14.8 C
İstanbul
Cuma, May 10, 2024
okuryazarkitaplar
Image default
FelsefeKöşe & YazıManşetYeniler

Köleler ve Efendiler…

Arzu YAĞMURLU

‘Bir ömür tutmaya ve tutunmaya çabaladı insan. İçindeki sevginin, güvenin açlığıyla çırpındı. Kendini var etmek adına kimi zaman köleyi kimi zaman da kölenin de kölesi olmuş efendiyi oynadı.’

‘Aslı cennet olan dünya, geçmiş ve geleceği düşünerek korkuyu yarattığımız için kimilerine cehennem oldu.’

İnsan, özünün sevgi olduğunu ve daima bir ana kucağı gibi o kaynaktan güvenle beslendiğini unuttuğunda köle ve efendilik bilinci üzerinden bir yaşamı kendine kurgulamaya başlar.

Köle ve efendi, dışarıdan bakıldığında birbirine zıt iki kutup gibi görünse de temelde aynı duygudan doğup beslenir. Onun adı insanı içten içe kemiren korkudur.

Köle ve efendilik bilincine dönersek eğer o; sevgiden, kendinden, özünden, güvenden uzak kalan insanların korku ile önce zihinlerinde sonra da yaşamlarında var ettikleri bir haldir.

Kölelik ve efendilik hangi zamanda olursak olalım biz insanların, insanlığın en büyük sorunsalıdır. İster ebeveyn çocuk, ister eş, ister çalışan ve patron olsun her ilişki de karşımıza çıkan en derinde saklı duran yaradır.

Her insan tanınmak, görülmek ve en önemlisi anlaşılmak üzerinden hayatın anlam kazandığını bilir, hisseder. Daha anne karnında, bebeklikte ve ilk çocuklukta sevgi ile hem hal olanlar, ne var olmanın çabasına girerler ne de var olmak adına dışarıdan bir onaya, övgüye ya da baskıya ihtiyaç duyarlar. Sevgiden uzak kalındığında ise memeli bilincinin bir yansıması olarak köle ve efendilik üzerinden kendini var etme çabasında olan insanlar ortaya çıkar.

İnsan ancak kendini geliştirerek hayatın ve insan olmanın farkına varır. Bu da kişinin özgürlüğü ve güveni kendi içinde inşaa etmesiyle mümkündür O halde kölelik ve efendilik , bu iki kavram daha baştan insanın doğasına, fıtratına uygun olmadığı için kişinin kendini efendi ya da köle sanması mutsuz olması sonucunu doğurur.

İnsanın yaratılışı hikayesi kölelik veya efendilik üzerine kurgulanmamıştır. Bu, varoluşun tabiatına aykırıdır. İnsan yaratıcıyı, Tanrısını bir efendi olarak algılarsa ve ilahlaştırırsa ona öykünerek kendinin de efendi olması yolunda bir davranış geliştirebilir. Bu herkes açısından sakıncalı bir durum. Tanrının bir efendi olduğu algısı efendinin dediğini yapmayı, dediğini yapmadığında ise bunun bir cezası ve yaptırımı olacağı düşüncesini ve korkusunu yaratır. İnsanın ödül ve ceza üzerinden hareket etmesi, onun Tanrıya olan sevgisini ve güveninde bir samimiyet problemi ortaya çıkarmaz mı?

Temelinde her iki halde de altta yatan duygu, kök duygularımızdan olan ama sonradan bize öğretilmiş olan korkuya dayanmaktadır. İnsan ilişkilerinde karşılaştırmanın, kıyaslamanın olmadığı tek ortam sevgidir. Sevginin olduğu bir yerde; ister yaş, ister makam, mevki ya da kazanç olsun kişilerin sizin üstünüzde ya da altınızda yer alması, aranızda efendi ve köleliğe dayalı bir ilişkiyi doğurmaz. Kendini efendi olarak gören bir işveren, çalışanlarında kendilerini köle sandıkları bir ortamı yaratır. Kendini köle bilincinde gören kişide mutsuz ve güvensiz olup, doğal olarak bu halini yaptığı işe ve efendisine de yansıtacaktır. Bir kişi kendini ne kadar köle gibi görürse karşısındaki insanda kendini o kadar efendi gibi görür.

Kölelik üzerine Amerikan yapımı filmlere ve dizilere baktığımızda örneğin Köle İsaura, vurgulanan temada köleler bahtsız, masum ve iyi kalpli insanlardır. Onlara acımasızca işkenceler yapan efendiler ise kötülüğün vücut bulmuş halidir.

Köleler olmasaydı efendiler olur muydu?

Oysa yaşamın her alanında olduğu gibi bu iki kavram da karşılıklı birbirinin varlığı ile anlam bulur. Efendiliği doğuran kölelerin varlığıdır. Eğer bir kişi(kurban veya köle sıfatında) kendinin savunmasız olduğunu düşünürse ya da iyi niyetinden dolayı sessiz kalırsa, karşısındaki insan daha fazla efendi olma çabası içine girer. İnsanın iyi değil de iyi niyetli olma çabası aslında sanıldığının aksine övünülecek bir davranış değildir. Çoğu zaman yanlış olan ya da iyi niyetli olmayan pek çok davranışın, halin devam etmesine ve güçlenmesine sebep olur. İyi niyetli olmakla iyi bir insan olmak arasında fark vardır. İyi insan olmanın şartı iyi niyetli olmak değil, her durumda kendi sorumluluğunu almaktır. Ve kişinin en büyük sorumluluğu da kendi ruhsal dengesini korumasıdır. Efendilik bilincini doğuran sebep budur. Çoğu insan kendi duygularını, davranışlarını, eksiklerini, fazlalıklarını düşünmediğinden bu boşluğu bir başkasını kontrol etme üzerinden giderir. Kişi kendini dert etmediğinde kendini mükemmel olarak görmeye başlar, efendiliğe soyunur. Daha da genişletirsek kendini Tanrının bir versiyonu sanmaya, yarı tanrı olarak görmeye kadar gidebilir. İşte efendi dediğimiz insanların içindeki bu aşırı kontrol etme duygusu, davranışı köle bilincinde olan insanları yaratır.

İyi niyet pazarlamacısı sinsi efendileri ne yapsak?

İster kölelik ister ağalık sistemi olsun eskiden ‘sizlere ekmek, aş, başınızı sokacağınız bir çatı verdim’ diyerek baskı kuranlar bugün aynı zihniyeti iyilik yaptığını söyleyip, vurgulayarak sürdürürler.

İnsanı en iyi koruyan şey vicdanımızın hammaddesi olan “hak” kavramı değil midir?

Efendi ve köleler her iki kavramda aynı duygudan, korkudan doğup beslendiğine göre, korku elbet beraberinde korunma isteğini de getirir. Günümüzde güvenlik sektörünün bu derece büyümesine şaşmamak gerekir. Korunma isteği ortaya çıktığında bunu yerine getirmek üzere bir koruyan, koruduğu için sahiplenen, sahiplendiği içinde kendinde bir yetki gören efendi bilincinde kişilerin ortaya çıkması doğaldır.

İnsanoğlu korkmaya devam ettikçe korkanlar kölelikten korkutanlar efendiliklerinden vazgeçer m?

Efendi ve kölelik en fazla korku senaryoları ile beslendiğinden bu bilinçteki insanlarda her geçen gün artacaktır. Savaş, kıtlık, işsizlik, açlık gibi korku senaryolarıyla insanların cesaretleri kırılır böylece bir efendiye tabi olup şikayet ettikleri alanda yaşamaya devam ederler. Şikayet edip, sorumluluktan kaçarak insan kendi iradesini görmezden geldiğinde her seferinde bu bilince geri dönecektir. Bu durum en fazla siyasette karşımıza çıkar. Bir memeli davranışı ile sürekli şikayet edip sorumluluk almaktan kaçanlar, farkında olmadan şikayet ettikleri alanı, kişiyi beslerler. Şikayet kendini kurban ya da köle zanneden zihniyeti daha bir besledikçe, efendilerde efendi olma hallerini daha bir kuvvetlendirirler. Korku duyan insan kaygılı ve endişeli olur. Böylelikle geçmişte yaşanılan olumsuz durumları düşünerek kaygının, gelecekte olabilecek olumsuz halleri kurgulayarak da endişenin girdabında an’ı kaçırır. Yani en değerli olanı, insanın adam olma yolunda tek hakikatini kaçırır. Çünkü endişeli olan cesaretsiz olur. Cesareti olmayan köle psikolojisinde kalmaya mahkum olur. Peki şunu söyleyebilir miyiz? Efendi bilincinde olanlar kölelerin tam tersi cesaretlidirler. Oysaki durum hiç de öyle dışarıdan seyredildiği gibi değildir.

‘Sen benim kölemin kölesisin’

Efendiler kölenin de kölesidir. Bu hali en güzel Sinoplu Diyojen’le Büyük İskender arasında geçen diyalog anlatır. Büyük İskender, insanlar kendinden çekinip, korkup ayağa kalkarken, hiç istifini bozmadan oturan Diyojen’i görünce ona şöyle seslenir:

–‘Sen benim kim olduğumu biliyor musun?

Diyojen:

-‘Sen benim kölemin, kölesisin. Dünya benim kölem, sen de benim dünyamın kölesisin’

Bugün insanlar dünyanın kölesi olmuşken, dünyayı köle etmek nasıl mümkündür. Diyojen herkesin anlayacağı bir üslupla dünyayı köle ettiğini söylese de esasında köle olmanın ya da köle etmenin -bu ister bir insan ya da dünya olsun farketmez- her şeyine karşı idi. Bunu elbet hissediyoruz. Peki insanın köle olması ya da koca bir dünyadan bile özgürleşmesi, kendini bulması neye bağlı idi?

Masa tenisi oynadığınız ya da seyrettiğinizi düşünün. Ortada durmayı bilmeyen bir o tarafa bir bu tarafa giden bir pinpon topu vardır. Aynı durmak, susmak bilmeyen, bir geçmişe bir gelece giderek anı, hayatı kaçırmamıza neden olan düşüncelerimiz gibi. İşte Diyojen dünyayı köle ettim derken, geçmiş ve geleceğin kaygı ve endişelerinden özgürleştiğini anlatmaktadır. Çünkü ASLI CENNET OLAN DÜNYA, GEÇMİŞ VE GELECEĞİ DÜŞÜNEREK KORKUYU YARATTIĞIMIZ İÇİN CEHENNEM OLUR. Pinpon topu ancak oyun bittiğinde durur. İnsan da zihninin, düşüncelerinin farkına varmazsa eğer ancak ölümü tattığında susturabilecektir. Onun da bir garantisi, kesinliği var mı bilemiyoruz.

Büyük İskender örneğin de olduğu gibi efendilerin varolabilmeleri için hükmedecekleri kölelere ihtiyaçları vardır. Aynı şekilde kölelerde onları cesur olmaktan alıkoyan yarattıkları korkular ile yaşamlarına efendileri davet ederler. Zaten dünyanın döngüsü, kurulan bütün ilişkiler ihtiyaçlar üzerinden zuhur eder. İstediğimiz değil ihtiyacımız olanla buluşuruz. Aynı kölelerin efendilerle, efendilerin de kölelerle buluşması gibi.

İnsanın gerçek olan tek bir ihtiyacı vardır o da anlaşılmak.

Anlaşıldığını düşünen canlıların arasında köle efendi ilişkisi olmaz. Kurban bilincinde olan kölelerin sürekli şikayet içinde olmaları zaten anlaşılmadıklarının ya da anlaşılma ihtiyaçlarının bir göstergesidir. Diğer taraftan kölenin de kölesi olmuş efendilerinde esas sıkıntısı, derdi anlaşılmaktır. Ama o diyoruz ya kölenin de kölesi olmuş, o kadar baskılamıştır ki kendini, duygularını, kendi kendine o derece görünmez olmuştur ki, benliğine, özüne yabancılaşmıştır. Adeta kamufle olmuştur. Özüne kulak verdiğinde samimiyetle kendini ortaya koyduğunda zayıf düşeceğini, alay edileceğini düşünür. Çevresindeki insanlara daha doğrusu kendine güvenmez. Böyle bir anlaşılma ihtiyacında olduğunun farkında bile değildir.

Uzun lafın kısası insan ister köle olsun ister efendi her ikisinde de varlığını, görülme, tanınma ihtiyacını bir başkası üzerindeki etkileri üzerinden karşılamak ister. Oysaki insanın varoluşu, kendi varlığına verdiği anlam ve bu anlam üzerinden dünyayı şekillendirmesi içten dışa bir etkinin sonucudur.

Anne karnından itibaren sevgi ile topladığımız verilerle bölünmez bir bütünün parçası olan ve bu bütünlüğün içinde hissettiğimiz sürece mutlu, huzurlu ve neşeli olduğumuz bir anlamlandırmayı içimizde inşa ederiz. İnsanoğlu, ona sonradan olumsuz bir düşünce yüklenmediğinde cesaret, kararlılık, sebat, yaşam sevinci gibi içimizdeki tüm bu hisleri çaba gerektirmeden ortaya koyar. Kölelik efendilik gibi terimler ise insanın özünde yer almaz. Bizler sonradan nesilden nesile korkularımızı, endişelerimizi çocuklarımıza aktardığımız için köle ve/veya efendi bilincinde toplum oluştururuz. Birbirine ne kadar zıt görünse de bu iki kavram merkeze aynı mesafededir.

Yazık ki efendi kelimesi de zaman içinde asıl anlamını yitirmiş, köle kelimesiyle birlikte anılır olmuştur.

Ve insan asli özüne, kendine geldiğinde, korkularından arındıkça daima var olan ‘ASLİ EFENDİ’ ile tanışır.

Ata’mızın mecliste, Gençliğe Hitabesi’nde ‘Muhterem Efendiler’ diye seslenişi ne kadar manidarsa peygamberin ona inananların gönlünde ‘Efendimiz’ şeklinde kodlanması da o kadar manidar değil midir?

İlgili Haberler

Yönetmenin Dilinden “Senden Bana Kalan”

okuryazarkitaplar

Rami Kışlası Kütüphanesi

okuryazarkitaplar

Geç Kalmayasın…

okuryazarkitaplar

Yorum Yap

Kitap, Sinema, Tiyatro, Edebiyat, Tarih, Mitoloji, Müzik, Resim, Gez Gör, Doğa Sporları, Aktüel Bilim, Anadolu, Dünya Mirası, Festival, Fuar, Sergi, Akademi, Yazarlar...