15.2 C
İstanbul
Cumartesi, May 11, 2024
okuryazarkitaplar
Image default
AkademiManşetTarih

Orta Çağ Avrupa’sında Baba Olmak

Yazan: Özlem GENÇ

Babalık kavramına genel olarak bakıldığında çoğunlukla geçmişte yaşamış ataerkil toplumlarda babaların sert ve otoriter bireyler oldukları düşünülür ancak son zamanlarda yapılan çalışmalar bunun her zaman böyle olmadığını göstermektedir. Aslında otoriter baba fikri Antik Roma`ya dayanmaktadır çünkü bu dönemde pater familias kavramı doğrultusunda baba ailenin ve aileye dahil olan yanaşma (cliens) ya da kölelerin tabi olduğu kişidir. Yeni doğan çocuğunu kabul etmemek de dahil, hane halkı üzerinde tüm yetkilere sahiptir. Biyolojik olarak kendi çocuklara bakmalarının gerekliliği yasalarda yer bulmaz. Erkek çocuklar evlenseler bile ancak babaları ölürse kendi ailelerinin reisleri olabilirler. Yetişkin bir erkeğin hemen baba olması beklenir çünkü Roma`ya karşı sorumluluklarından biri budur. Çok çocuk sahibi olmak bir erkek için sorumluluğunu yerine getirmek demektir. Roma kanunları babanın oğlunu mirastan mahrum etmesine ya da öldürmesine izin verir ama bunun örnekleri çok azdır ve olanlar da genelde vatana ihanet gibi ciddi suçlardır. Babanın kız çocuğu üzerinde de ciddi bir otoritesi, zina yapmışsa onu cezalandırmak ya da başka biriyle evlendirmek için kocasından boşatmak gibi hakları vardır. Romalılar baba-kız ilişkisine çok önem vermişlerdir çünkü babaların sorumluluğu kızları evlenince de devam etmektedir.

Germenlerde de yoğun bir baba otoritesi vardır, baba isterse çocuklarına bedensel bir ceza verebilmekte, satabilmekte ya da öldürebilmektedir. Siyasi olarak Franklar çalıştığım için onların özelinde bir şeyler söylemem gerekirse, onlarda da baba ve hatta babanın hakimiyetinde olan eşleri yani üvey anneler önemlidir. Örneğin 6. yüzyılda babasının karısıyla evlenen üstelik özgür statüdeki bir Frank erkeğine verilebilecek en büyük ceza olan ölüm cezası verilmiştir. Onlarda da reşit olmak baba otoritesinden ayrılmak anlamına gelmiyordu. Bir erkek çocuk ancak evden ayrılıp kendine yeni bir aile kurduğunda bağımsız olabiliyordu. Düğünler gelinin babasının evinde başlıyordu. Babanın öldürülmesi durumunda tazminatın yarısı oğullara ödeniyordu çünkü ancak en yakın erkek akrabalar intikam alabilirdi.

Hıristiyanlığın ortaya çıkıp yayılması babanın aile içindeki otoritesini bir parça değişikliğe uğratmıştır çünkü artık itaat konusunda öncelikli olan kişi aile içindeki babadan çok daha üstün olan bir varlıktır. İnsanlar artık evdeki babalarına değil başkasına sorumlu olacaklardır. Çocuklar artık babanın malı değillerdir, Tanrı tarafından babanın korumasına emanet edilmiş varlıklardır. Babaların çocuklarını korumaları ve onlara sahip çıkmaları gerekmektedir. Bu durum evlenecekleri kişilere biraz fazla müdahale edilmesine ve tabi baba-evlat arasında sorunlar yaşanmasına da sebep olmuştur.

Bir baba, karısını ve çocuğunu, İspanya’nın Salas kentindeki Marian tapınağına hac yolculuğunda takip ediyor.

Hıristiyan literatüründe baba kavramı çok geçmektedir. bunun sebebi kilise babası denilen çoğu IV. yüzyılda yaşamış yaklaşık 33 önemli yazarın kilise doktrininin oluşmasında belirleyici olmalarıdır. Bunlar yaşlı, bilgi birikimi olan ve kutsal hayatı benimsemiş kişilerdir. 13. yüzyılın sonunda bu kişiler için kilise bilginleri denmeye başlanmıştır. En ünlüleri Hippo Piskoposu Augustinus`tur. Bugün çalışmalarımızda kullandığımız Patrologia Latina olarak isimlendirilen külliyat, bu kilise babalarının Latince yazdıkları metinlerdir.

Orta Çağ Avrupası`na geçtiğimizde aile 11. yüzyıla kadar toplumun temel birimidir ve aile kurmak da çok önemlidir. Bu dönemde aileler çekirdek ailedir, yanaşma ve köleler işin içinde değillerdir. Hukuken baba otoritesinin azaldığını söylemek doğru olmaz ancak Orta Çağ Avrupası`nda başından itibaren kadının ailedeki rolü biraz daha iyileşmeye başlamıştır. Evlilikler artık ömür boyu sürecek bir birliktelik kurmak için yapılır olmuştur. Böylece yeni evlenen erkek çocuklar kendi ailelerinin reisi olmak için evden ayrılmaya hak kazanmışlardır. Evlilik mantığındaki değişiklikten dolayı babalar artık buna itiraz etmeyeceklerdir. Ayrıca babaların evlenen çocukları üzerindeki otoritesi de azalmıştır.

Otoritesi

Feodal sistemin uygulandığı yerlerde babanın otoritesi daha fazladır, o yaşadığı müddetçe hakimiyet, idare ona aittir, öldüğünde ise yönetim en büyük oğula geçmektedir. Bu sistemde ve tabiki 11. yüzyıldan sonra, aile mülklerinin yönetiminin daha çok babalarda olduğu, kadınların geri planda kaldığı görülmektedir. Kadının evlenmeden önce miras aldığı bir mülkü satabilmesi için kocasının izni gereklidir. Dolayısıyla baba figürü sadece evin reisi değil, tüm mülklerin de reisi haline gelmiştir. Bu mülkler babaya miras kalanlar, babanın kendi edindikleri, eşinin çeyizi/drahoması, gelinlerin drahoması, oğulların edindiği mallardır.

Aile içinde babanın otoritesi tartışılmazdır. 13. yüzyılda şöyle bir atasözü vardır: herkes kendi evinde kraldır. Baba sadece çocukları üzerinde değil kendi soyundan gelen torunları üzerinde de hakimdir. Aileye ait malların tek idarecisidir. Sosyal hayatı düzenleyen bazı geç dönem tüzükler babanın kutsal kabul edilmesi gerektiğini söyler. Yaşlı babaya karşı her türlü isyan, hakaret ve hata bizzat baba ya da yargı tarafından cezalandırılabilir. 1415`te Floransa tüzüğünün bir maddesi babaya ya da dedeye, evlat ya da torunu hapsetme yetkisi verir. Giovanni Dominici der ki; çocuklar anne babalarının karşısında ayakta durmalıdır.

Orta Çağ yazarları babayı ailenin reisi olarak kabul ediyor, ona çok yönlü yaklaşıyorlardı. Biyolojik olarak çocuğa insan formunu verendi, teolojik olarak insana günahkarlık aşılamıştı, sosyal olarak kral, efendi ya da diğer otoritelerle özdeşti. Ne olursa olsun sevgi dolu olmalı, çocuğuna ahlaka uygun bir karakter aşılamalı ve çocuğun gelecekteki rahatı için çaba göstermeliydi. Dönemin ansiklopedi yazarları babalığı, bir erkeğin doğuştan gelen sıcaklığını ve aktif gücünü çocuklarına biçim vermek için kullanma sorumluluğu olarak görmüşlerdir. Erkek bunu, döllenme sırasında sperm sağlayarak ve çocukluk döneminde disiplinle erdemin gelişmesini sağlayarak gerçekleştirirdi. Ev yönetiminin ve eğitimin gerçek gücü babaydı. Biyolojik çocuklarını ve çalışanlarını disipline etmeliydi. Sorumlu olduğu kişilere her zaman sevecen yaklaşmalıydı.

Geç dönem Montepellier`den gelen belgelerde ev içinde işlenen küçük suçların ailenin reisi tarafından çözüleceği ve cezalandırılacağı anlaşılıyor. Roma döneminde geçerli olan patria potestas (baba otoritesi) kavramı metinlerde geçmese de unsurlarının halen geçerli olduğu görülüyor. Kıyafetlerin fazla lüks olmamasını kontrol etsin (1365) deniyor. Noter ve mahkeme kayıtlarından karı ve çocuklarını temsil ettikleri anlaşılıyor. Mali kayıtlarda vergi mükellifi olarak geçiyorlar. Aile reisi eğer bir zanaatkar ise sorumlu olduğu kişiler çıraklarını ve çalıştırdığı gençleri de kapsıyordu. 1323 tarihli bir terzi tüzüğünde ustaların çalışanlarını meyhanelere gitmekten, fahişelerle tanışmaktan ve zar atmaktan alıkoyması gerektiği belirtiliyor. Baba ılımlı, adil, ölçülü ve dengeli olmalıydı. Bu dönem ve yere ait vasiyetnamelerde babaların çocuklarını çok sevdiklerini kullandıkları ifadelerden (dilectissimus,a) geleceklerini düşündüklerini bıraktıkları miraslardan anlayabiliyoruz. Bunlar arasında sütanneye ödenecek paranın bile özellikle belirtilmiş olması dikkate değerdir. Aynı vasiyetlerde çocuklarıyla sorun yaşayan babaların çocuklarının huyundan ve nankörlüğünden şikayet ettikleri ve onlara az miras bıraktıkları da görülmektedir. Babalar neden bu kadar az bıraktıklarını ise noter tasdikli açıklamalarla kaydettiriyorlardı.

Görevleri

Babadan beklenen en önemli şey çocuğun ihtiyaçlarını karşılamasıydı. Maddi ve manevi güvenliği garanti altına almak ve çocukları yetişkinliğe taşımak babanın göreviydi. Kızların evliliği onlar için ciddi bir endişe idi. Endişenin kaynağı kızın ve ailenin itibarının korunmasıydı. Bir kız çocuğunun düzgün bir şekilde evlenmesi öncelikle babanın işiydi. Babaların çocukların çeyizine ve evliliğine katkıda bulunması beklenirdi ancak alt sınıflarda bunu yerine getirenler çoğunlukla akrabalar ya da gelin-damadın kendisiydi. Para biriktirmek için çalıştıkları için evlilikleri gecikebiliyordu.

14. yüzyıla kadar kız babaları damada bir miktar arazi verirdi, bu tarihten sonra ise bu hediye paraya dönüştü. Karşılığında damat ya da onun babası, oğlu erken ölürse gelini mağdur olmasın diye, bir mülk veriyordu. Arazi üzerindeki bu mülk satılamaz, vasiyetle başkasına miras bırakılamaz, başkasına devredilemez ancak sahibi ölürse mirasçısına geçerdi. Erkek babalarının oğullarının ölümü halinde dul kalan gelinleri için nafaka/gelir sağlamaları bekleniyordu. Bu miktar genelde normal bir çeyizin % 10`u kadardı ama daha zengin ya da soylu kadınlar daha yüksek bir oran talep edebilirdi.

Orta Çağ Avrupası`nda babaların görevlerinden bir diğeri çocukları için sütanne bulmak ve onu kontrol etmekti. Sütanne çocuğun sadece beslenmesini değil ilk eğitimini de üstleneceği için dikkatle seçilmeliydi. Çocuğun ne zaman sütten kesileceğine ve evine döneceğine de baba karar veriyordu. Erkek çocukları yedi yaşına geldiklerinde eğitim almaları ya da meslek seçmeleri konusunda sorumlu olan kişi babaydı. Elbette bu durum şehirli-zengin babalar için geçerliydi. Ayrıca geç dönemde zanaatkar babaların çocuklarını yanlarında yetiştirmeleri, çırak olarak almaları beklenmekte, bunun için teşvik edilmekteydiler. Amaç bir zanaat öğrenmeleri, dürüst insan ve işçi olmalarıydı. Ayrıca böylece gelecekleri de güvence altına alınmış oluyordu.

Babalar maddi sıkıntı yaşayabiliyor, yardım alıyor, vergi indirimi talep ediyorlardı. Mali sicil kayıtlarında vergi indiriminin gerekçesi kısmında “fakir ve çocuk geçindiren” olarak geçiyorlardı. Bu babaların bir mesleği olduğu için hak sahibi yoksul olarak kabul ediliyorlar ve dürüst olmayan yoksullardan ayrılıyorlardı. Aldıkları yardımlar babalık görevlerini yerine getirmelerine yardımcı olacağı için onlara sadaka vermek iyi bir şeydi.

İlgilenme – Sevme

Öte yandan Orta Çağ Avrupası`nda babaların çocuklarıyla çok ilgilenmediğini iddia edenler de vardır bunu ev dışında çalışmak zorunda oluşlarına bağlamaktadırlar. Babaların evden uzakta çalıştıkları doğrudur ama bu, çocuklarıyla ilişkilerini olumlu yönde etkilemiş, vaktinin çoğunu evinden uzakta geçiren baba, eve döndüğünde çocuklarına daha fazla vakit ayırmış olabilir. Köyde yaşayan babalar için durum tam olarak böyle değildir. Onlar çocuklarıyla daha çok vakit geçirmektedirler çünkü köylü çocukların okula gitme ya da baba mesleğinden başka bir iş yapma-öğrenme ihtimalleri çok azdır.

Orta Çağ metinlerinden anladığımız kadarıyla bu dönemde babalar hem kız hem erkek evlatlarına büyük bir sevgi duyuyor ve buna uygun hareket ediyorlardı. Genellikle üç yaşına kadar yani temel ihtiyacın beslenme olduğu dönemde, anne daha etkiliydi ancak sonrasında babanın daha aktif olması bekleniyordu.

Hıristiyan İspanya`da 13. yüzyıla ait bir şarkı sözünde kendi hayatı gibi sevdiği küçük oğlu ateşlenip üç gün sonra ölen bir babanın nasıl üzüldüğü, saçını başını yolduğu ve büyük bir yas tuttuğundan bahsedilmektedir. Yas tutan baba, çok yalnız kaldığını belirtmekte, “keşke ben nasıl dedemi ve babamı tanıyabildiysem sen de beni tanıyabilseydin” diyerek üzülmektedir.

Hz. İsa Örneği

Yusuf kundak elbiselerini ateşin yanında ısıtırken Meryem dua eder ve melekler etrafını sarar.

Orta Çağ Avrupası`nda babalık hakkında fikir beyan eden yazarların kararsızlık yaşadığı belki en önemli figür Hz. İsa`nın babası Yusuf`tur. Erken Orta Çağ`da kendisinden pek bahsedilmez ancak Merkezi ve Geç Orta Çağ`da Hz. İsa`nın acı çeken insanlığına daha fazla vurgu yapıldığı için, üvey babasıyla daha çok ilgilenilmiştir. Bazıları onun gerçek baba olmadığını bazılarıysa ona baktığı, ilgilendiği için gerçek baba olarak kabul edilmesi gerektiğini yazmışlardır. Hz. İsa`nın sünnetine ve Mabede Takdimi`ne (bu dönemde geçerli olan yasalara göre doğumundan 40 gün sonra annesi ve babası tarafından mabede getirilerek Rab`be sunulması) katılımı babalığın kabulü olarak algılanmıştır. Bu algı babalığa sadece olunan bir şey değil, davranışlarla da gösterilen bir şey olduğu anlamını eklemiştir. Geç dönemde bebek maması pişiren, çocuğunun kıyafetlerini ısıtan, onu yıkayan, bezini değiştiren bir baba olarak tasvir edilmiştir. Geç dönemde kendisine gösterilen ilgiyi, bu isimde pek çok aziz olmasından ve farklı dillerde vaftiz ismi olarak kullanılmasından da anlayabiliriz.

Gayrimeşru Çocuklar

Orta Çağ Avrupası`nda babalık sadece meşru yollardan olmuyordu. Çok sayıda baba eş yerine metreslerinden çocuk sahibi olanlardı ve bunlara teorik olarak aile kurmaktan men edilen ruhban sınıf erkekleri de dahildi. Kilise hukuku gayrimeşru çocuklar ve babaları arasındaki ilişkiyi düzenlemek için teşebbüslerde bulundu. Burada iki sorun vardı, ilki meşruiyetin tanınması, ikincisi bu çocukların babaları tarafından desteklenip desteklenmemesi konusunda babanın sorumluluğu olup olmadığıydı. Yazarların çoğu desteklenmesini düşünüyordu. 13. yüzyıl kilise hukuku uzmanları ruhban sınıfın gayrimeşru çocuklarına bir önceki yüzyıla göre daha düşmanca yaklaşıyorlardı. Kilise hukukuna göre baba olmak ancak ruhban olmayan bir erkek ve kadının özgür iradeleriyle yapılmış bir evlilik içinde kabul edilebilirdi. Ayrıca ruhban sınıftan olsa da olmasa da gayri meşru çocuklara sahip çıkılmalıydı. Baba ölürse onun sorumluluğu vaftiz ebevenylere ya da yasal vasilere geçiyordu.

Vaftiz babalık

Vaftiz ebeveynliği gerçek ebeveynlikle o kadar özdeşleştirilmişti ki vaftiz ebeveynler, ensest ilişkileri yasaklamak için yapılan tanımlamalarda akraba olarak kabul edildiler. 1215 IV. Lateran Konsili evlilik yasağını yedinci göbekten dördüncüye çekmesine rağmen, vaftiz ebeveynlerle evlenme yasağı 16. yüzyıla kadar kaldırılmadı. Geç dönemde genelde bir erkek, bir kadın ve çocuğun cinsiyeti ne ise ondan biri daha olmak üzere, üç vaftiz ebeveyn olurdu. 813 Mainz Konsili gerçek babanın manevi baba olmasını yasakladı. Vaftiz babalar özel hayatın içindeydi, eve rahatça girip çıkabilirler, evdeki kadınlarla konuşabilirlerdi, bu bir sorun değildi, garip karşılanmaz, dedikodu malzemesi yapılmazdı.

Sonuç olarak Orta Çağ Avrupası`nda baba olmak çok önemliydi. İnsanlar çocuk sahibi olmak isterler ve evlilik dışı doğmuş olsa bile, onlara en iyi şekilde bakmaya çalışırlardı. Çocuğun doğduğu andan itibaren ona en iyi süt anneyi temin etmekle başlayan sorumlulukları artarak devam ederdi. Evlenecekleri kişilerin doğru insanlar olması için müdahalelerde bulunurlardı. Sorumlulukları çocuklar evlendikten sonra da devam eder, özellikle kız çocuklarının iyi bir eş olmasına gayret gösterirlerdi. Güçleri yetmediği yerde kurumlara yardım için başvururlar, vaftiz ebeveynlerden destek alırlardı. Ölümleri halinde çocuklarının mağdur olmaması için, çok büyük bir hatası olmadığı sürece, onları da mutlaka vasiyetlerine dahil ederlerdi. Tıpkı bugünün sorumluluk sahibi babaları gibi…

İlgili Haberler

Sihirli Sorular 1

Kübra Kaya

Andromakhe’nin Gözyaşları

Kardelen Oğlakçıoğlu

Bir Kitap: “Varoluşun Yolu – Alemin Çığlığı Annenin Tek Bir Sözüdür”

okuryazarkitaplar

Yorum Yap

Kitap, Sinema, Tiyatro, Edebiyat, Tarih, Mitoloji, Müzik, Resim, Gez Gör, Doğa Sporları, Aktüel Bilim, Anadolu, Dünya Mirası, Festival, Fuar, Sergi, Akademi, Yazarlar...