Büyük hayallerle başladığı hastanedeki işine erkenden geldi Esma. Hiç böyle hayal etmemişti, işe başlayalı daha beş ay olmuştu ama bu onun için yıllara bedeldi. Kafeteryaya indi, bir fincan kahve alırken Merve ile göz göze gelip selamlaştılar. Arkadaşı, Esma’nın yüzündeki donukluğu görünce yanına geldi, “Hayırdır, ne oldu Esma, canın sıkkın gibi. Uzun zamandır gözümden kaçmıyor, neyin var kuzum?” deyince uzun uzun baktı gözlerine. Omuzlarını silkip “Anlatsam ne olacak baksana şu halime. İşe girdim, diye sevinçten ölüyordum oysa şimdi ne kadar yanlış bir meslek seçtiğimi acı bir şekilde anlıyorum.” dedi. Merve duydukları karşısında hayretle “Neden bu kadar bıkkınsın?” dedi. Esma, buruk bir tebessümle arkadaşına baktı, iki yudum kahvesinden içip bakışlarını yere indirdi, yutkunduktan sonra anlatmaya başladı.
“Nasıl bıkkın olmam, geçen hafta birini getirdiler, yirmi beşinde gencecik bir kızdı. Yeryüzünün nadidesi, anasının göz bebeği, babasının gül goncası… Boylu boyunca uzanmış, elinde küçücük bir not sessiz, sakin yatıyordu… Onu ecelin pençesine gönüllü iten daha yaşamın anlamını kavramadan vazgeçiren neydi? Geride bıraktıklarının dünyasını başına yıkan şey de tercihini, emanete ihanet olarak kullandı. Bıraktığı tek miras küçücük bir not: ‘Anne affet” idi.”
Yaşlı bir kadın gözleri açık önünde upuzun yatar. Buz tutmuştur çelimsiz bedeni, elindeki kırışıklıklar, yüzündeki çizgiler yılların yorgunluğunu anlatır. Hayatındaki tecrübenin, bilgeliğin resmi belli. Dili söylese acaba hangi maharetinin sırları dökülecek dudaklarından. Binbir hikayenin hapsolan bedenine bıraktığı izler ne kadar da derin.
Başka bir yaşanmamış hayat gelir önüne. Dudakların titrer, yüreğinde ateş yanar. O gün günlerden acıdır. Gökyüzü, yas tutar gibi karabulutlarla kaplanır. Göz pınarlarına yaş inmiş de ha düştü ha düşecek gibi çünkü bu kez önüne konulan misafir; küçücük bir beden, öyle masum öyle zayıf ki… Önündeki körpe bedene adeta korku sinmiş. Tenindeki titremeler o korkunun sürüncemesi. Yarım kalmış bir gülüş akar o gül yüzünden, dudak kıvrımlarına gizlenmiş hıçkırıklar… Küçük omuzları mosmor kararmış ve çökmüş sanki yılların eseri gibi.
Sapsarı saçları, elinde sıkı sıkı tuttuğu bez bebeğiyle minik kız çocuğu geldi bu kez o soğuk, ürperten, buz tutmuş haneye. Ağzında kalan son lokma ve gözlerinde yaşla. Sıkı sıkı kapalı gözleri sanki dünyanın kirini görmemek için kendisi sıkıyor gibi laçkalaşmış dünyayı görmek istemiyor. Titrek dudakları bir şeyler fısıldıyor sanki. Gözyaşı, tozlu yüzüne kara çalmış, dünyanın tüm kirini yüzüne sıvamış. Çamura bulanan yanaklarının alı gitmiş. Ayağının biri çıplak, diğerinde kulakları kopmuş bir terlik var, parmağına takılı kalmış. Her yeri yırtılmış elbisesi yeşilin en güzel tonu. Feri sönmüş gözlerini açıp bakıyor doktor. Belli ki bir hayat emaresi arıyor. Çimen yeşili gözleri, bu dünyaya yönünü çoktan çevirmiş.
Bugüne kadar birçok ölü gördüm. Trafik kazaları, intiharlar, cinayetler… Bana, ‘Neden bıktın?’ diyorsun ya, benim aklıma yarım kalan hayatlar, gerçekleşmemiş hayaller henüz yola bile çıkmamış ömürler geliyor. Kim bilir ne planları vardı her birinin. Her nefeste ayrı hikaye, her bedende ayrı bir yük. Zamanla cansız bedenlere alışıyorsun, o an anlıyorsun ki yaşamla ölüm arasında sadece bir nefes var.”
Morg görevlisi Esma sustu. Merve duydukları karşısında donakaldı ne diyeceğini bilemedi. Sadece dudaklarından “Allah kolaylık versin böyle olduğunu bilmiyordum.” sözü döküldü. Esma, sessizce yerinden kalktı. Yorgun gönlü, hüzünlü bakışları, acıyan yüreğiyle dışarı çıkarken derin derin iç çekti.
Yazarın Kitabı



