Yazar Ertan Armağan
Kasabaya giden yolların her bir karışı; yılların emeğinin karşılığını alan, yüreğinde bir heyecan kasırgası taşırken atanmış olmanın mutluluğunu derin bir sakinlikle yaşayan, halisane bakan gözlerini temmuz sıcağında tarlalarda çapa vuran çocuklardan ayırmamaya çalışırken sorumluluklarının farkına henüz göreve başlamamışken varan, gencecik yeni öğretmen bir kızın umutlu yolcuğuna şahitlik ediyordu.
Minibüs okulun yakınında durduğunda, okumakta olduğu “Çalıkuşu” romanının sayfaların arasına ayracını özenle yerleştiren Ayşe; rahmetli annesinin, ona elindeki kitabı armağan ederken söylediklerini hatırladı. “Kızım, bu kitabı öğretmen olduğun zaman, görev yerine giderken okumaya başla.” dediğinde ömrünün son zamanlarını yaşayan annesine, kitabı ortaokula giderken okuduğunu söyleyememişti. Hafiften nemlenen gözlerini silip okula doğru yürümeye başladığında, kasabanın ilkokulunun etrafının geniş, ağaçlık olmasından memnun oldu. Ayşe, idarecilerle tanışıp evrak işlerini halletti.
Yörenin köyünden olan tecrübeli müdür yardımcısı, genç öğretmenin tek başına gelmesinin altında yatan sebepleri doğru tahmin edip bir şeyler yapması gerektiğini hissetti. Bir önceki gün gelen diğer genç öğretmenin kendini beğenmiş tavırlarını hâlâ unutamıyordu. Kardeşinin iki katlı evinin boş olan alt katı uygundu. Ayşe, evin yolunun tarifini alıp etrafı gözlemleyerek yürümeye başladı. Babası vefat ettiğinden beri uğrayamadığı köyü geldi aklına. Hayvanları otlatmaya çıkaran çocukları gördü. Bir tarafta kerpiçten yapılmış eski evler, başka bir tarafta nispeten yeni olan betonarme binalar vardı. Okulun büyüklüğü, sınıf sayısının çokluğu, kasabada yaşayan insan sayısı hakkında öğretmene fikir vermişti.
Bisiklete binen, bilye oynayan, maytap patlatan çocukların yanından geçti. İçinde bir kıpırtı vardı. Kimi esmer, kimi sarışın, kimi kumral olan çocukların yüzlerine bakıyor; hangilerinin sınıfında bulunacağını merak ediyordu. Evlerin sıklaştığı bir sokağa geldiğinde, çocuğun birinin elindeki mantar tabancasını fark edip ilerledi. Seri hareket edip tabancayı aldığında çocuk, tetiğe basmak üzereydi. “Ne yapıyorsun oğlum, baksana hayvana ne kadar korkmuş. Üstelik bir ayağı topal. Hem bu mantar tabancası tehlikeli. Arkadaşının gözüne de gelebilir.” dediğinde, çocuk: “Abla, ölecek zaten o. Dedem bu kara kediler uğursuz der hep.” diye cevap verdi. Duyduklarına gülümseyerek karşılık veren Ayşe, yaklaştığı kedinin etrafındaki birkaç kedinin ürkeklik içeren ani kaçışını gördüğünde, onların kötü muameleye maruz kaldığını anladı. Kucağına aldığı kara tekirin bakışlarındaki korku henüz devam ederken çocuğa, “Belki benim sınıfımda olursun. Öğretmenim ben. Şu tekiri iyileştirmeye çalışacağım. Başıma bir uğursuzluk gelmediğini görürsen, onlara iyi davranacağına dair söz verir misin?” diye sorduğunda, çocuk başını öne doğru birkaç defa salladı.
Müdür yardımcısının tarif ettiği adrese, bakkaldan bulduğu kutuya koyduğu kara tekirle gelen genç öğretmen, ev sahiplerinin hayvandan dolayı yaşadıkları şaşkınlık dolu karşılamalarına karşın, kedinin bahçede ufak bir yuvada barınması şartını kabul ettirerek bahçe katını kiraladı. Ev sahiplerinin durağa götürme teklifini, çevreyi daha iyi tanımak maksadıyla yürümek istediğini söyleyerek reddedip şehirde kaldığı otele dönmek için son minibüsün kalkacağı meydana varmak üzere yola koyulduğunda, büyük bir müstakil evin önünden geçerken kendisi ile aynı yaşlarda olan bir kızın, anne babasıyla tartıştığını duydu.
“Siz dediniz bana eğitim fakültesi oku, diye. Ne yapacağım burada? Şehirde de ev tutacağım ben.” diye yüksek sesle babasına söylenen kız, çantasını arabaya koyduğunda yoldan geçen sade giyimli Ayşe’yi gördü. Tekrar babasına dönüp “Bu arabayı bana bırakacaksın baba. Git-gel yapmazsam, kafayı yerim burada. Ne işim var buralarda.” derken kapıyı çarpıp arka koltuğa bir hışımla oturdu. Arabanın yanından geçerken başını öne eğen Ayşe, otomobilin açık olan camından gelen sesleri duyuyordu, “Ne yap ne et tayinini aldır bizim oralara kızım. Merkezde de ev tutalım. Canı sıkılmasın buralarda yavrumun. Bak, istifa edeceğim diyor.” Genç öğretmen yanından geçen lüks, siyah arabanın yarı açık camından yüzü belli olan kızla tekrar göz göze geldiğinde, maddi güçleri kendisinden fazla olup sürekli hayatlarından şikâyet eden bazı okul arkadaşlarını hatırladı. Onları hiçbir zaman kıskanmamış, kendi hayatında asla kafasına takmayacağı, ancak arkadaşlarının büyük sorun olarak gördüğü konularda onlara yardımcı olmaya çalışmıştı.
Bütün işlerini tamamlayan Ayşe, eve yerleşip dönem öncesi seminerler için okula gittiğinde, yolda gördüğü kızın adının Aşkın olduğunu öğrendiğinde, onun yeni öğretmen olduğunu tahmin ettiği için şaşırmadı. Garibine giden ise, Aşkın’ın sürekli kasabanın ilkelliğinden, insanların cahilliklerinden, çocukların pasaklılığından bahsederken diğer taraftan onun kıyafet, çanta, ayakkabı markalarından konu açma çabası oldu. Ayşe, konuşmanın bir yerinde öğrenciler için düşündüğü etkinliklerden söz ettiğinde, Aşkın’ın alaycı cevaplarına maruz kaldı. Aşkın, “Ben kendimi hiç zorlayamam, burada bir şeyler yapmaya çalışsan ne olacak? Çoğu buralarda yaşamaya devam edecek. Merkez okullarda olsak o ayrı.” dediğinde, Ayşe acı bir tebessümle yanıt verdi.
Ayşe’nin mantar tabancasına el koyduğu çocuk, tesadüf eseri olarak öğrencisi oldu.
Dönem ilerledikçe Ayşe, öğrencileri arasında seviliyor, onların derslerinin iyi olması için elinden geleni yapıyordu. Kendi sınıfı dışındaki bazı öğrenciler için dahi, yardımcı kaynaklar getirtiyor; teneffüslerde, tatil zamanlarında çocukların dersleriyle ilgilenmeye çalışıyordu. Aşkın ise, yaşı ileri olmayan diğer öğretmenlerle yakınlık kurup her fırsatta onlarla şehre gidip vakit geçiriyordu. Ayşe’nin fedakarlıklarını ciddiye almıyor, dikkat çekmeye çalıştığını düşünürken diğer öğretmenlerin de kendisiyle aynı fikirde olmalarını sağlamakta başarılı oluyordu. Gün geçtikçe öğretmenler odasında yalnızlaşan Ayşe, az sayıda meslektaşı ile iyi anlaşabiliyor, sürekli olarak öğrencilerine yararlı olmanın yollarını arıyordu.
Birgün, İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne gitmek için durağa yürürken otomobilini süren Aşkın’ın, ona attığı nefret dolu bakışları gördü. Aşkın’ın arabadaki arkadaşlarından biri, “Sıkışırız gerekirse, alalım onu da. Baksana ne kadar yorgun. Hava da kötü.” dediğinde, Aşkın: “Almam ben onu. Öğrencilerime beni kötülüyor.” diye cevap verdi. Bir hafta önce azarlayıp ağlattığı öğrenci, Ayşe Hoca’ya sarılmıştı. Bunu gördüğünde, dudaklarını büzüp lavaboya hızlı adımlarla giderken bir öğrenciye çarpıp çocuğu yere düşürmüştü. Öğrencinin ağlamaya başladığını gören Ayşe, öğretmenin rahatsızlığı olduğunu belirtip bilerek yapmadığını söyleyerek onu teselli etmişti.
Milli Eğitim Müdürü ile görüşen genç öğretmen, sınıfında kurmak istediği kütüphane için kitaplar temin etmek istediğini söylediğinde, o sırada odaya gelen Müdür’ün ahbabı olan, yaşlı, zengin bir hayırsever ona yardımcı olacağını belirtti. Yaşlı adam; sakin bir yapısının olduğunu anladığı kızın, öğrenciler için yapmayı düşündüklerini anlatırken duyduğu heyecanın etkisinde kalmıştı. Bir ay sonra, sadece Ayşe’nin değil, tüm sınıfların küçük kütüphanelerini fazlasıyla dolduracak kadar kitap gelirken okula; kimya, fizik ve biyoloji odaları da kuruldu. Okul Müdürü Turan, genç öğretmenin başardıklarından dolayı memnuniyet duyarken Milli Eğitim Müdürü ile kendisine haber vermeden görüşülmesinden duyduğu rahatsızlığı ilettiğinde, aldığı cevap karşısında şaşkınlığa uğradı. “Bana hayır demenizden korktum. O zaman nasıl giderdim? Öğrencilerimin her türlü imkana kavuşmasını isterim.” diyen Ayşe’nin bakışları yerdeydi.
Beş yıldır öğretmenlik yapan Turan, bir yıl önce okul müdürü olmuştu. Okulun idaresi konusunda başarılı, ciddi, iş dışında fazla sorumluluk üstlenmeyen bir tarzı vardı. Genç öğretmenle yaptığı konuşmanın akabinde hayırseverle bizzat görüşüp yardımların hızlı bir şekilde yapılmasını sağladı. Kitapların yerleşimi, bilim sınıflarının kurulumu sırasında birlikte çalışan Ayşe ile Turan’ı, herkes birbirine yakıştırmaya başladı. Okulun müdür yardımcısının Turan’a, “Müdür Bey, sana der dururum evlen evlen diye. İyi ki bizi dinlememişsin. Bak, Allah Ayşe Öğretmeni gönderdi.” dediği sırada, konuşmayı duyan geveze hademenin yaydığı dedikodular tüm kasabayı kapladı. Yarım yamalak işitilen bir cümlenin insanlar tarafından son şeklinin verilmiş hâli “Müdür Bey ile Ayşe Öğretmen birbirini seviyor.” idi. Söylentiler çoğu zaman gerçekten uzak olurken bu örnekte hademe, istemeden doğru bir bilgiyi yaymıştı.
Birbirlerini sevmeye başlayan bu iki insan, hislerini şimdilik saklı tutuyorlardı. Soğuk bir kış günü okul töreni sırasında müdürün Ayşe’ye olan bakışlarını gören Aşkın, uzun siyah pardösünün kumaş kemerini fark etmeden sıkıyor, bir ayağını yere çarpıp dururken rüzgârda dalgalanan uzun siyah saçlarının arasından düşmanını izliyordu. Bir süre önce, şehir merkezinde kafede otururken yanındakilere, “Benim evleneceğim adam uzun boylu, esmer, derin bakışlı olmalı.” dediğinde, aynı okulda çalışan bir kadın öğretmen, “E sen Müdür Beyi tarif ediyorsun. Anlayalım.” diye gülmüştü. O günden beri, okul müdürünün kendisi ile yakından ilgilenmesini beklerken dedikodulardan dolayı afallamıştı. İlk defa şahit olduğu aşkın dışa vurumu karşısında ise sinirlerine hâkim olmakta zorlanıyordu. Bir hafta sonra, Öğretmenler Günü’nde kasabada görülmemiş bir olay yaşanacaktı.
Yirmi dört Kasım günü, öğrenciler öğretmenlerine çeşitli hediyeler alırken Ayşe Hoca’nın sınıfında sadece birkaç öğrenci çiçek getirdiğinde durumu gören Aşkın arkadaşlarına, “Gördünüz mü? Yalakalıkları işe yaramamış. Hayret, köylüler durumu çözmüş. Benimkiler, bana şık bir çanta almışlar. E anlamış öğrencilerim bakımlı bir insan olduğumu.” derken, kitaplarını düzenleyen Ayşe’ye gülerek bakıyordu. “Şuna baksanıza, ne kadar sıkıcı bir tarzı var. Kıyafetleri de öyle.” diye devam etti. O sırada Ayşe’nin kafasında, başıboş sokak hayvanları için barınak kurma düşüncesi vardı. Öğrenci velilerine fazladan inşaat malzemesi olup olmadığını sordurmuştu önceden. İlk Öğretmen Gününde gelen çiçekleri özenle taşıyor, diğerlerinin aldığı nitelikli armağanlara dikkat etmiyordu. Evine girmek için bahçe kapısını açtığında bir sürprizle karşılaşıyor, gördükleri karşısında göz yaşlarını tutamıyordu.
Öğrenci velileri, barınak için topladıkları inşaat malzemelerini at arabalarına yükleyip bahçenin içerisine çeşitli erzakları getirmişlerdi. Velilerden biri, “Hocam, sen bunları kabul etmezsin biliyoruz. Bütün kasabayı, köyleri bu kısa zamanda tanıdın. İhtiyaç sahiplerine ulaştıralım. Doğrusunu bilirsin sen. Çocuklarımızın dersleri sayende iyi.” dediğinde gevşemeye çalışan Ayşe, tekrar ağlamaya başladı. Bir başka veli, “Haydi, Hocam! Barınağı yapalım. Erzakları dağıtalım.” dedi. Kasabanın kedileri ile köpeklerinin bir yuvası vardı artık. Ayşe Öğretmen, kısa zamanda çocuklar ile ailelerine hayvan sevgisini aşılamayı başardı.
Editör: Fatma Karataş


