Yazar Nimet Koyuncu
İnsan; havasız, susuz, yiyeceksiz yaşayamaz ama en çokta özgür olmadan yaşayamazmış.
Üzerime atılan dolandırıcılık iftirasından dolayı içeri gireli neredeyse on dört ay olmuştu. Avukatım güya beni çıkarmak için elinden geleni yaptı.
Duruşmaya ne zaman çıksam ya hâkim değişti ya da dosyanın bilirkişi tarafından incelenmesine, tanıkların dinlenmesine, delillerin toplanmasına diyerek belki de beş defa üç ay ertelemeye giderek tutukluluğun devamına karar çıktı. Her duruşma sonrası elimde kelepçe, iki yanımda jandarma eşliğinde, mahkeme nakil aracına bindirilip hapishaneye dönerken ümitlerim kırılmış; içimde bir yerlerde ince bir sızı, aracın tavanında ki pencereden yüzümü yalayıp geçen güneşin sıcaklığı ile başımı kaldırıp göğün mavisini görmek, tekrar umudumu geri getiriyordu.
Güneşin sıcaklığını, bazen yüzümde bazen sırtımda, bazen de bacağımda hissettiğimde içime yayılan huzur hissini, dinginliği hafızamda tutmayı düşündürüyordu. Bu kaçıncı duruşma olmuştu. Bir türlü sonuçlanmayan ceza davası yüzünden, hapishanede yattığım günler uzadıkça uzuyordu. Burada da zaman geçiyordu ama sanki kağnı hızı ile saatin saniye ibresini sayacak yavaşlıkta ilerliyordu zaman.
Yirmi dokuzuncu koğuş, on kişilikti. İki katlı beş ranza karşılıklı sıralanmıştı. Bir tanesi, duvarın birine yanlamasına diğerleri ise başucu duvara dayalı şekilde karşılıklı olarak sıralanmıştı. Dikdörtgen şeklindeki koğuşun, kapı tarafında küçük bir mutfak tezgâhı çay ocağı olarak kullanılıyordu.
Koğuştaki diğer mahkûmlar, çeşitli dolandırıcılık ve hırsızlıktan içerdeydiler. Otuz ve elli yaş arasında olan mahkûmların genç olanları çay getir götür, koğuş temizliği gibi işleri sıra ile yapıyorlardı. Yaşı büyük, iki mahkûmdan birisi, kıdemde önde olduğu için koğuş ağası olmuştu. Bir karar alınacaksa dönüp herkes onun ağzından çıkacak söze bakıyordu. ,
Allah’tan Zeki Abi anlayışlı, idare eden birisi olduğundan her şey yolunda gidiyordu. Gençler, bazen aralarında tartışınca hemen ağırlığını koyuyor, onları susturmayı biliyordu. Hem masum olup hem de gerçek suçlularla arkadaşlık etmeye çalışmak, onların saçma sapan küfürlü konuşmalarına, geyik muhabbetlerine katlanmak, bana daha da yalnız olduğumu hissettiriyor, sevdiklerime daha çok özlem duymama neden oluyordu. “Çay bahane, sohbet şahane,” diye bir söz var ya hani, gerçekmiş meğerse. Sohbeti yapacağın arkadaşını, sen seçiyorsan eğer sohbette şahane oluyor. Bir gün genç çaycımız Ali, çay servisi yaparken bardağın biri tepsiden kayıp asabi Necmi’nin üstüne devrilmesin mi? Bir anda bir bağırış, “Yandım ulannn!” diye. Necmi, Ali’nin üzerindeydi yakın oturduğum için ben ayırmaya çalıştım. “Araya giren dayağı yer” derler ya, aynen öyle oldu.
Bu arada kendimi korumak için birkaç yumrukta ben savurdum. Gardiyanlar gelip bizi ayırdılar. Ne yazık ki kim haklı kim haksıza bakmadan üçümüzde müdüriyetten üç gün hücre cezası aldık. Necmi’yi, önce revire götürdüler, elinin üstü gerçekten iyi yanmıştı. Buraya girmek beterin de beteriymiş. İçim bunalırken, daralmaya başladı. Kendimi nasıl teskin edeceğimi bilemez bir halde bir yatak ve tuvaletin olduğu penceresiz dar bu hücrede saatler geçmek bilmedi. Sadece lamba altında üç gün geçirmiştim.
Koğuşa geri geldiğimde orada ki mahkûmları bile özlediğimi fark ettim.
Artık beraber yenilen bir kap yemek, birlikte içilen bir bardak çay bile içimi ısıtır olmuştu. Hele o gün havalandırmaya çıktığımda güneş ışınları, gözlerimi kamaştırdı. Gökyüzünün mavi genişliğinden gözlerimi, elimle siper etsem de alamıyordum. Çevirip çevirip gözlerimi gökyüzünde dolaştırdım. O uçsuz bucaksız derinlikte, bir martının uçması eşsiz bir güzellik daha katmıştı bu muhteşem manzaraya.
Oturup sırtımı duvara yasladım ve güneşin ısıran ışınlarından kaçmadan öylece iliklerime kadar beni ısıtmasını, annemin bana sarıldığında içime yayılan huzur gibi hissettim. Bu duygu, her şeyden daha kıymetliydi. Bunu ancak yokluğu ile sınananlar bilebilirdi.
Nihayet mahkeme günü geldi çattı. Hâkim karşısında suçsuz olduğumu bir kez daha dile getirdim. Avukatım, mahkemeye bir de tanık sundu. Suçsuz olduğum ispatlanınca beratıma karar verildi. Önce mahkemeden hapishaneye nakledildim, eşyalarımı toplayıp diğer mahkûmlarla vedalaşıp hapishaneden çıktım. Kapının önünde, dışarda olduğuma hâlâ inanamıyordum, ama güneş yine beni bulmuş kucaklayıp sarmıştı yeniden.
Yüzüme vuran gün ışığı,
Hafif çiseleyen yağmur,
Benim için ne kadar kıymetli,
Olduğunu biliyor musun?
Yine geldim yeryüzü,
Toprak ayağımın altında,
Gökyüzü hep baktığım yerde,
Güneş ısıttığı sürece,
Hayattayım, yaşıyorum,
Umutlarım güneş gibi,
Isıtır durur hayallerimi,
Sevdiceğim, dostlarım,
Var mısınız, güneşi, ayı,
Gökyüzünü, toprağı,
Paylaşmaya,
Sizinle daha da artacak 

