Her şey bir titreşimle başladı.
Karanlığın içinden yükselen bir ses… Sessizlikte çınlayan, hiçbir yere ait olmayan ama her şeyin kaynağı olan bir nefes: Om (Aum).
Bir an için gözlerini kapat. Derin bir nefes al. İçinden sessizce “Om” titreşimini geçir. Dikkatle dinle: Sadece bir ses değil bu, bir dalga, bir titreşim… Kalbinde yankılanan, zihninin kıyılarına çarpan, evrenin damarlarında dolaşan bir nefes…
Om, sadece bir hece değil; varoluşun ilk kıvılcımıdır. Hint geleneğinde “pranava” olarak bahsedilen: nefesin içindeki ses, yaratılışın öz melodisidir. Mandukya Upanişad’a göre üç hâli kapsar: uyanıklık, rüya ve derin uyku. Ama bunların ötesinde, dördüncü bir hâl vardır ‘turiya’ saf bilinç, kelimelerin ötesi. İşte Om, bu bilinç haritasının anahtarıdır.
Om’u çevreleyen mandala, rastgele çizilmiş bir desen değildir; aslında kozmik bir haritadır. Her çizgi, her kıvrım, varoluşun matematiğini taşır. Bu geometriler, göze değil ruha hitap eder. Onlara baktığında, evrenin içsel simetrisini görebilirsin.
Lotus çiçeği, çamurun içinden yükselip lekesiz açar. Tıpkı bizim, dünyevi sıkışmışlıklardan sıyrılıp saf ışığa uzanış yolculuğumuz gibi…
Mandalanın içindeki spiraller, Hermetik geleneğin “ritim” ilkesini fısıldar: her şey akar, kıvrılır, geri döner. Hiçbir şey durağan değildir; evren, sonsuz bir nefes alışveriştir.
Doğu geleneklerinde Om, evreni var eden ses titreşimi olarak bilinir. Yoga metinlerinde mantraların tohumu olarak kabul edilir; her sesin kökünde Om vardır. Tantra’da bu titreşim bedenin enerji kanallarıyla rezonansa girer.
Kabala geleneğinde ise bize Tanrı’nın ışığından (Ohr) doğan yaratılışı anlatır. Ses yerine ışık öne çıkar ama özde aynı gerçeğin farklı yüzüdür: evren bir titreşimden, bir dalgadan inşa edilmiştir.
Kimi mistikler Om ile kitabi dinlerdeki Âmin/Amen arasında bağlantı kurar: ikisi de evrensel bir onay, bir yaratılış mührü gibidir. Zohar’ın satırlarında, Tanrı’nın isimlerinden biri olarak Om’a değinildiğini söyleyen yorumlar vardır. Farklı gelenekler, farklı diller… ama kök aynı: her şey titreşimle başlar…
Om’un en büyük sırrı, seste değil, sesin ardından gelen sessizliktedir. Mantrayı tekrar eder, titreşimin bedeninde dolaştığını hissedersin. Sonra birden… durur. İşte o an, gerçek kapı açılır: sesin bittiği yerde, saf varlık başlar.
Bu yüzden Om sadece söylenmez, yaşanır.
- Meditasyonda tekrar edilir, nefesle uyumlanır.
- Mandala içinde görselleştirilir, dalgaları hissedilir.
- Sessizliğe bırakılır, öz bilince ulaşılır.
Modern araştırmalarda, Om’un beynin dalga yapısını değiştirdiğini, zihni dinginleştirdiğini göstermektedir. Ezoterik bilgelik, bugün bir kez daha bilimin kapısını zorlamaktadır.
Om bize şunu hatırlatır: Biz sadece et ve kemik yığını değiliz, biz aynı zamanda titreşimiz. Mandalanın ortasında, lotusların açtığı yerde, sarmalların döndüğü merkezde duran bir gerçek var: hepimiz aynı kaynaktan nefes alıyoruz.
Evrenin bütün sesleri, bütün duaları, bütün fısıltıları tek bir noktada birleşir: sessizlikte. İşte tam o sessizlikte Om yankılanır.
Belki de bizim tek görevimiz, o titreşimle yeniden uyumlanmaktır.
Şimdi sen de dene: Derin bir nefes al. Gözlerini kapat. İçinden ya da sesle “Om” de. Sesin titreşimini kalbinde hisset. Sonra sessizliğe bırak kendini. Dinle… Sessizlik sana konuşacak. İşte orada, tam o noktada, evrenle bir olduğunu hatırlayacaksın.
Editör Fatma Karataş
Yazarın Kitabı




