15.6 C
İstanbul
Cuma, May 10, 2024
okuryazarkitaplar
Image default
Manşet

Platon’un Mağara Alegorisi Üzerinden Aydınlanmış İnsan

Yazan : Müge

Yer altının derinliklerinde bir mağara düşünelim, orada elleri ve boyunları zincirlenmiş tutsaklar var. Yanyana oturmuşlar ve karşılarındaki duvardan başka hiçbir şey göremiyorlar. Bu tutsakların arkasında ise onların habersiz olduğu birileri duvara yansıyan gölge oyunu gibi bir imaj oluşturmak için ateş ve ışığı kullanıyorlar. ( Prometheus’un tanrılardan çaldığı ateşi böyle de düşünebiliriz.) Bu insanlar hayatları boyunca gölgeleri seyrediyorlar ve bunların gerçek olduğunu düşünüyorlar. Çünkü başka bir şey deneyimlemediler ve onlara, o gölgelerin gerçek olduğu söylendi hep. Tutsaklardan birinin zincirleri çözülüp, ateşe doğru döndüğünü hayal edersek önce gözleri kamaşır ve ne olduğunu anlayamaz ama daha sonra yavaş yavaş anlar ki, öncesinde gördüğü şeyler aslında ateş sayesinde duvara yansıyan gölgelerden başka bir şey değildir. Bizim bugün içerisinde bulunduğumuz ve gerçek olduğunu düşündüğümüz dünya, mağaradaki yansımalardan fazlası değildir.

Koruyan, esirgeyen, büyüten, geliştiren, hazırlayan, doğuran mağaralar. Ne ki yaratılıp insanların göz ufkuna sunulmuş, orada yücelmiş aklın sahibi yaratıcının bir işareti, ayeti vardır, görene..

Doğa’ya hürmetle başlamalı.

Her yerde söylenir, mağaralar rahimler gibidir diye. Sanırım Platon herkese ilham kaynağı olmuş.

Mağara alegorisinde geçen meşhur mağara, insanların tutsak ve zincirlenmiş olarak tutulduğu yer bir nevi rahim, her birimizin gelmesi murad edilen tekamül seviyesine ulaşma yolculuğunda idrakimizin korunduğu, geliştiği adeta büyüdüğü yerdir.

 Büyüdükçe, parçaları birleştirdikçe kendini ötelediği bir sahadır mağaralar. Genel söylem Ruh’un tekamülü der ve yanlışa düşer çünkü Ruh bilindiği gibi kendi nefesidir ve tüm hüviyetini içinde barındırır. O yücelmek ister çünkü yücedir zaten. Tekamüle ihtiyacı olan idraktir. İdrak Ruh’un önündeki perdedir, engeldir tekamül ettikçe yükselir ve Ruh’a hürriyet kazandırır. İnsan hür olmaya programlıdır ve tüm potansiyelleri hürlük durumuna göre devreye girer. Bu yüzden mutlak gaye hürlüktür.

Tam da bu noktada konuyu hiç dağıtmamam gerektiğini biliyorum çünkü bu mesele uzar gider.

Tabiki hür olmak için kişinin içinde gerçekleştirmesi gereken farklı seviyelerdeki yolculukları vardır ve hepsi Mutlak İyi ilkesiyle anlam kazanır. Bu yolculuklar sonucunda alınan mesafeler, bir sonraki seviyenin etaplarını belirler.

Her şey düşüncede başlar. Zihin de düşlerin mağarasıdır. Düşler zihinden doğunca düşüncelere, düşünceler sesler vasıtasıyla duyuşa açılınca eylemselliğe dönüşür. O zaman her şey gerçekten düşlerin dünyasında başlar.

 Hürriyetin de hiyerarşisi vardır bu bağlamda bakıldığında önce düşlerin  kalıplardan, korkulardan, fanatizmden, her türlü –izmden, normlardan, yargılardan, empoze edilen fikirlerden vb. her şeyden arınması, temizlenmesi lazım ki zihnin hegamonik yöneliminden hürleşsin. Elde edilen olgunluk kişinin zan (sanı) mekanizmasını zayıflatır. Artık o Platon’un mağarasında en iç, en karanlık yönünden bir derece daha ilerleyerek çıkışa doğru bir adım atmış olur. Mağaradaki herkes aynı seviyede değildir. Kimisinin doğumu daha yakındır, kimisinin ki çok uzaktır.

Düşüncenin özgürlük kazanması zor bir süreçtir. Bu kişiye tarafsız bir bakış açısı kazandırırken diğer taraftan da kavramlara yani tümel yapıya kapı açar. Şimdi sorgulayarak büyüme evresi başlar. Burada rahimiyet insan tohumunu alır ve her bir kavram ile yüzleştirir. Zweig, “hayatın en dibindeki lağımlar”  olarak bahseder buradan. İşte bu dönem kişinin duygularını da keşfettiği yerdir. Bu böyle sürer gider insan harflerden kelimelere, kelimelerden kavramlara, kavramlardan manalara ve manalardan da vahye yol bularak o mağaradan hakikatin ışığına doğar.

Mağaralar yer altını yeryüzüne bağlayan kapılar gibidir. Ölü olanın dirildiği, hayatiyete kavuştuğu yerlerdir. İşte bu canlılığı, ölümü de bünyesinde barındıran rahimiyet verir. Ölüden diri yaratır ve diriliğin ölümle buluştuğu anı kucaklar. Mağaralar gizli, gizemli yerlerdir. Kalbe de karşılık gelir çünkü şu kainat aleminde herşey birbiri içine derlenmiştir ve birbirinden doğar. Benim için bir idol olan Jung’a göre bilinçdışının güvenliğini ve zaptedilmezliğini temsil eder. Bazı mitolojik hikayelerde tanrıların mağaralarda buluştukları görülür. Şamanlarda da mağaralar önemlidir rüyalarını mağaralarda görürler ve kılavuz ruhlarıyla görüşürler. Kehf suresi belkide Kur’an’ın en gizemli suresidir. Hz. İbrahim , Hz. Muhammed’in  hayatında mağaralar çok önemlidir. “Billur sular derin ve karanlık mağaralardan doğar” der Mevlana.

Vaktinden önce doğmak kişiyi daha büyük bir körlüğün içine atar. Burada mağara insan tohumunu sarar sarmalar ve sonsuz merhametiyle korumaya devam eder. Tasavvufta da böyledir, hakikatle bir anda yüzleşemez insan önce geçmesi gereken seviyeler mertebeler vardır. Hakikat bilgisini herkes taşıyamaz. Mağara ilmel yakin durumu gibidir, kişiyi yine kendisinden korur ve rahimiyetini en çok bu noktada hissettirir.

Platon kitapta  bu alegoriyi daha çok eğitim açısından incelemiştir. Platon’a göre eğitim mağaranın içinde ve dışında iki türlüdür. İlk başta mağaranın içindeki düzeni eleştirdiği izlenimine kapılsak da aslında  bunun gerekli olduğunu düşündürür bizlere. Çünkü duvara yansıyan gölgeler ve yanılsamalar insanı mağaranın dışında bekleyen realiteye hazırlar, iradeyi güçlendirir, analitik düşünce gücü verir, otokontrolü sağlamayı öğretir , farklı bakış açıları kazandırır ve daha başkalarını da.

Bu durumda dışarıdaki güvenlik ihtiyacı, içerinin olgunlaşma süreciyle kazanılır.

Kişi görüş, duyuş ve biliş sahibi olunca mağaradan doğar.

İnsan hayata dair kaygılarını zihninden uzaklaştırdığı zaman hürriyete doğar. Uzun ve bitmeyen geceler şafağın ilk ışıklarına kavuşunca son bulur. Artık ne geçmiş ne de gelecek vardır. Hakikat bilinci An’ın aydınlığı olur. 

 Esir bir kişi,  yasaklar, günahlar, kalıplar vb oluşumlar ile çevrelenmişken; esaretten cesaret ile doğmadan , güneşe, gün ışığına yani salt gerçekliğe bakabilir mi?

Görünenin ardındakine bakabilme cesareti için tüm korkulardan azade olmak gerekir. Platon’a göre bu cesur yürekler filozoflardır. Yukarıda da bahsettiğim gibi her şey bir düş ile başladığı için ve başarabilenler düşlerini takip eden ve asla vazgeçmeyenler olduğu için böyle bir çıkarımda bulunduğunu sanıyorum.

Bu hiç de kolay olmayan bir yolculuktur. Ve yol, tohumu insana dönüştüren bir vasıtadır.

Bu noktada insan idraki zamanı da aşar çünkü idealar zamana tabi değildirler.

Rahim, mağara içindeki en büyük hazinelerden biri de sezgiselliktir. Ve bunu insan burada geçirdiği süre içinde kazanır. Bu kabiliyeti nasıl örteceğini (gizleyeceğini) de öğrenir. Tesettür budur.

Aydınlığın ve karanlığın bilinen manasının hükmünde yol alan insan içindir zaman. Kişi özgürlüğünün bedelini, bu ezberlenen çarkın yolcusu olmakla öder. O düzeni seçmek ister, oysa bütün zenginlik kaos içindedir. Kaos mağaradır. Zamansızlığı, zamanın esaretinden kurtarabilmenin belki de ilk miracı, karanlığı bilinçli yaparak aydınlanabilme çabasıdır. Bilinç güneşi, gecenin karanlığına doğduğu zaman zamansızılığın kapısı aralnmaya başlar. Hakikatin kaynağı oradadır. Bu bir kahramanlık öyküsüdür ve şu bir gerçektir ki kahraman için artık hiçbir şey aynı olmayacaktır. Gün ışığı Platon’un bakışında iyiliği simgeler.

Her kahraman öyküsünde olduğu gibi mutlak gerçekliği kavrayan insan, mağaraya geri dönüp diğerlerine bildiklerini anlatarak, onları içinde bulundukları derin uykudan uyandırma çabasına girmek ister. Kitapta burası şöyle anlatılır:

…“ tutalım ki zincirlerini çözdük esirlerin, onları vehimlerinden kurtardık. Ne olurdu dersin, anlatayım. Ayağa kalkmaya, başını çevirmeye, yürümeye ve ışığa bakmaya zorlanan esir, bunları yaparken acı duyardı. Gözleri kamaşır, gölgelerini görmeğe alıştığı cisimleri tanıyamazdı. Biri, ona: ‘ömür boyu gördüklerin hayaldi, şimdi gerçekle karşı karşıyasın’ diyecek olsa, sonrada eşyaları bir bir gösterse, ‘bunlar nedir?’ diye sorsa, şaşırıp kalır, mağarada gördüklerini, şimdi gösterilenlerden çok daha gerçek sanırdı.” (Devlet)

Tıpkı George Orwell’ın dediği gibi:

“ Bir toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa, gerçeği söyleyenlerden o kadar nefret eder.”

Çünkü her doğumun bir zamanı vardır. Ve bu zaman çarkı mağaradaki kişinin aslında lehine işler.

Platon mağara alegorisini en çok eğitimle ilişkilendirerek anlatır, bundan biraz söz etmiştim. Bunun yanında mağaradan çıkan filozofların aynı zamanda devlet idaresinde olmaları gerektiğini vurgular. Siyasete yön verecek olanların arasında, en doğru seçimin filozoflar olduğunu savunur.

                                                                                                                                                  

İlgili Haberler

Zihnimdeki Merkür

Müge Başbuğa

Amerika’yı Kim Keşfetti?

okuryazarkitaplar

“Aquaman ve Kayıp Krallık” İlk Fragmanıyla Görücüye Çıktı

okuryazarkitaplar

2 Yorumlar

hakan ışıkçı Nisan 27, 2022 at 11:23 pm

müge hanım, uzun zamandır okuduğum en güzel Platon araştırması, kutlarım. Okurken kendimi cümlelerinizle bütünleşmiş gibi hissettim.

Cevap Ver
müge Nisan 29, 2022 at 9:08 pm

çok teşekkür ederim

Cevap Ver

Yorum Yap

Kitap, Sinema, Tiyatro, Edebiyat, Tarih, Mitoloji, Müzik, Resim, Gez Gör, Doğa Sporları, Aktüel Bilim, Anadolu, Dünya Mirası, Festival, Fuar, Sergi, Akademi, Yazarlar...