15.6 C
İstanbul
Cuma, May 10, 2024
okuryazarkitaplar
Image default
ManşetEleştiri / YorumKitap / Haber

Gençler ve Klasikler

Simyacı

21. yüzyıllın ilk yıllarında fazla fark edemediğimiz yaşadığımız pandemi sürecinde daha da belirginleşen “yeni dünya düzeni” dedikleri dönüşüm süreci sadece sosyal, siyasi, iktisadi değişimlerle kalmayıp sanat ve edebiyata da bir şeyler getirdiği gibi okurlardan bir şeyler götürdüğünün farkında olan sadece biz olmasak gerek.

Yukarıdaki resimde gördüğünüz fantastik eserler sizce de gençlerin hatta çocukların zihinlerinde insanüstü etkiler ve tasarımlar yaratmıyor mu? Bu etkiler inanıyorum ki psikolog ve sosyologlar tarafından araştırdıkça yepyeni bilimsel veriler elde edilecektir. Lakin biz bu yeni fantastik edebi dünya ile batı klasiklerinin bir karşılaştırması gerektiğini düşünüyor ve konu üzerinde detaylı çalışmaların yapılmasını elzem olarak görüyoruz. Bu yazı belki de bu tartışmanın açılması gerekliliğini ortaya koymak için yazılmıştır, kim bilir!

Gelgelelim gençler önceki kuşakların fazlaca aşina olduğu bu klasikleri neden okumalılar? Bu soruya cevap arama nedenim yukarıda da değindiğim günümüzdeki genç kuşağın daha çok sürrealist; film, dizi ve kitaplarla kendilerini tatmin edip yaşamın gerçekliğinden olanca hızıyla koparmaları ve kendilerini yaşadıkları dünyadan tecrit etmeleridir. Elbette gençlerin bu olağanüstü romantik yönlerinin olumlu yönleri vardır. Lakin köklerini gerçeklikten ve “kadim”den tamamıyla koparmaları, onu esin kaynağı olarak görmemeleri ve bu eserlerdeki erdemlerden uzaklaşmaları endişe verici boyutlara ulaşmış olması ciddi olumsuz yandır.

Peki yol veya eser arayan bir genç açısından neden klasik sanat eserleri mühimdir? Bu soruya birçok açıdan cevap verilebilir. Klasiklerin çoğu halk nezdinde oluşmuş olup köklerini direk olarak halkın sevincini, kederlerini, iyiliğini, kötülüğünü, münevver yanını, cehaletini, varsıllığını, yoksulluğunu, riyakârlığını ve daha nice birbiriyle olan tezat yönlerini kapsamasını; aristokrat sınıfın müdahalesinin dışında kalmış olmasını, her dönem için geçerli evrensel mesajlarla donanmış olmasını, orijinal ve yenilikçi fikirleri bünyesinde toplamasını, kendi türünün marjinal yanlarını üretmesini, kimsenin fark etmediği sıradan teferruatlarda muazzam bir sıra dışılıkla dokunaklı hale getirmesini sayabiliriz.  

Klasik eser okuyucuları bu kıymetli hazineleri yaklaşık iki yüz yıl sonra bile okuyabilenler olarak dönemin havasını teneffüs etme imkanı alabiliyor ve aktarama imkanına sahip olabiliyoruz. Hele ki klasikler bir sanat eseri olarak döneminin; siyasi, tarihi, iktisadi, mimari, askeri, felsefi, coğrafi ve sanatsal tüm yanlarını  ihtiva ederken bizlere belki de sayısız olanaklar sunar ve hayatımız boyunca yaşayamayacağımız gerçeklikleri yaşamış hissi uyandırırken değişmeyen geçmişe de taşımış olurlar. Ya sürrealist (gerçek üstü) eserler? Evet hayal gücümüzü zenginleştirir; lakin hiçbir zaman içeriğindeki bulunan metafiziksel yanları tam olarak gerçekliğe uyarlaması mümkün değildir.

Çağdaş fantastik eserler her daim yığınlara hitap etmekte ve modern mitolojiye ilham kaynağı olsa da tamamıyla fizik ötesi gerçeğe mahkum kalması sebebiyle sınırlı mesajlar içeren ve evrensel insani durumdan çoğu haliyle kopuk olan eserlerdir.

Batı klasiklerinin babaları sayılan ve tam da ihtiyacımız olan insanı insan yapan tüm mukaddes değerleri, eserlerine sığdırmaya çalışan Gogol, Tolstoy, Dostoyevski, Hugo, Flaubert, Balzac, Stendhal, Charles Dickens, Daniel Defoe, Shakespeare, Goethe, Zweig,… ve daha nice ustaların o güzide eserlerinde hem bireyselin yanında evrensel olanı bulamamak mümkün mü?

Dostoyevski’nin “Öteki” adlı romanında -ki bu eseri için: “Edebiyata bundan daha ciddi bir katkım olmamıştır” der- Bay Golyadkin karakteri ile şizofreni hastalığının tanısı bile konulmamışken şizofrenik psiko örneğini, yine “Budala” adlı eserinde sara hastası olan erdem timsali Prens Mişkin karakterinde sara hastalığını olağanüstü bir gerçeklikle rahatça aktarabilmişti. Tolstoy “Anna Karenina” adlı eserinde Lewin karakteri ile felsefi teoloji hakkındaki derin görüş ve sorgulamaları anlatırken; Flaubert “Madam Bovary” de kadınların engin hayallerinin gerçek ile olan çelişkilerini anlattı. Balzac “Eugénie Grandet”de silik ve renksiz bir yaşamın en seçkin yanlarını ortaya çıkarabilme maharetini göstermişti. İhtilali yaşayan bir Fransız olarak Victor Hugo ihtilali “Sefiller”de anlatırken ihtilal sonrası dönemde “Kırmızı ve Siyah” adlı eseri ile  en usta ve en sembolik örnekler ile süsleyen Stendhal’di. Derin melankoliyi anlatan da “Genç Wertherin Acıları”nda Goethe sonsuz insanlık durumu betimlemeleri ile  biricik olmayı başarabilmişti. Evet, bu yazarlar eserleriyle insani erdemlerin vazgeçilmez yanlarını anlattılar. Kıymet bilenler illaki bu eserleri layık olduğu gibi her zaman okuyacak ve paylarına düşeni alabileceklerdir.

Son olarak açıkça belirtmek gerekir ki gençlerimizin bugün ile dünün köprüsünü kurmalarının ve bugünü ahlâkî, insanî, vicdani yönüyle geliştirerek medeniyet meşalesini geleceğe taşımalarının sarsılmaz, basit ve kesin yöntemlerinden biri de klasik sanat eserleri ile olan bağının daha fazla kuvvetlendirilmesidir.

İlgili Haberler

Türk Bilim İnsanları Akıllı Ambalaj Sentezledi

okuryazarkitaplar

Ercan Kesal’dan “Cebimdeki Ekmek Kırıntıları”

okuryazarkitaplar

Makyaj Derken…

okuryazarkitaplar

Yorum Yap

Kitap, Sinema, Tiyatro, Edebiyat, Tarih, Mitoloji, Müzik, Resim, Gez Gör, Doğa Sporları, Aktüel Bilim, Anadolu, Dünya Mirası, Festival, Fuar, Sergi, Akademi, Yazarlar...