Pazar, Ara 21, 2025
Okuryazarkitaplar
EdebiyatKöşe & YazıManşet

Yüksek Farkındalık

Yüksek Farkındalık Çağında Serbest Enerji: İnsanlığın Bir Sonraki Sıçraması

Yazan: Bike S. Demirkız

Modern çağın zihin modeli “bilinmeyeni” hep “bilinenden” ölçmekte. Her yeni fikri, eski kabullerin terazisine konmaktadır. Bu yüzden farklı olan, hemen “yanlış” ya da “tehlikeli” etiketiyle dışlanır. Oysa büyük devrimler her zaman aklın değil, sezginin kılavuzluğunda doğmuştur.

Orta Çağ’da dinler, inançları “tek doğru” olarak dayatmıştı. Sonra ideolojiler geldi, onlar da “tek doğruyu” bilim veya siyaset üzerinden tanımladılar. Oysa hepsi aynı kalıbın farklı versiyonlarıydı. Her biri, insanı “kendi dışındaki otoriteler” tarafından tanımlanan bir gerçekliğe hapsetmişti.

Bugün artık insanlar bu manipülasyonları fark etmeye başladı. Birçoğu “din dogmalarından” sıyrıldı ama hâlâ “bilim dogmalarına” tutunmakta. Halbuki dogma, adını değiştirse de hep aynı hapishanedir.

Bir şeyin “bilimsel” olarak kanıtlanmamış olması, onun imkânsız olduğu anlamına gelmez. Aynı şekilde, “mistik” olması da onun doğru olduğunu kanıtlamaz. Gerçek özgürlük, akıl ile sezgiyi birlikte kullanabilen bilincin işidir.

Rönesans’ın sanatçıları bunu hissetmişti. Kuantum fizikçileri sezgisel olarak hissetmeye başladı. Ancak Nikola Tesla, bu çağın ötesinde yaşayan adam, bunu biliyordu.

Tesla’nın laboratuvarı sadece elektrik kabloları, bobinler ve şimşeklerle dolu bir mekân değildi. O, insan bilincinin evrensel enerjiyle kurabileceği doğrudan bağlantının farkındaydı. Çünkü onun cümleleri arasında hâlâ yankılanan bir hakikat vardı:

Eğer evrenin sırlarını bulmak istiyorsanız, enerji, frekans ve titreşim üzerine düşünün.”

Tesla, elektriği yalnızca sanayiye değil, insanlığa ait bir hak olarak görüyordu. Onun “serbest enerji” vizyonu, bugünkü ekonomik sistemlerin temeline ters düşüyordu. Enerjinin, doğrudan evrenden elde edilebileceği bir dünya, enerji tekellerini ortadan kaldıracaktı.

Colorado Springs’teki deneylerinde atmosferik enerjiyi iletmeyi başardı. Dünyanın manyetik alanını, iyonosferi ve rezonansı kullanarak kablosuz enerji aktarımı yapıyordu. Ancak bu teknoloji, daha o zamanlar bile “fazla özgür” bulundu.

J.P. Morgan’ın ünlü tepkisi tarih kitaplarına girmedi ama bilinmekteydi:

Eğer elektriği bedava verirsek, onu nasıl satarız?”

İşte o cümle, insanlığın enerji kaderini belirleyen karanlık dönüm noktasıydı.

Tesla’nın Wardenclyffe Kulesi susturuldu, laboratuvarı kapatıldı, notlarının bir kısmı kayboldu. Fakat o fikir, maddeyi aşan enerji fikri, bir kez doğmuştu. Bastırılsa bile ölmedi. Çünkü o fikir, bir zihnin değil, bir bilincin yankısıydı.

Şöyle bir düşünün:

Her evin bir köşesinde küçük bir kutu var. Kutu, evin elektrik sistemine bağlı ama dışarıdan enerji almıyor. İçinde görünmeyen bir enerji alanıyla etkileşime giren, sessizce çalışan minyatür bir jeneratör var. Hiç fatura yok, kablo yok, santral yok. Kutu bir kez üretildi mi, yıllarca enerji veriyor. “Enerji, kutunun içinden çıkıyor” diyebiliriz ama aslında o kutu, evrenin görünmeyen katmanlarına bir geçit.

Bu teknoloji gerçekleştiğinde ne olur?

Birincisi: Enerji artık bir meta olmaktan çıkar. Ne devlet ne şirket bu kaynağı tekeline alabilir. Enerji bağımsızlığı, bireysel özgürlüğün fiziksel hâlidir.

İkincisi: Coğrafya anlamını yitirir. Elektrik hattına bağlı olmadan dünyanın herhangi bir yerinde yaşanabilir. Su üstü evler, dağ köyleri, hatta yüzen şehirler mümkün olur.

Üçüncüsü: Ulaşım devrim geçirir. Her araçta aynı kutu vardır. Yakıt yok, masraf yok, sınırlama yok. Sonraki adım, serbest enerjinin yerçekimiyle etkileşmesi olur ve o zaman “yollar” artık sadece nostaljik bir kavram hâline gelir. Araçlar havada süzülür, trafik üç boyutlu olur. Yukarıya çıkan herkes aşağıdakilerin kargaşasından kurtulur.

Bugün şehirler, enerjinin merkezî üretimi etrafında inşa edilmektedir. İnsanlar iş yerleriyle evleri arasında saatler kaybetmekte. Bu yapay bağımlılık, modern köleliğin görünmez zinciri ama enerji özgürleştiğinde şehir planları da özgürleşecek. Artık “işe yakın oturmak” gerekmeyecek: Ofisler gökdelenlerde değil, insanların kendi bölgelerinde kurulabilecek. Böyle bir dünyada “şehirleşme” bile anlamını yitirecek. Doğa ile iç içe, küçük ama teknolojik yerleşimler yaygınlaşacak ve bu, yalnızca çevresel değil, ruhsal bir dönüşüm olacak.

Serbest enerji kavramı aslında hiç de yeni değil. Antik metinler, kadim semboller ve mitler, enerjiyi “ışık” ya da “yaşam akımı” olarak adlandırır.

Atlantis efsanesi, bu enerjinin en yüksek potansiyelde kullanıldığı bir çağdan bahseder. Kimi ezoterik kaynaklara göre Atlantisliler, dünya kristal ızgarası dediğimiz evrensel enerji ağıyla doğrudan rezonansa girebiliyorlardı.

Bu enerjiye “Vril”, “Prana”, “Chi”, “Odic güç” gibi farklı isimler verilmişti. Atlantis’te bu enerji, devasa kuvars kristalleri aracılığıyla yönlendirilirdi. Kuvars kristali, titreşimleri kaydeder ve yayardı, tıpkı bugün kullandığımız saatlerdeki veya bilgisayar çiplerindeki kristaller gibi.

Yani “mistik” görünen şey, aslında “unutulmuş bir mühendislikti.”

Kuantum çağında, kristal yapılarla bilgi depolama, enerji iletimi ve frekans rezonansı üzerine yapılan araştırmalar, bu antik anlatıları yeniden anlamlandırmakta.

Bir hipoteze göre Atlantis’in çöküşü, enerjiyi bilinçle uyum içinde kullanmayı bırakmalarıyla başladı. Enerji, bir araçtır ancak bilinçten yoksun kaldığında yönünü şaşırır ve yıkıcı bir güce dönüşür.

Serbest enerji, fiziksel bir olgunun ötesinde, bilincin yankısıdır. Evrenin özü boşluk değil; titreşen bir alan, yani sıfır nokta enerjisidir. Kimi fizikçiler “vakum enerjisi”, mistikler “kaynak”, bazıları da “Tanrısal Alan” adını verir. Bu alan hem düşüncelerimize hem niyetlerimize yanıt veren bir sistem gibi işler.

Eğer bir topluluk kolektif olarak belirli bir frekansa örneğin; umut, barış ya da birlik bilincine geçerse sadece sosyal değil, fiziksel gerçeklikte de değişim gerçekleşir.

Belki de “serbest enerji”nin asıl anlamı, elektriği kablosuz iletmek değil, bilinci zincirsiz kılmaktır.

Tesla’nın vizyonu buydu: İnsan, kendi içindeki titreşimle evrenin titreşimini eşitleyebilirse, enerjiyi yalnızca tüketen değil, üreten bilincin parçası hâline gelecektir.

Bugün hâlâ serbest enerji üzerine çalışan bilim insanları var. Kimi kuantum vakumdan enerji çekmeyi, kimi manyetik rezonans döngülerinden sürekli güç üretmeyi deniyor.

Fakat insanlık bu teknolojiyi, tam anlamıyla ancak bilinciyle birlikte yükseldiğinde kullanabilecek. Çünkü “yüksek farkındalık çağı” bir teknoloji çağı değil, bir bilinç çağıdır.

Enerji yalnızca elektrik değil; düşünce, his, niyet, yaşam gücüdür.

Bir gün, her evin köşesinde Tesla’nın hayal ettiği o kutu duracak belki. Ama asıl kutu, insan zihninin içinde:

Bir zamanlar kapanmış, korku ve çıkarla mühürlenmiş, şimdi yeniden açılmayı bekleyen kutu. O kutudan ışık çıkacak ve o, kablosuz değil, sınırsız olacak. İnsanlığın unuttuğu ışık aslında hiçbir zaman sönmedi. Sadece biz, gözlerimizi kapatmayı seçtik.

“Serbest enerji, kablosuz elektriğin değil, zincirsiz bilincin hikâyesidir.”

Editör:Çağlar Didman

İlgili Haberler

Orta Çağ Avrupa’sında Baba Olmak

okuryazarkitaplar

Anı Yaşamak

Comcini

Yıldız Tohumları Gerçek mi?

Ayfer Güney

Yorum Yap

Kitap, Sinema, Tiyatro, Edebiyat, Tarih, Mitoloji, Müzik, Resim, Gez Gör, Doğa Sporları, Aktüel Bilim, Anadolu, Dünya Mirası, Festival, Fuar, Sergi, Akademi, Yazarlar...