Yazar: Fatma Karataş
Karanlık bir hiçliğin içinden bir uğultu yükselmeye başladı. Gözlerim kapalı olsa da sanki raks eden bir rüzgâr bedenimle oynuyordu. Yavaşça gözlerimi araladığımda, kendimi odamda değil ormanda buldum. Hızla yerimden kalktım. Tutulmuş bedenimi gevşetip etrafıma baktım. Buraya nasıl geldiğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Beynim bana komut vermeyi unutmuş, şaşkınca etrafıma göz gezdiriyordum.
Yavaşça yanımdaki ağaca tutunarak ayağa kalktım. Karanlık ormanda nereye gideceğimi bilmeden yürümeye başladım. Bu sırada bacaklarımda bir ağrı hissettim. Ayağımı burkmuşum anlaşılan. Üstüme baktığımda toz toprak içinde olduğumu, ayrıca kıyafetlerimdeki kan lekeleriyle durduğumu fark ettim. Bana ne olmuştu böyle?..
Bana ne olduğunu anlamaya çalışırken arkamdan gelen tiz bir hırlamayla korkarak yerimden fırladım. Şu an karşımda devasa bir yaratık vardı. Korkudan ne yapacağımı şaşırmış durumdaydım. Bu ne üdüğü belirsiz şey mitolojiden fırlamış gibiydi. Ayıdan büyük cüssesi, siyahımtırak gür tüyleri, uzunca tırnakları, sivri dişleri, kocaman gözleri ve kocaman ayakları korkudan ağlamam için yeterli bir sebepti. Bana avını ağına düşürmüş bir avcının gururlu bakışlarıyla bakıyordu.
Geriye doğru sürünmeye başladım ve burkulmuş ayağıma rağmen olanca gücümle koşuyordum. Yaratık, avını kaybetme korkusuyla hemen peşimden geldi. Aşırı korku ve yorgunluktan kalbim göğsümden fırlayacakmış gibi atıyordu. Onun elinden kurtulmam neredeyse imkânsızdı ama o şeyin akşam yemeği olmaya hiç de niyetim yoktu. Her adımda ormandan farklı hayvanlar fırlıyor, ansızın ortaya çıkışları beni daha da korkutuyordu.
Karanlık ormanda nereye gittiğimi bilmeden ağaçların arasında koşuyordum. Umarım yardım edecek birilerini bulabilirdim. Arkamdan gelen kükremeyle dizlerimin bağı çözüldü yere düştüm. Bana fazlasıyla yaklaşmıştı. Gerisin geriye sürünmeye başladım. Beni anlamayacağını bilsem de canımı bağışlaması için ona yalvardım. “Lütfen, lütfen canımı bağışla! Bu ormanda sana veya bir başka hayvana zarar vermedim.”
Yaratık hırladı. Yanlış bir şey söylemiş korkusuyla; “Affedersin, hayvan demek istemedim. Demek istediğim şey şu ki ormanın saygı değer canlılarını, varlıklarını rahatsız edecek, onlara zarar verecek hiçbir teşebbüste bulunmadım.” dedim. Bana dikkatle bakıyordu. Acaba ne dediğimi anlıyor muydu? Birden ormandaki her köşeden hırıltılar ve fısıldamalar yükselmeye başladı. Burada ona benzer kaç tane daha yaratık vardı? Sesler gittikçe yaklaşmaya başladı. Ormanın her köşesinden siyah ve beyaz silüetler süzüldü, yavaş yavaş şekillendiler. Bu gördüklerim karşısında gözlerim korkuyla büyüdü, tüylerim diken diken oldu, damarlarımda kanım çekiliyormuş gibi hissettim. Sanki orada yokmuşum gibi fısıldaşmaya devam ettiler. Seslerini duyuyordum ama aksanları bana tamamen yabancıydı, dediklerini anlayamıyordum. Beni kovalayan yaratık da onlara korkuyla ve şaşkınlıkla bakıyordu.
Artık kurtulma şansım hiç yoktu. Sessizce fısıldamalarını bitirip bana dönmelerini bekledim ama hiçbiri bakmadı. Acaba fani gözlerle doğaüstü varlıklar arasında bir perde mi vardı, yoksa beni gerçekten görmüyorlar mıydı? Bunu anlamanın tek yolu vardı. Cesaretimi toplayıp ayağa kalktım. Seslenemedim ama birkaç ses çıkarmaya çalıştım. Bazıları sesin geldiği tarafa baktı ama beni fark etmiş gibi durmuyorlardı. Demek ki beni görmüyorlardı; peki onları nasıl görebiliyordum? Bu tamamen bir muammaydı. Peşimdeki yaratık ise transa girmiş gibi gözlerini onlardan ayırmıyor, kocaman elleriyle sürekli hareket ediyordu. Fırsatı değerlendirip gözlerimi onlardan ayırmadan sessizce geriye adım attım. Uzaklaştıkça adımlarımı hızlandırdım ve koşarken karanlığın daha derinine saplandım. Ormanın bu gotik havası, “asla burada kurtuluşun yok!” der gibiydi. Uğultular tekrar başladı, bu sefer ismim defalarca kez yankılanıyordu. “Kaden. Kaden!’’
Bu sesler fazla rahatsız edici olmaya başlayınca koşmayı bırakıp beni çağıran seslere karşılık olarak bağırdım. Sesler, keskin bıçak gibi kesildi. Ne olduğunu anlamadan karanlıkta, çok yakından yüksek bir gürleme sesi duydum. Peşimi bırakmamıştı. Tekrar koşmaya başladım. Koştukça ağaçlar seyrekleşmeye başladı. Anayola çıkarım umuduyla koşmaya devam edecekken devasa bir uçurumla karşılaşınca tüm umutlarım suya düştü. O da gelmişti. Koşmayı bırakıp öylece bana bakmaya başladı. Yolun sonuna yaklaştığımı biliyor gibiydi. Yüzünde gülümsemeye dair ince bir çizgi yakaladım ancak gülümsediğine emin olamadım. Bir uçuruma bir de ona baktım. Bir yerlerde duymuştum: Yüksekten düşenler ortalama on dakika acı çekermiş. Bilim insanları, ölüme yaklaşırken beynin yedi dakika boyunca güzel anıları film şeridi gibi gösterdiğini söylüyordu. Bu uçurumdan atlarsam eğer yedi dakikası yaşadıklarımı düşünerek geçse üç dakika boyunca da acı çeker ölürüm. Ama olur ki atlamayıp onun beni yemesini beklersem uzuvlarımın tek tek koparılışlarına ve nasıl yediğine şahit olacaktım. Bana bakmaktan sıkılmış yavaş adımlarla üstüme doğru yürüyordu. Uçuruma son kez baktığımda ikisinin arasında kalmamın söz konusu dahi olamayacağını düşündüm. Daha fazla yaklaşmadan son bir koşu ile uçuruma yaklaştım ve hiç düşünmeden kendimi boşluğa bıraktım. İlk saniyeler kuş gibi süzüldüğümü hissettirdi. İnsan olduğumu unuttum, gökte süzülen bir varlık gibiydim. Ama yere yaklaştıkça gerçekler yüzüme balyoz gibi çarptı. Birkaç saniye içinde yere çakılacak ve belki de acı içinde ölecektim. Pişman oldum. Kurtulmak istiyordum. “İmdaat!” diye bağırdım. Boş bir haykırıştı benimkisi. Gözlerimi kapattım. Kollarımı ölüme açtım. Ve beklenilen an geldi, düştüm. İlk hiçbir şey idrak edemedim. Beynim büyük sarsıntı geçirdi. Ormanda yaşadığım her şey bir an zihnimden silindi. Sonra tüm bedenime yayılan büyük bir acı peydah oldu. Titremeye başladım. Her yerim aynı anda ağrıyordu, haykırmak istiyordum ama sesim bile acıyordu. Beyaz ışığı gördüm, doğruymuş demek.
Karanlık ve dar bir yerdeyim. Her yere tekme atıyor, kendime alan açmaya çalışıyorum. Açlık tüm bedenimi sarıyor. Sonra bir şey değişiyor. Çok uzaklardan gelen çığlıklarla adeta başka bir yerlere çekiliyorum. Bedenim acıyla yanıyor, ayaklarımdan başlayan yırtılmalar ve kopmalar her zerreme ulaşıyor. Tekrar o ana dönüyorum. Her çığlıkla etraf biraz daha aydınlanıyor. Bir şeyin beni tutmasıyla aklım dank ediyor. Annemin karnındayım ve dünyaya geliyorum. Yaşadıklarıma inanamıyorum. Bir anda karanlıktan aydınlığa çıkarılıyorum. Hem burada hem orada ağlıyorum. Beni, annemin kucağına veriyorlar. Yorgun ama gözleri ışıl ışıl, yüzüme defalarca öpücük konduruyor ve “hoş geldin bebeğim.” diyor. Acı, adım adım gövdeme yaklaşıyor. Gözlerimden yaşlar süzülüyor. “Anneciğim beni şimdi de kucaklayıp öper misin? Ölüyorum ben”
Bir dakika, neler oluyor? Az ileride başta belirsiz görünen silüetler giderek belirginleşiyorlar. Doğru mu görüyorum? Evet, annem ve babam biraz uzağımda beni yanlarına çağırıyorlar. Büyük bir çabayla ayağa kalkıyorum. Her adımımda annem sevinçle çığlık atıyor. Babam ise, “aslan oğlum!” diye bağırıyor. Bu beni daha da mutlu ediyor. Onlara yaklaşmak için adımlarımı hızlandırıyorum. Onlara doğru koşuyorum ama yetişemeden düşüyorum. Canım çok yanıyor, ağlıyorum. Annem ve babam hemen yanıma, yaramı sarmak için koşuyorlar. “Anne baba, uçurumdan atladım bu sefer. Ama canım, o zamankinden çok daha fazla yanıyor. Yine yaralarımı sarmaya gelebilir misiniz? Acı kollarıma hücum ediyor. Damarlarım kopuyor sanırım.”
Bir görüntü daha beliriyor; bu sefer ilk kez okula gidiyorum. Anneme sarılıyor ve ağlıyorum. Beni okulda bırakacak ve bir daha onu göremeyeceğimi sanıyorum. Onlardan ayrılmak istemiyorum. Okula gitmek istemiyorum. Annem eğilip sarılıyor bana. Burada çok eğlenceli vakit geçireceğimi, birlikte oyun oynayabileceğim bir sürü arkadaşımın olacağını söylüyor. En kısa zamanda gelip alacağını da ilave ediyor. Öğretmen elimden tutup beni okula götürüyor. Arkama dönüp anneme bakıyorum ağlamaklı ifadeyle. Annem, “en kısa zamanda geleceğim!” diye bağırıyor arkamdan
“Anne ben bu ıssız yerde yapayalnızım. Söz vermiştin. Beni ne zaman almaya geliyorsun? Canım çok yanıyor. Ruhum da sancımaya başladı.” Bir görüntü daha beliriyor; bu kez kepimizi atıyoruz. Annem, babam çok mutlu. Benimle gurur duyuyorlar. Okulu birincilikle bitiriyorum. Artık Psikolog oluyorum. Onlar bana sımsıkı sarılıyor. Annem çok duygusal, gözlerinden yaşlar süzülüyor. Babam ise şakalar yaparak anneme takılıyor. Annem gülerek ağlamayı bırakıyor babamla tatlı tatlı atışıyorlar. Sanki bir film gibi görüntüler birbiri ardına beliriyor. Bu kez evleniyorum. Annem çok mutlu, yanaklarında mutluluk gözyaşları üzülüyor. Ben ise bu mutlu anımda babamı arıyor, ama bulamıyorum. Nikâh memuruna aynı anda, mutlulukla “evet” diyoruz karımla. Nikâh kıyıldıktan sonra annem yanıma geliyor ve beni sıkıca kucaklıyor. Babamı düşünüyorum an yoktu, sonsuza kadar. “Babacım, sana güzel haberim var. Yanına gelmeme sadece saniyeler kaldı. İçimde bir şeylerin patladığını hissediyorum. Tanrım, bu nasıl bir acı! Nefesim kesiliyor.”
Ne heyecanlı, gördüklerimi izlemek. Bu kez karım hamileydi. Doğum sancıları başlamıştı. Telaşla arabayı hazırladım ve onu kucaklayarak arabaya koydum. Annem telaşlı bir şekilde arka koltukta karım ile oturuyordu. Sürücü koltuğuna geçip gaza bastım. Karım çığlık attıkça hızımı artırıyordum. Annem çığlıklar arasında bana sesleniyordu: “Arabayı yavaş sür, kaza yapacaksın!” Kulak asmadım. Karımı hastaneye yetiştirmem gerekiyordu.
Sonra keskin bir beyaz ışık, aniden gözlerime çarptı ve yönümü şaşırdım. Araba yuvarlandı. Annem ve karımın çığlıkları kulaklarımda yankılandı. Ardından sessizlik çöktü. Her şey bir karanlığa gömüldü. Gözlerimi hastanede açtım. Artık ne annem vardı ne de karım. Çıldırmışçasına her yeri birbirine katıp hastaneden kaçtım. Ormana kadar koştum. Bir yerlere takılıp düştüm. Her yer yine karanlıktı. Gözlerimden yaşlar akıyordu. Bu sefer canımın acısından değil; ailemin yok oluşuna ağlıyordum. Korkunç yaratık yanıma geldi. Yaklaştıkça bedenini değiştiriyordu, her türlü bedene giriyordu. Dibime kadar geldiğinde küçük bir köpek bedenindeydi. Yüzümü yaladı. Bu bizim köpeğimizdi.
Nefesim kesiliyordu. Ruhum bedenimden çıkmak için can atıyordu. Son kez, kendi beslediğimiz köpeğe baktım. Ölmeye saniyeler kalmıştı. Gözlerimi kapattım ve bedenim, yıllarca içinde rehin tuttuğu ruhumu nihayet özgür bıraktı.
Editör-Kübra Çakar



23 Yorumlar
Adrenalini hissettiğim betimlesi çarpıcı olan güzel bir hikayeydi.
Ölümün işleyişi çok iyi olmuş o duyguyu verebilmişsin ölmeden önce yaşanan saniyelik akla gelen anılar ve aynı zamanda o tarifi olmayan acıyı bize yansıtabildin tebrik ediyorum seni. Nice güzel öykülere
Çok etkileyici buna benzer öyküleri daha çok okumak ve görmek isterim tebrik ederim yazarı👏👏👏
İnsanı içine alan bir öykü emeğinize sağlık
Kaleminiz daim olsun
Çok güzel bir öykü emeğinize sağlık .
Çok güzel bir öykü olmuş
baya heyecan vericiydi okumaktan zevk aldım güzel beğendim okunması lazım kesinlikle 🫠
Okumaktan çook keyif aldım. 🫠
Çok güzel ve akıcı bir öykü olmuş muhakkak devamı gelmeli.
Yüreğine kalemine sağlık
Çok güzel olmuş kalemine sağlık
Duyguları çok güzel aktarmışsınız tebrikler
Hikaye gerçekten çok güzel. Yazar yaralarımızın en içinde sakladığımız duygulara ulaşmayı başarmış. Adamin çektikleri gözümde canlanıyor adeta ben yaşıyor gibiyim ama sonunun kötü bitmesine bi tık üzüldüm açıkçası
Çok güzel bir kitap olacağına eminim heycanla bekliyorum
Harikaydı bayıldım gerçekten çok güzel yazılmış her detayı farklı güzel okurken çok keyif alarak okudum yazarın emeğine sağlık süperdi❤️
Kitap, okuyucuyu hüzün, umut ve kabulleniş arasında bir yolculuğa çıkarırken aynı zamanda yaşamın değerini hissettiriyor.
İnsanın varoluş mücadelesi, ölüm korkusu ve ruhsal dinginlik arayışı çok çarpıcı bir şekilde işlenmiş
Bayıldımmm😍eline emeğine sağlık çok güzel bir kitap olucak eminimmm❤️
Hayırlı olsun nice okumalara
O kadar güzel yazılmış ki okudukça okuyorsun var
heyecan vericiydi ve merakla okudum emeğine sağlıkk
Tane tane ve akıcı yazılmış çok beğendim.
Sonunda karakterin Ölmesine üzüldüm ama genel olarak çok güzeldi ,çok hoşuma gitti emeğine ,kalemine sağlık