahvâlde aşk ile imtiyazlı bu sözleşmede, kişilerin sorumlu olduğu usûl ve furûna merhametine mukabil, merâtib-i kemâlâtta bir cennet vesikası niteliğinde değer taşıdığını ifade etmek gerekir.
Usûl kelimesi fıkıh literatüründe kişinin anne, baba ve onların anne ve babası şeklinde yukarıya doğru devam eden ve kendisine kan bağıyla bağlı üst soy hısımlarını; fürû ise aynı şekilde aşağıya doğru devam eden alt soy hısımlarını ifade eder. Ayrıca usûlün; temel prensipler, kök, esas, kaide, fürûnun ise; bir şeyin üst tarafı, dal, kol, şubesi, yani esasın ve kaidelerin günlük hayattaki uygulamaları ve ayrıntıları şeklindeki sözlük anlamlarından da yola çıkarsak, ailede usûl ve furû denilince akla temel ahlaki ve dini unsurlar ve bu unsurların hayatta uygulanabilir hâle getiren maddeler şeklinde de yorumlamak mümkündür.
Usûl, bu prensipleri belirlerken; furû, bu prensipleri günlük hayatta yaşanır ve uygulanır hâle getirir. Usûl ve furû dengesi, sağlıklı, huzurlu ve bereketli bir aile ortamı için elzemdir.
- Eşler ve çocuklar arasındaki temel bağlantıyı, ilişkiyi ifade eden sevgi-muhabbet bağı.
- Eşler arasındaki değeri korumak, çocuklara adil yaklaşmayı ifade eden hakkaniyet ve adalet terazisi.
- Büyüklerin ve eşlerin birbirlerine haklarına riayet ederek itimatlarını koruyan saygı hali.
- Maddi ve manevi görevlerinin farkındalığını artıran ve gösteren sorumluluk bilincine sahip olmaları, temel prensiplere örnek gösterilebilir.
Bu münasebetle, eşleri selamlamak, hoş geldin demek, öpüp sevgi göstermek; sofrayı zaman zaman birlikte kurmak; komşular ile yemekleri paylaşmak; aile içi ortak eğlence ve faaliyetlerde bulunmak; çocuklara yaşlarına ve yeteneklerine göre üstesinden gelebilecekleri işler tayin etmek; zor zamanlarda birbirini desteklemek; ihtiyaçlarını gözetmek; hediyeleşmek; büyükleri evde ağırlamak ve ziyaretlerde nezaket göstermek gibi maddeler, günlük uygulamalara ve ayrıntılara örnek gösterilebilir.
Hz. Âişe’nin naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en iyi olanınızdır. Ben de aileme karşı en iyi olanınızım!” (Tirmizî, Menâkıb, 63).
Bu bağlamda tasavvuf bize dünya zevk ve hallerini reddedecek bir hayat tarzı vaat etmez. Diğer yandan İhyâ’da geçtiği üzere aile ve evlilik bahsi, zühd ve takvâyı terk etmek anlamında değil, hayatın doğal ve meşru akışını ahlâkî bir disiplinle yaşamak şeklinde ele alınmaktadır.
Yani bu anlayış, nimetlerden, hayattan lâyıkıyla yararlanmayı, helaliyle yaşamayı, usûlünce uygulamayı tasvip eder bir hayat tarzını ihtiva eder. Nitekim Cenâb-ı Peygamber, beşerî sıfatlardan uzak bir hayat tarzı ortaya koymamıştır.
Bir toplumu en kestirme yoldan yıkmanın ve hezimete uğratmanın yollarından biri, aile kavramının içini boşaltarak insanları nikâhsız birlikteliklere özendirmek ve evlilikte maddi ve manevi usûlleri ve emirleri hiçe saymaktır. Bu, aile olabilmenin ve kalabilmenin yollarını bozmaktan geçer.
Aile, bireylere ve hususen çocuklara , eğlence ve eğlenebilme ,kendilerini korkusuzca ifade edebilme, duygularını yaşayabilme ve keşfedebilmek için en güvenli alanı ihdas eder.Nitekim, sağlıklı bir gelişim için güvenli bir aile ortamı şarttır.
Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur: “Cennette büyük bir köşk vardır. İsmi ‘Dârü’l-ferah’dır [Sevinç Köşkü]. Buraya ancak çocukları sevindirenler girer.” (Câmiu’s-sağîr, 2321)
Aile içinde eğlenemeyen, ihtiyaçları dikkate alınmayan ve sevgiden yoksun bırakılan her çocuk; bu çeşit duygu, söz ve fiillerin benzerlerini bulabilmek, içindeki boşluğu doldurmak adına dışarıdaki yasaklı uyaranlara yönelmekte, tehlikeli yollara kapılmakta, tuzaklara düşmekte ve bu da elim hadiselerin yaşanmasına; fiziksel ve ruhsal şiddete maruz kalmasına sebep olabilmektedir.
Aile ağacının en tatlı meyveleri olan çocukların huzurunda anne ve babalar karşılıklı bir güven ve anlayış içinde olmalı; çocuklar hususunda alınacak ortak kararlarda meşveret ile en doğru çözüm ve fikirde buluşup birleşebilmelidirler. Bu ikmâl, çâre ve davranış kriterleri ile birlikte aile, çocukların doğruyu ve yanlışı öğrenmesinde, kişiliğinin gelişmesinde ve kimliğinin şekillenmesinde önemli rol oynar.
Aile içinde ebeveyn ile beraber çocuklara yaş, duygu, cinsiyet ve beceri durumlarına göre görev ve sorumluluk bilinci verilmesi; bu doğrultuda görev alabilmesi ve böylece etkili müşterek görev ve sorumluluk alanının oluşturulması, ailenin iyi geçim ve yaşam koşullarına ulaşabilmesi için önemlidir.
Evlilik ile hayat ortaklığı başlar. Bu kökleri toprakla bütün bir toplumun temeli için hayati bir değer taşır. Toplumlar ağaçlar gibidir. Gövdesinde yer yer derin çatlaklar, dallarında tünemiş kanatlı duygular olsa da kökünden aldığı güç, nice asırlara ulaşmasına vesile olur. Aile, toplum ağacının değer köküdür. Bu kök ne kadar sağlam kalır ve korunursa, ağaç o kadar gür ve sağlam olur.
Aile, güçlerin yarıştırıldığı, egoların savaştığı bir yapı olmayıp; karşılıklı saygının, kalbin, şefkat ve merhametin merkeze alındığı bir paylaşım alanıdır. Aile, eşlerin ve diğer aile fertlerinin birbirleri ile bilgi alışverişinde bulundukları, karşılıklı büyüyüp geliştikleri bir ortam içinde olmayı gerektirir. Bu bilgi, deneyim ve paylaşım, tasavvufî bir terim ile ilmî, kalbî, enfusî bir miras aktarımıdır.
İyi bir rol model olabilmek, iyi bir dinleyici olabilmek ve öngörülen nasihatleri hayatına tatbik edip yaşayabilmek ile de yakından ilişkilidir. Tasavvufta bu, amel ve ihsan ilişkisi ile açıklanır. Yani sadece bilmek yetmez; onu yaşamla bütünleştirmek, içsel bir uyanışa dönüştürmek gerekir. Yeri geldiğinde herkes birbirinden bir şeyler öğrenebilmeli ve ders çıkarabilmelidir. Bu, kalbin terbiyesi ve nefsin tezkiyesi için zorunlu bir döngüdür.
Ailede bireyler, yaşam tecrübelerini, değerlerini ve kaynaklarını paylaşarak bu ortak sorumluluk sürecini iyi yönetebilmelidir. Bunun için gerekli olan maddi, manevi ve dinî bilgi ile altyapıyı edinmelidirler. İletişim düzeyi net, anlaşılır ve çözüm üretilebilir düzeyde tutulmalıdır. Kriz ve zor zamanlarda, fiziksel ve duygusal destek ile aile içi sevgi, saygı ve dinamizmi korumalıdırlar.
Aile büyüklerini ziyaret etmeli; anne ve babalar başta olmak üzere akraba ve yakınlarının maddi ve manevi, mümkün olduğu kadar beklenti ve ihtiyaçlarını karşılamalıdırlar. Evlilik ile beraber çiftler, “senin annen baban sana – benim annem babam bana” dualitesinden çıkmalı ve buna benzer, aile içi bağ dokusunu koparıp sarsacak ayrımcı laf ve davranışlardan kaçınmalıdırlar. Her iki taraf da anne ve babalarını kendi anne ve babaları gibi benimsemeli, sevip saymalı ve bunu ideal seviyede muhafaza ederek gönüllerini hoş tutmalıdır.
Bu, aile içi muhabbetin sürdürülebilirliği için önem arz eder. Netice itibariyle, şu ana kadar bahsettiklerimiz aynı zamanda çiftler için bereketin kapısını açan fiili bir duadır. Çünkü ebeveynler ve çocuklar, çiftler için sadece sosyal ve ailesel birer figür değildir; ilahi ikramı cezbeden manevi birer rehber ve hayır kaynağıdırlar. Bu ikramın şükrünü eda edebilmenin yollarından biri de anne-babaların çocuklarını güzel ahlak ile İslâm’a ve insaniyete faydalı bir birey olarak yetiştirebilmesi; ilahi emir ve vasıta ve fırsatlara yönelebilmesi ve Sırat-ı Müstakîm üzere azami gayret sarf edebilmesidir.
Nitekim bir hadisi şerifte buyrulduğu üzere: “Hiçbir anne baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bulunmamıştır.” (Tirmizî, Birr, 33; İbn Hanbel IV, 77)
Aile, insanın sevgi, fedakârlık ve sabrı cemil ile Hakk’a yakınlaşmaya vesile; hilkatin bu azim ile iftihar vesilesine dönüştüğü bir tür ibadet, zikir ve şükür meclisi, ihsân-ı ilâhiyye, terbiye dergahı, ilahi rahmet sığınağı, fena cem makamlarının ve hallerinin yer yer inkişaf ettiği aşkın ilham kaynağıdır.
Evlilik ve aile mikro bir âlem gibidir. Bir yönü ile kâinatın resmedildiği küçük bir kozmostur. İki kalpte doğan muhabbet-aşk-ülfet-meveddet tohumunun, Hak’tan gelen ilâhî bir dokunuş ile güçlü bir enerjiye inkılâp etmesi, elest bezminde kaynaşan ruhların dünyada kavuşmasıdır. Hak yolunda birbirine, nefsi terbiyede cansiparane yoldaşlık, vuslat yolunda sırdaşlıktır. İnsan hayatının en derin köşelerini aydınlatan, şiirlere, gazellere, türkülere, destanlara mevzu olan; içinde yıldızların şuâsını, keşfedilmeyi bekleyen galaksilerin gizemini, jeomanyetik fırtınaların coşkusunu, medcezirlerin vurgusunu, ayın karanlığa ışık olma tutkusunu barındırmakla kalmayıp adeta bunlarla yoğrulmuş kozmik bir mühür gibidir. Bu mühür, içinde ilâhî insicâm ile sadece iki bedeni değil, iki ruhu, iki kaderi birbirine çözülmez bir bağ ile sırlayan, vaktin ötesine taşıyan bir kudret-erke (gizli enerji) barındırır. Hülâsa, insanı başka bir boyuta intikal ettiren ve anlamlı kılan, kalpleri ünsiyet ile birbirine rapteden evlilik ve aile olabilme olgusu üzerine hasbihâl etmiş olduk.
Said Nursi Hazretlerinin de buyurduğu gibi; Nev-i beşerin (insanlık) hayat-ı dünyeviyesinde en cemiyetli (kapsamlı) merkez ve en esaslı zemberek (hareketi sağlayan güç merkezi) ve dünyevî saadet için bir cennet, bir melce (sığınak), bir tahassungâh ise, aile hayatıdır. Ve herkesin hanesi, küçük bir dünyasıdır. Ve o hane ve aile hayatının hayatı ve saadeti ise; samimî ve ciddî ve vefadarâne hürmet ve hakiki ve şefkatli ve fedakârâne merhamet ile olabilir. Ve bu hakikî hürmet ve samimî merhamet ise, ebedî bir arkadaşlık ve daimî bir refakat ve sermedî (devamlı) bir beraberlik ve hadsiz bir zamanda ve hudutsuz bir hayatta birbiriyle pederâne, ferzendâne, kardeşâne, arkadaşâne münasebetlerin bulunmak fikriyle ve akîdesiyle olabilir.
Prof. Doç.Dr. Hasan Kamil Yılmaz hocanın da aileyi el aldığı bir makalesinde geçtiği üzere; sükûn-sekinet-teskin dönemi eşlerin “can-cana”, meveddet dönemi “yan yana”, rahmet ise “şimdi lâzımsın sen bana” dönemleri olarak değerlendirdiği bu bahsi burada şimdilik şu münâcaat mahiyyetinde ayet-i kerimeler ile nihayete erdirmiş olalım.
رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَا اُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَ
“Rabbimiz, bizi sana teslim olanlar yap, neslimizden de sana teslim olan bir ümmet çıkar…” (Bakara, 2/128)
رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ أَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ أَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقينَ إِمَاماً
“Ey Rabbimiz! Bize mutluluk getirecek eşler ve çocuklar bahşet; bizi günahtan sakınanlara öncü yap.” (Furkân, 25/74)


