ŞAİR-YAZAR PERİHAN KOÇYİĞİT
Perihan Koçyiğit’ten Pınar Hocama,
Saygılarımla,
Günaydın kıymetli Hocam. Dünkü tahliliniz, ruhumuza dokunan o
derin izahat, hakikate susamış gönüllere bir su serpti. Böyle paha
biçilmez bir eseri bize kazandırdığınız için minnettarım.
Kitabın tamamına vakıf olmasam da zihnimde yankılanan her bir
kelime, kadim bir sorgulamayı başlattı. İnsanlık, eğer hakikatiyle
bildiği dine sahip olsaydı, bu dünyayı böyle mi yaşardı?
Vicdanlarımızda yankılanan bu çığlığa kulak vermek, her şeyden
önce borcumuzdur.
Müslümanlıktan çok daha öncesinde, insanlığın kalbi daima o
yüce Yaratıcı ‘ya bağlıydı. Okuduklarımdan anladığım
kadarıyla, eserinizde bahsettiğiniz Ra, bir başlangıç
tanrısıdır ve sonraları Gök Tengri adıyla anılan, asırlar
ötesinden gelen bir inancın köklerinde yer almaktadır. Bu derin kökler, Torklar ile
Türklerin aynı kaynaktan beslendiğini fısıldar. Asil ve kadim bir kan
olan “Beyaz kan” Türklerin kanı, zamanla bozulup “A-B” formunu
almış olsa da bu soyluluk damarı kurumamıştır.
Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “Asil kan damarlarınızda
mevcuttur.” deyişi boşuna değildir. O, bana göre, üç, altı ve
dokuzun sırlarına vakıf, yüksek bir görevle seçilmiş bir
insandı. HAY, AY (hayat-ay) kavramının bir geçit kapısı olduğunu
bilmesi ve bu meseleyi “özel meselem” diye nitelemesi, derin bir sırra
işaret eder. Âdem’in yeryüzüne ayak bastığı o kadim mekânın
sırrını, elin yabancısı bilirken, bizler hala gaflet uykusundayız.
Peygamberimizin doğumu müjdelendiğinde dedesinin kulağına
fısıldadığı o yüce isim ‘’Muhammed’’ bir başlangıçtı.
Peygamberimiz ve Ehli Beyit, nurdan yaratılan ilk varlıklardı. Fatma
Anamızın alnından parlayan o yıldız, Zühre (Venüs)
yıldızıdır. Küçük yaşta annem ve babamdan öğrendiğim bu sır,
hala gün dönümlerinde, hilalin yanında beliren o yarıçaplı
Zühre’yi gördüğümde beni duaya ve salavata yöneltir. Duaların
kabul olduğu, seçilmiş bu günlerde bir hafta boyunca görünür o
nur. Mevlana ve Hünkâr Hacı Bektaş Veli Efendimiz gibi erler, bu
kozmik sırlara muvafık idiler.
İnancımızda dişil enerjinin varlığına duyulan o derin saygı,
Hünkâr Hacı Bektaş Veli Efendimiz ‘in Üç Bacılar Derneği’ni
kurmasıyla cisimleşir. Zira din, bu evrensel bilimden ayrı değildir,
sadece inanış biçimleri ve kültürel formları farklıdır.
Gelenek ve göreneklerimizin çoğu, kadim şaman inancının bir
parçasıdır ve bizi biz yapan değerler olarak günümüze kadar
ulaşmıştır. İnsanlık, önce Kızıl Elma’nın, Kur’an’da geçen
114 surenin ve Fatiha’nın neden yedi ayet olduğunu ve neye hitap
ettiğini idrak etseydi, yedi duyu organını anlar, ‘’KÜN KÜN’’ diye atan
kalbinin sesine kulak verirdi. Su, Toprak, Hava, Ateş: Bunlar bizim
yaşam kaynağımızdır. Her şey, doğayla mükemmel bir uyum
içerisindedir. İnsan, Rahimiyet enerjisinin bir parçasıdır ve
kadın, bu enerjinin en büyük kaynağı, ana damarıdır.
Geliniz, bu kadim bilgeliğin ışığında bir olalım, iri olalım,
diri olalım! Dünya boş değildir; cennet ve cehennem boşuna
yaratılmamıştır. Herkes, kendi ateşini beraberinde götürür. Biz,
bu dünyaya bir görev üzere geldik. Ne bu beden ölümlüdür ne de
ruh…
Saygılarımla, Pınar Hocam
Editör Hüseyin bay


