Renklerin Kokuların ve Hikayelerin İç İçe Geçtiği Yaşayan Bir Dünya
Yazan Sevgi Küçükyol
Türk pazarları, Anadolu’nun yüzyıllardır taşıdığı kültürel dokuyu en canlı, en sahici hâliyle gösteren mekânlardır. Bir pazar yerine adım attığınız anda, sanki gündelik hayatın sıradanlığı bir anda kenara çekilir ve yerini renklerin, seslerin, kokuların iç içe geçtiği büyülü bir atmosfere bırakır. Her tezgâhın ardında ayrı bir hikâye, her ürünün üzerinde güneşin bıraktığı izler ve toprağın nefesi hissedilir.
1. Girişte Başlayan Ritim: Seslerin Dalgası
Pazarın girişinde sizi ilk karşılayan şey, insanların içtenliğiyle yoğrulmuş bir ses dalgasıdır. Esnafın neşeli bağırışları, birbirine karışan “Taze domates, taze biber!” sesleri, tartıya çarpan metal kapların tok yankısı… Bu sesler bir karmaşa değil, aslında pazarın kendi ritmini yaratan doğal bir senfonidir. Her çağrı, geçmişten bugüne uzanan bir geleneğin canlılığını taşır.
2. Renklerin Dansı: Tezgâhlarda Yaşayan Mevsimler
Pazar yerinde dolaşırken gözleriniz âdeta bir şölenle karşılaşır. İlkbaharın taptaze yeşilleri, yazın güneşte kızarmış domatesleri, sonbaharın altın sarısı kuru yaprakları, kışın diri portakallarının turuncusu… Tezgâhlarda bütün mevsimler bir arada yaşar. Nane demetleri sabah çiğini taşır; mor soğanlar, kabuklarının altında sakladıkları dingin kokuyla her şeyi sessizce izler; narlar, çatlamaya hazır kabuklarında sakladıkları kırmızı kristalleriyle göz kırpar.
Baharatçı tezgâhına yaklaştığınızda havayı dolduran sıcak kokular sizi sarar: Pul biberin yakıcı notası, kekik demetlerinin dağlardan kopup gelen taze nefesi, safranın egzotik sarısı… Pazar, kokuların diliyle konuşur; neyin mevsimi olduğunu size koklayarak anlatır.
3. İnsanların Dokunduğu Bir Kültür: Pazarlığın Samimiyeti
Pazarın en karakteristik özelliklerinden biri, kuşkusuz, pazarlık geleneğidir. Bu, yalnızca fiyatın belirlenmesiyle ilgili bir süreç değildir. Bir bakıma iki insanın kelimelerle kurduğu küçük bir dostluktur. Satıcı, müşteriyle göz göze gelir; bir gülümseme belirir yüzünde. Müşteri hafifçe başını eğer, “Biraz daha uygun olmaz mı?” diye sorar. Ve o an, pazarlığın incelikle örülmüş zarif oyunu başlar. Bu oyun, çoğu zaman bir kahkaha, bir memnuniyet ve bolca hayır dua ile biter. Türk pazarlarında alışveriş kadar iletişim de alınır, sohbet de satılır.
4. Toprağın Bereketi: Üreticinin Elinden Sofraya
Her tezgâhın ardında bir emek hikâyesi vardır. Sabahın ilk ışıkları daha doğmadan kaldırılan kasalar, köy yollarından şehre uzanan yolculuklar, bahçeden yeni koparılmış sebzelerin üzerindeki çiğ taneleri… Üreticinin ellerindeki nasır, toprağın sertliğini; yüzündeki çizgiler ise yılların emeğini anlatır.
Pazar, toprağı köylüyle, köylüyü şehirle, şehri sofrayla buluşturan görünmez bir köprüdür. Bu yüzden pazar yerinde alınan her ürünün değeri sadece maddi değildir; üzerinde üreticinin alın teri, emeği ve duası vardır.
5. Sosyal Bir Dokunun İçinde: Mahallenin Nabzı
Pazar, aynı zamanda mahalle hayatının nabzının attığı yerdir. Yaşlılar yıllardır tanıdıkları esnafa hâl hatır sorar, gençler annelerinin peşinde renkli tezgâhların arasında kaybolur, çocuklar gözleri büyüyerek envaiçeşit meyveyi inceler. Bir kadının filelerine yerleştirdiği sebzelerden o hafta hangi yemeklerin pişeceği bile tahmin edilebilir. Pazar, mahallelinin birbirini gördüğü, selamlaştığı, sohbet ettiği küçük bir sosyalleşme alanıdır.
6. Modern Dünyaya Rağmen Yaşayan Bir Gelenek
Bugün alışveriş merkezleri yükselse marketler büyüse bile Türk pazarları hâlâ dimdik ayaktadır. Çünkü pazar, insanın doğallığa ve karşılıklı güvene duyduğu ihtiyacı besler. Bir tezgâha yaklaşıp “Bu domates nereden geldi?” diye sorduğunuzda alacağınız cevap, size hem coğrafyayı hem kültürü hem de üreticinin emeğini anlatır.
Türk pazar kültürü, modern hayatın değişmeyen ritüellerinden biri olarak yaşamaya devam eder. Her hafta kurulan bu renkli dünya, yalnızca gıdanın değil; geleneklerin, samimiyetin ve toplumsal bağların da tazelendiği bir mekândır.


