14.7 C
İstanbul
Pazar, Nis 28, 2024
okuryazarkitaplar
Image default
EdebiyatEleştiri / YorumManşetÖykü / RomanYeniler

Tanrıya Giden Trenler

Canan Köksal

Leon Nikoloyeviç TOLSTOY.

Rus ve münzevi.

Ferrasini satan adam, saltanat hırkasını atan İbrahim Bin Ethem hepsi aynı.

Nereye gidiyorsun be adam, çıldırmış olmalısın!

Uzağa daha uzağa, tanrı’yı bulacağım yere!

Bu malikâneler, araziler, bu servet atılıp da gidilir mi?

Gidilir!

Tanrıya giden trenler...

Üzerinde partal bir palto, ayağında kauçuk bir çarık, elinde asa, cebinde bir kamış kalem ile yola çıkmış bu adam görkemli malikanesini, hak edilmiş  şöhretini, zengin bir hayatı elinin tersi ile iter. Onun ruhunu boğan şatafatın içinden kurtulup bir köylü gibi yaşamak ve ölmek ister. Çünkü beynini bir kurt gibi kemiren o cümle onun asıl gidiş gerekçesidir: ”Bir insan acı duyuyorsa canlıdır, başkasının acısını duyuyorsa insandır.”

İnsan olmak için ölmek gerekir. Ölmek, dünyaya tamah etmemek, gelecek kaygısı duymadan anı yaşamaktır. Zira gün bugündür, yarınsa meçhuldür. Yarın, ne olacak canım dediğimiz sevimli bir yalandır. Ya şimdi ya şimdi demiştir Tolstoy tanrısına. Gidecektir.

Yaşadığı devir ortası olmayan iki uçtur. Çok zengin ya da çok fakir.

Tolstoy için zengin bir ailede doğmak şans değil, adeta bir talihsizliktir. Onun mutsuz ruhu sanki bu zenginlik ve rahata ait değildir. Ne haddi hesabı olmayan toprakların idaresini ne de memurluğu ister.

İlk kaçışı askerlik olur. Ruhundaki arayışın uğultuları savaşın insanları sürüklediği yoksulluğu gördükçe artar. Aradığı bu da değildir!

Evine döner fakat evin en uzak odaya, yazı odasına kapanır. Ya ruhun ıstırabını dindirecek ya da içinde boğulduğu kozayı yırtacak eserler yazar. Ve bir gün Anna Karenina’yı öldürür ve romanını yazdığı kahramanı için yas tutar. Üç gün yemek yemez, hastalanır.

Nereye gidiyorsun?

Gidiyorum, bu geniş evler beni boğuyor. Şu günahkâr şatafat, üzerime giydirilmiş servetin ateşten gömleği ruhumu yakıyor. Hepsi sizin olsun bu yüklerden kurtarın beni. Hepsi sizin olsun bu cehennemden çıkmam için müsaade edin bana! Asama ve yol verin!

Gizlice biner trene. Tren yol aldıkça cehennemin  sanki o yakıcı ateşi yavaş yavaş azalır ve ruhu serinler.

İzin vermeyin, hayır! Durdurun o treni!

Hayır gidemez! Nikola lütfen bizi bırakıp gidemezsin…

Askerler! Kocamı durdurun, 80 yaşında ve hasta eve dönmesi gerekiyor diye çırpınan kadına herkes yardım eder ve tekrar malikâneye getirirler Tolstoy’u.

Yazı odasına kapanır. Başını masasına eğmiş bu orta boylu adamın, gür kaşlarının altındaki mavi gözlerinde yanan ateş hala sönmemiştir. Bu malikâne onun evi değildir. Bu adamın evi, basık tavanlı, tek odalı, demir ranzalı kısık ışığı duvarda pır pır eden gaz lambası yanan köylülerin bulunduğu yerdedir.

Sade bir hayat hürriyettir. Eşyanın insanı teslim almadığı yerde tanrı vardır.

Bu kölelikten kurtulmak için bazen yalvaran, bir lütfen ile sonsuzluğa cam gibi açılmış gözlerini daha çok açarak ‘Peşimden gelmeyin, beni aramayın, tanrı hakkı için yakamı bırakın!’ der.

Gizlice yine kaçar.

O trene yine koşar.

Heyhat! Tren onu bir türlü tanrısına götüremez.

Rusya’nın Tolstoy’u, Ortodoksların aforoz ettiği Tolstoy, Muhammedi söylemlerde bulunmaya başlamış, son peygamberi öven bir kitap yazmıştır. Üstelik çok fena şeyler de söylemektedir. ‘Haça tapmaktansa Muhammedi olmak daha anlamlıdır!’ der. Ya bu deli adam bir de kalkıp ‘Ben Muhammediyim’ derse dengeler bozulur, kilise zarar görür. Onu sevenler onun yolundan gider ve şu saltanatımız sallanır korkusu ile onu bırakmazlar.

Rus münzevi tekrar yalnızlığın malikânesine hapsedilir.

Bir köylü gibi ölmek istiyorum. Bu malikânelerde tanrı yok

Kalabalıklar çekilin önümden! Trene binmek, sessizce gitmek istiyorum. Çekilin!

Yalnız ve gösterişsiz bir hayatın cennet olduğunu ne zaman anlayacaksınız?

Ben şu servetin ve lüksün içinde azap çekiyorum. Görmüyor musunuz?

İyi giyimli uşaklar cehennem zebanisi, şu gümüş tabaklar cehenneme ayna oluyor bana.

Benim için dünyanın bütün ışıkları söndü. Faniliğin meymenetsiz suratını gördüm.

Şöhretin o felç eden alkışlarını duymak istemiyorum artık.

Hem hasta hem ihtiyar hem de delirdi bu adam.

O yine kaçar ve o trene biner. Bu kovalamacadan yorulan ihtiyar bedeni, kendisini Allah’a götüren o tren onu bir barakada indirir. Ateşler içinde yanan vücudunu demir bir ranzaya yatırırlar. Bu ranza onun ölüm döşeği olur.

Dışarıda ise şöhretin kalabalığı birikir. Üstelik meraklı ve saygısız bu kalabalık onu son kez görmek için bir birini eziyor, bağırıp çağırıyorlardır.

Bindiği son tren bu özel münzevi yolcuyu mecburen orada bırakır ve gider. Onu tanrısına sadece bu kadar yaklaştırabildiği için üzgündür.

Barakanın önündeki gürültü onun münzevi ruhunu yaralarken bir ses yükselir:

‘Allah aşkına susun! Rahat bırakın son kez rahat etsin ruhu, tanrısına sessizce kavuşsun, tıpkı bir köylü gibi!’

İlgili Haberler

Sevilla’nın Eşsiz Çan Kulesi, Giralda

okuryazarkitaplar

İstanbul Arkeoloji Müzesinde Mutlaka Görülmesi Gereken 7 Eser

Çağlar Didman

Şehit Aileleriyle Konya’da…

okuryazarkitaplar

Yorum Yap

Kitap, Sinema, Tiyatro, Edebiyat, Tarih, Mitoloji, Müzik, Resim, Gez Gör, Doğa Sporları, Aktüel Bilim, Anadolu, Dünya Mirası, Festival, Fuar, Sergi, Akademi, Yazarlar...