15.4 C
İstanbul
Cuma, May 10, 2024
okuryazarkitaplar
Image default
AkademiEditörün SeçimiManşetTarih

Orta Çağ Avrupa’sında Anne Olmak

Doç. Dr. Özlem GENÇ

Anne olmak her dönem olduğu gibi Orta Çağ Avrupası`nda da çok değerli ve istenen bir şeydir. Bu dönemdeki kadın algısı her ne kadar çok olumlu olmasa da kadının anne rolü söz konusu olduğunda işler değişiyordu. Elbette anneliği övülen tek anne Hz. İsa`nın annesi Hz. Meryem`dir. Çünkü ilişkisiz hamile kalmıştır. Orta Çağ erkek yazarlarına göre kadınlar Hz. Havva`nın günahının kefaretini ancak böyle ödeyebilecek olan varlıklardır. Malum Hz. Havva`nın işlediği ilk günah neticesinde tüm insanlık günahkar doğuyor ve doğar doğmaz vaftiz edilmeleri gerekiyordu ama kadın cinsi mütemadiyen çocuk doğurarak bu günahın kefaretini ödeme şansına sahipti. Bekâretlerini koruyamayacaklarsa kurtuluşa ermelerinin tek yolu bu idi. (Tim. I, 2:15) Çocuk doğurmak dini hayatı (rahibe hayatı) seçmeyen kadın için en iyi seçenektir.

Dönem metinlerine baktığımızda Orta Çağ yazarlarının kadının annelik rolüne pek ilgi göstermediğini hemen anlayabiliriz. Çoğuna göre kadın, erkeğe özellikle üreme işinde yardımcı olması için yaratılmıştır. İyi bir evlilik, -özellikle üst sınıflarda- çok çocuk demektir. İyi bir eş kocasına çok varis doğurandır. Bu nedenle evlilikten birkaç yıl sonra halen çocuk olmamışsa kadınlar terk edilebiliyor, ailelerine geri gönderilebiliyordu. Elbette bu dinin onayladığı bir şey değildir.

Üst sınıf annelerinden çok çocuk doğurmaları bekleniyordu çünkü çok varis gerekliydi ancak hamile kadının sütünün bebeği zehirleyeceğine inanıldığı için ve üst sınıf kadınlar ortalama 18 ayda bir doğum yaptıkları için bebekler genelde sütanneye verilirdi. Bu sınıfın kadınlarının genelde 8-10 çocuğu olurdu. Sütanneler kadının evinde de yaşayabilirdi ama genelde uzakta olurlardı ve bebek oraya gönderilirdi. Sütannelik dönem koşullarına göre iyi para kazanılan bir meslektir. Sütanne bulma görevi babaya aittir, çocuğuna ve soyuna yakışır bir kadın seçmelidir çünkü çocuk ilk eğitimini ondan alacaktır. Bu anlamda çok zorlanmadıklarını söylemek mümkündür çünkü Orta Çağ Avrupası`nda bebek ölüm oranı çok yüksektir ve yeni doğum yapmış anneler sıklıkla bebeksiz kalmaktadır. Sütanne durumu alt sınıflar için de geçerlidir elbette ancak üst sınıflar kadar yaygın olduğunu söyleyemeyiz. Alt sınıflarda ev hanımı anne yoktur, çocuk bakımına büyük kardeşler ve akrabalar yardımcı oluyorlardı. Bu nedenle alt sınıflarda doğum oranı daha düşüktür. Öte yandan burada çocuk ölüm oranları daha yüksektir çünkü anne evin geçimine katkı sağlamak için çalışmak zorundadır. Bu anneler çocuklarını emzirmek için kendileriyle tarlaya götürüyorlardı. Kaynaklarda bu şekilde tarlaya götürülüp anne çalışırken kenarda uyumaya bırakıldığı sırada vahşi hayvan saldırısına uğrayan bebeklerin kayıtları vardır. Küçük bebekler evde de bırakılamıyordu.

Çocuk sahibi olmak her dönemde istenen bir şeydir. Orta Çağ Avrupası`nda ebeveynler çocuk sahibi olmak istiyor ve onlara ellerinden geldiğince iyi bakmaya çalışıyorlardı. Bebeklerini baş belası ya da sorun olarak görmüyorlardı. Hasta olduklarında üzülüyor, çareler arıyor, iyileşmeleri için her yolu deniyor, kutsal yerleri ziyaret ederek adaklar adıyor, dua ediyorlardı. Buralardan elde edilen arkeolojik veriler hasta ya da engelli çocukları için yollar katederek gelen ebeveynlerin varlığını kanıtlamaktadır. Hatta kaynaklarda çocukları öldüğü, yaralandığı ya da onlardan uzak kaldıkları için feryat figan ağlayan annelere dair de çok sayıda kayıt vardır. Tabi bu feryatlar kilise içinde değildir çünkü kilisede cenazelerde ağlayıp inlemek yasaktır.

Şüpheli ölüm olaylarının kaydedildiği belgelerden ateşe düşen çocuklarını kurtarmak için soluduğu duman nedeniyle ölen anneler olduğunu da görebiliyoruz. Ebeveynlerin çocuklarıyla yakın bir duygusal bağı olduğu, onları koruyup kollamak istedikleri, sevgi ve koruma duygularının çok yoğun olduğu, beşik ya da yürüteç gibi hayatlarını kolaylaştırıcı eşyalar ya da bezden tahtadan oyuncaklar yapmalarından da anlaşılmaktadır. Bu oyuncakları yapmak için zaman ayırıyor, emek sarf ediyorlardı. Annelerin çocuklarını babalarından çok daha fazla sevdikleri ve onlara çok daha yakın oldukları dönem yazarları tarafından vurgulanan bir durumdur. Yalnız bu sevginin akılcı değil duygusal bir sevgi olduğu ve bu nedenle baba sevgisine göre daha az soylu olduğu da belirtilmeden geçilmemektedir. Bu doğal sevgi ayıptır, çocuklar babalarını daha çok sevmelidir çünkü onurun kaynağı babadır ve doğmalarına o vesile olmuştur.

Elbette bugün olduğu gibi her anne sevecen değildir, çocuk istemeyenler ya da istemeden çocuk sahibi olanlar da vardır. Çocuk istemeyen kadınlar özellikle dini hayatı seçen kadınlardır. Geç Orta Çağ`da yaşamış sekiz çocuklu azize İsveçli Brigid gibi anne olan azizeleri saymazsak, bunlar arasında azizeler çoğunluktadır. Aslında kadınlar doğum yapmaktan da çok korkuyorlardı çünkü Orta Çağ Avrupası`nda doğum yapmak hem yeterli bilgi ve ekipman olmadığından hayatını tehlikeye atmak demekti hem de aneztezi olmadığı için çok sancılı bir olaydır. Doğum yapmayı seçen kadın büyük bir riski göze almış demektir. Karolenjlerde kadınların ortalama ölüm yaşının 36 olması çok çocuk doğurmalarına bağlanmaktadır. Bu kadınların sadece % 39`u 40 yaş ve üzerine kadar yaşabilmiştir. İstemeden hamile kalanlar bebeği düşürmeye çalışıyor ama bu çok zor olduğu için doğurup hastane, katedral ya da meclis binası önüne terk ediyorlardı. Doğan bebeğini öldürenlere dair kayıtlar çok çok azdır, bu suçun cezası ölümdür. Çocuğunu terk edenler daha çok ona bakamayacak kadar yoksul olanlardır.

Yeni doğum yapmış annenin bebek vaftizinde resmi bir rolü yoktur çünkü lohusalık dönemi olan altı haftada kiliseye girmesi yasaktır. Vaftiz törenleri ise genelde doğumdan bir hafta sonra bebeğin ölmeyeceğine kanaat getirildiğinde yapılmaktadır. Öte yandan vaftizin ne zaman yapılması ile ilgili çeşitli görüşler olduğundan her yerde ve her zaman geçerli bir uygulamadan bahsetmek doğru değildir. Örneğin Metzli Amalarius doğumdan sonraki dokuzuncu saatte yapılması gerektiğini söyler çünkü Hz. İsa çarmıhta dokuzuncu saatte can vermiştir. 9. yüzyıl İngilteresi`nde bir ay dolmadan yapılması yasayla karara bağlanmıştır. Sadece Paskalya ya da Gül Paskalyası döneminde vaftiz töreni yapıldığı da vakidir. Bebeğin doğduğu gün vaftiz edilmesi ya da kutsal Pazar gününün beklenmesi de yaygın bir uygulamadır. Yeni doğan vaftizi başka bir seçenektir. Bebek ölüm oranı yüksek olduğu için ebelerin üstelendiği bu görev, bebeğin ölümü halinde öbür dünyaya günahkar gitmemesi için yapılıyordu ve bir kadının gerçekleştirebileceği tek kutsal görevdi. Özellikle erken dönemde bazı yerlerde vaftiz olmadan ölen bebeğe dine uygun cenaze töreni yapılmasına izin verilmediği de görülmektedir.

Medieval women at work weaving.

Aile içinde annenin görevleri çok çeşitlidir. Elbette en önemlisi ev halkını doyurmak ve temel ihtiyaçlarını sağlamaktır. Yemek yapmak, su taşımak, ısınmak ya da yemek pişirmek için ateşin sürekli yanık olmasını sağlamak, bu amaçla kuru odun toplamak, ekmek yapmak, giysileri temizlemek, inekten süt sağmak, tereyağı ve peynir yapmak bunlar arasında sayılabilir. Anneler çocukların sağlıklı olmasını da gözetmelidir. Bu amaçla bitkilerden ilaçlar hazırlamak, reçeller yapmak onların görevidir. Köylerdeki ortam kirli ve tehlikeli olduğundan annelere çok iş düşerdi. Çocukları nehre ya da kuyulara düşmekten korumak, yanan ateşlerden, köy içinden geçen atlardan ya da yük taşınan arabalardan uzak tutmak anneye bırakılırdı. Şüpheli ölüm olaylarının tutulduğu kayıtlar bize çocukların özellikle, annelerin pek çok işle uğraştığı öğle vakitlerinde kazara öldüğünü göstermektedir.

Orta Çağ Avrupası`nda insanlar genelde okuma yazma bilmediğinden yazılı kültür çok gelişmemiştir. Bu noktada bilgilerin gelecek kuşaklara aktarılması annelerin görevleri arasında yer almaktadır. Gerek aileye gerek hayata dair değerlerin çocuğa ve geleceği aktarımı annenin sorumlulukları arasındadır. Anne sözlü bir kaynaktır. Kaynaklarda “annemin hatırladığına göre”, “annemden duyduğuma göre” gibi ifadelerin yer alması da bunu örnekler niteliktedir. Yine de bu dönemde anneye eğitim açısından bir rol biçilmemesi ilginçtir. Anne kız çocuklarını korumalı, kötü arkadaşlıklardan, eğlence ortamlarından uzak tutmalıdır ama okul eğitimi söz konusu olduğunda sorumluluğu baba üstlenmelidir. Baba eğitmeli, anne beslemelidir. Kadınların güçlü olmasından yana olan Christine de Pisan her sınıftan annenin çocuğunun ahlaki kuralları öğrendiğinden emin olması gerektiğini, bu konuda sorumlu olduğunu belirtmektedir. Bazı yazarlar annelere ilk duaların öğretilmesi gibi temel dini eğitim görevini de vermektedir. Jean de Arc`a (yak. 1412-1431) duaları ilk olarak nereden öğrendiği sorulduğunda annesinden öğrendiği cevabı alınmıştır. Ayrıca anneler çocuklarına kiliseyi sevmeyi, hava yağışlı olsa bile düzenli olarak gitmeyi, konuşmadan ayinleri dinlemeyi de öğretmeliydiler. Bunlar sadece kız çocuklar için geçerli değildi, erkek çocuklar da dindarlığı annelerinin dizlerinde öğrenirlerdi. Aziz de olan Fransa Kralı IX. Louis`in annesi Kastilyalı Blanche`ın, oğlunun eğitiminde çok önemli bir role sahip olduğu kronik yazarları tarafından bildirilmektedir. Geleneksel olarak anneler yedi yaşına kadar çocuklarının dini eğitimiyle ilgilenirlerdi. Erkek çocuklar bu yaştan sonra resmi bir eğitime başlar ama kızlar genelde anneleriyle kalırdı.

Annelerin köprü olmasının bir diğer nedeni Orta Çağ Avrupası`nda evli çiftler arasındaki yaş farkıdır. Kadınlar genelde erkeklerden 8 ila 10 yaş daha küçüklerdir. Dolayısıyla yaşça çocuklarına daha yakınlardır, onları daha iyi anlamaktadırlar. Ayrıca özellikle tüccar ve zanaatkâr evlerinde babalar sıklıkla uzak ve uzun seyahatlere çıkmak zorunda kalırlardı ve bu durumda annelere çok daha fazla görev düşerdi.

Mektuplardan anladığımız kadarıyla zengin ailelerde anneler çocuklarına uygun eş adayı bulmakla da ilgilenirdi. Her ne kadar kilise evliliklerde aile onayını şart koşsa da bu durum alt sınıflar için pek geçerli değildi. Evlilik döneminde kız çocuklarına koca evinde kocasına ve kayınvalide-kayınpederine nasıl davranması gerektiğini anne öğütlerdi. Kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla annelerin görevleri çocuklar evlendikten sonra da bitmiyordu. Özellikle kız çocuklarının evlerini ziyaret edip her şeyin yolunda olup olmadığını sordukları görülmektedir.

Vasiyetname kayıtları incelendiğinde annelik için sadece biyolojik bağın geçerli olmadığını, bu dönemde evlat edinen kadınlar da olduğunu görüyoruz. Bu durum soylu ailelerde daha yaygındır çünkü evlat edinmek sosyal ya da politik bağın bir yoluydu. Yine de bu yolu seçenler genelde çocuğu olmayan zengin kadınlardır.

Tüm bu bilgileri değerlendirdiğimizde anneliğin zamana ve mekana göre değişen bir duygu olmadığını, Orta Çağ Avrupası`nda yaşamış annelerin günümüz annelerinden farklı düşünülmemesi gerektiğini, çocuklarını her daim koruyup kolladıklarını, sevdiklerini, onlar için endişelendiklerini ve evlenseler dahi irtibatı koparmadıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.

İlgili Haberler

ANKA 3’ün Kuyruğu Neden Yok?

okuryazarkitaplar

Makyaj Derken…

okuryazarkitaplar

Yapay Zeka İle Hazırlanmış Antik Kentler Yapıları

Kardelen Oğlakçıoğlu

1 Yorum

Çağlar Didman Mayıs 8, 2022 at 11:33 pm

Özlem hocam, annelik sizin de ifade ettiğiniz gibi geçmişten günümüze değişmeyecek şekilde, aileyi bir arada tutan , çocuklarının bakımı ve geleceği için can siperane çırpınan yegane unsur olmasına rağmen, yine de erkek egemen topluma bir türlü yaranamamış. Hayatını her daim kısıtlamalar altında, belli kalıplara girerek devam ettirmek zorunda kalmış. Bütün bu zorluklara rağmen tarihin başladığı andan günümüze kadar evladlarına elinden geldiğince iyi bir yaşam sunmuş ve onların koruyucu meleği olmuş. Çokça istifade ettiğimiz güzel bir yazı olmuş. Kaleminize sağlık.

Cevap Ver

Yorum Yap

Kitap, Sinema, Tiyatro, Edebiyat, Tarih, Mitoloji, Müzik, Resim, Gez Gör, Doğa Sporları, Aktüel Bilim, Anadolu, Dünya Mirası, Festival, Fuar, Sergi, Akademi, Yazarlar...