Gün de yoruluyor sanki ben yorulunca. Hava buz kesmiş. Dışarıdayım ve sıcak bir şeyler içince içim ısınacakmış gibi hissediyorum. Yağmur nefes aldırmıyor. Şemsiyem görüş alanımı daraltmış. Kaldırımda yürürken yabancısı olduğum bu semtte bir kafe arıyorum. Zaten hiçbir caddede bu amaç uğruna fazla uzun sürmez bu yürüyüşler. Yine de en fazla on adım sonra aradığımı bulmuş olmanın sevinciyle adeta dalıyorum ortama. Ben her zaman kararsız kalırım eğer ki boş masa çoksa. Kafe, tabiri caizse ana baba günü. Bana kalansa en ücra köşe. “Hadi bakalım,” deyip ağır ağır hedefime doğru yürüyorum. Sandalyemi çekip montumu üzerine asıyorum. Şemsiyemi hemen ayaklarımın dibindeki şemsiyeliğe koyuyorum. Garsonun gelmesini beklerken çevreyi şöyle bir süzüyorum. Bulunduğum mekânlarda etrafımdaki insanlara göz gezdirmeyi severim. Bir de dekoru alışılmışın dışındaysa doğru yerde olduğumu düşünürüm hep.
Oğlum ve kızım etrafı kolaçan etme huyuma çok kızar. Onların mantığı “ye, iç ve çık.” Çevrendekilerle göz göze bile gelme. Oysa daha dün otobüste tek koltukta otururken arkamdaki adamın varlığından ürperdim bir an. İster paranoya deyin ister tedbir. Adamın biri, yakın geçmişte karşısına çıkan hiç tanımadığı kadını kılıçla öldürmemiş miydi? Bazen kazara yaşadığımızı bile düşünüyorum. Trafikteki teröristler, düğünlerde silah çekenler, asker uğurlaması yapanlar, şizofrenler… Hepsi birer potansiyel katil. Belki tehlikeden sakınıyorumdur kendimi. Neyse, nasılsa yalnızım şimdi.
Tam karşı masamda 20’li yaşlarda bir kadın görüyorum. Uzun saçları ve uzun çizmeleriyle çok alımlı. Balıkçı yaka kırmızı kazak, siyah kot pantolonuyla renk uyumunu yakalamış. Tam yanındaki duvarda melek kanatları çizimi var. Karşısındaki adam da 30’lu yaşlarının başında sanırım. Bazen derim, bazı adımlar bazı kadınlara hiç yakışmıyor. Adam öylesine alelade ve renksiz giyinmiş, yetmemiş bir de kirli sakal bırakmış ki “Dostlar alışverişte görsün,” dersiniz. İkisi de konuşmuyor, sürekli telefonlarına bakıyorlar. Parmağı telefonun üzerinde sabitken adam arada bir gülümsüyor. Sonra başparmak ekranda aşağıdan yukarıya doğru hareket ediyor. Kadınsa kolunu alabildiğine uzatıyor. Telefon parmaklarının ucundan düştü düşecek. Belli ki en güzel açıyı yakalamaya çalışıyor. Sonrasında adama uzatıyor telefonunu. Muhtemelen, “Aşkııım! Fotoğrafımı çeker misin,” diye soruyor. Adamsa kızın kendisiyle ilgilenmesinden hoşnut bir vaziyette, “Tabii ki, biz ne için duruyoruz burada,” gibi cümleler sıralıyor olabilir. O sırada kadın fotoğrafını paylaşınca kaç beğeni alacağının hesabı içerisinde değilse ben de bir şey bilmiyorum. Birkaç saat sonra belki adam da beğendiği kıza yapılan beğenilerle gururlanıyor olacak. Belki de kendini beğenilerin sorumlusu olarak görüp huzursuz olacak.
Kız birkaç kez arka arkaya fotoğrafı silip tekrar çektirirken arada kahvesini yudumlamayı da ihmal etmiyor. En sonunda yüzüne yayılan mutluluk ifadesinden anladım güzel bir an yakaladığını. Kız mutlu artık. Parmağı telefonun üzerinde adeta dans ediyor. Adamsa kendi dünyasına dalmış bazen gülüyor, bazen yüzünü bir hüzün kaplıyor. Aynı ortamda ayrı dünyalar kurmak belki bir gün bitirecekti onları, ama bugün o gün değildi. Oysa kız yan dönse melek kanatlarıyla kucaklaşacak ve bu kadar cebelleşmeyecekti elindeki aletle. Kalan vakitte geleceği konuşabileceklerdi belki de.
Adam, elindeki telefonu cebine koyuyor, masa numarasına bir göz atıyor ve hızlı adımlarla kasaya doğru ilerlerken kadın hâlâ peluş montunu giymeye uğraşıyor. Ben de arkalarında bıraktıkları boş fincanın hatır hesabını kasa fişine yüklediklerini düşünürken yağmurun durduğunu fark ediyorum. Haydi, diyorum kendime, yolcu yolunda gerek.


