14.7 C
İstanbul
Pazar, Nis 28, 2024
okuryazarkitaplar
Image default
AnadoluEdebiyatManşetÖykü / RomanYeniler

Aşk Neydi?

Seyhan Yıldız Mermer

    Elimi yüzümü yıkayıp aynaya bakarken ‘Üniversitede ilk günüm, bakalım neler olacak?’ diye düşündüm. Uzun zamandır uykuda bekleyen hayalim, sonunda gerçek oluyordu. Gözlerimin içinde küçük küçük yıldızlar parlıyordu,  görüyordum.

Çayı demleyip kahvaltıyı hazırladım. Oğlumla eşimi kaldırdım, birlikte kahvaltı yaptık. Eşim ile yola çıktık. O yol hayallerim kadar uzak, telaşım kadar yakın geldi. İnsan uzağı ve yakını aynı anda yaşayabiliyormuş. Karnımda kelebekler uçuşuyordu. Kapıdan geçip sınıfıma girdim, birinci sıraya oturdum. Heyecanımı telaşımı belli etmemeye çalışarak etrafı inceledim. İşte buradaydım, gençlerin arasında. Tuhaf hissediyordum. Hem heyecanlıydım hem de çekiniyordum. Sürekli ‘Başarabilir miyim, yapabilir miyim?’ diye düşünüyordum. Üniversiteyi kazandığımı kimseye söylememiştim. Komşularım, akrabalarım, arkadaşlarım bilmiyorlardı. Başaramayacağım endişesiyle herkesten gizledim. Başaramayıp bırakmak zorunda kalırsam eğer kimsenin haberi olmasın istiyordum.

   Beni buraya getiren neydi? Neden yıllar sonra edebiyat okumak istemiştim? Yıllar içinde kaybolmayan kitaplara ve kelimelere olan tutkumun sebebi neydi? Çok düşünmüştüm. Neden edebiyat? Üniversite sınavında başka tercih yapmamıştım. Sadece Türk Dili ve Edebiyatı… Bu soruyu çok sordum durdum kendime. Sanırım cevabını yıllar öncesindeki bir hatırada bulmuştum. Evet  çocukluktan gençliğe ilk adım attığım,  heyecanımın dorukta olduğu yılların bir okul hatırasında… Okulu her zaman sevmiştim. Okulda kendim olabiliyordum, istediğim gibi konuşabiliyordum. Belki de en önemlisi de insanlar tarafından dinleniyordum. Öğretmenlerim beni dinliyorlardı ve susturmuyorlardı.

Sosyal medyada okunacak kitap listelerini gördükçe içim gidiyordu. Ben neden bu kitapları bilmiyordum? Gogol kimdi, Victor Hugo’nun Sefilleri neden bahsediyordu? Cengiz Aytmatov, Tanpınar, Nazım, Yaşar Kemal ve öteki yazarlar…  Gerçekten kimdi bu insanlar? Farklı neler yazmışlardı da herkes onlardan bahsediyordu. Her yazarı tanımak istiyordum.

Bir yazıda kitaplar insanı anlatır, okur kendinden izler bulur cümlesini okumuştum. Ben de kendimi tanımak, kaybolan izimi bulmak istiyordum. Kimdim ben? Belki de kendimi unutalı çok olmuştu. Önceden neye seviniyordum, beni mutlu eden neşem neydi benim? Kendimi, neşemi bulmak için okumak istiyordum. Görüşlerimi dile getirmeyi, kitapları anlatanlar kendi yorumlarını yaparken ben de hissettiklerimi, düşüncelerimi dile getirmek istiyordum. Yaşadığım sıkıntıları unutmak, sadece kendimle ilgilenmek, kendi kendimle mutlu olmak istiyordum.

  Ortaokulda Ayhan hocam yapmıştı o başlangıcı. Tahtaya Arapça harflerle bir şeyler yazmıştı. Bu ‘aşk’ kelimesi ama önceden ‘ışk’ diye okunuyordu. Kelimelerin zaman içinde değiştiğini hatta anlamlarının bile değiştiğini söylemişti. Nasıl yani? Her kelimenin bir hikâyesi mi vardı? Kelimeler değişebiliyor muydu? Hatta anlamları bile… Bunu öğrenmek beni çok etkilemişti. Artık her duyduğum kelimeyi tekrar ediyor; acaba önceden nasıl söyleniyordu, başka anlamları neydi, önceden hangi anlamda kullanılıyordu, anlamı sonradan neden değişmişti?

Kendimce kelimelere hikâyeler yazıyor, kelimelerle adeta oyun oynuyordum. En çok aklıma ‘aşk’ kelimesi takılıyordu. Aşk neydi? Bir erkeği sevmek mi, tutku mu, şehvet mi, merhamet mi yoksa fedakârlık mı? Gerçekten neydi aşk? Çocuk aklımla düşünüyordum işte.

  Ortaokul bittikten sonra bir mesleğim olsun diye meslek lisesine yazdırdılar beni. Hiç sevmedim okuduğum bölümü. Sabah çıkıp akşam geliyordum eve. Bu da bana yetiyordu. Lisede sadece dini kitapları okumama izin verilmişti. Hatırlıyorum da arkadaşımın birinden roman almıştım. Evde okurken abim yırtmıştı onu. “Sen ahlaksız kitaplar okuyorsun.” diye üstüme yürümüştü. Ben de sadece izin verilen kitapları okumaya başlamıştım. Tasavvufi kitaplardan İmam Gazali’nin Kalplerin Keşfi, Ebul Leys Semerkandi, Abdulkadir Geylani’yi hatırlıyorum. Bu kitaplarda hep ahiret hayatı anlatılıyordu. Bu dünyanın geçici olduğu, acıların biteceği, sabretmek gerektiği, elimizdekilere şükretmek ve durumumuzu kabul etmemizin gerektiği anlatılıyordu. Çocuk aklımla ne kadar yanlış yorumlamışım sabrı, tevekkülü şimdi anlıyorum. Evde yaşama alanım yoktu, nefes alamıyordum; sürekli susturulduğum bir evde yaşıyor ve sevmediğim bir bölümde okuyordum. Keşke düz liseye gitseydim. Öğretmenler ödev verdi dersem izin verirlerdi belki kitap okumama. Kitaplarla korkmadan sırdaş arkadaş olurdum, belki hayatım daha farklı olurdu. Evde kapana kısılmış gibiydim. Çareler arıyordum kurtulmak için ama bulamıyordum. Ben olamıyordum, kayboluyordum. Kurtuluşumun evlilile olacağını düşündüm. Evlenerek evden gitmeliydim. En azından kendi evim olurdu, kendi düzenim olurdu. Evlenmeliydim ama nasıl? Ailemin izin verebileceği biri olmalıydı. Akrabalarımızdan biri kendi oğluna düşünüyordu beni ve bunu da açık açık söylemişti. Seni oğluma alacam diye. Olur muydu bu evlilik? Olurdu bence.

Eşim için iyi diyorlardı, namaz kılıyormuş üstelik hiç içki içmiyormuş. İşte bu çok önemliydi. İçki içmiyorsa evde beni dövmezdi, parasını evi için harcardı. Sebepsiz kavga gürültü olmaz, eşyalar sağlam kalırdı. Daha liseyi bitirmeden dünür geldiler, on altı yaşında nişanlandım. Lise bittikten hemen sonra evlendik. Nerden bilebilirdim yağmurdan kaçarken doluya tutulacağımı? Kendimce bir düzenim vardı. Evimi temizliyor, misafir kabul ediyordum. Evli bir kadın olarak beni dinleyen arkadaşlarım vardı. Kayınvalidemin evini de temizliyor, gelen misafirlere hizmette kusur etmiyordum. Beni görenler takdir ediyorlardı “Ne güzel gelin almışsın, hem iş yapıyor hem yüzü gülüyor hem de dindar.” diyorlardı. Eşimin ve kayınvalidemin sözünden çıkmıyordum. Onların istediği gibi davranıyordum. Sonunda bir şeyleri başarmıştım, takdir ediliyordum. Ama bu durum uzun sürmedi. Kapıyı birinci zilde değil ikinci zilde açtığımda azar işitiyor, boşalan çay bardağını görmezsem suçlanıyordum. Artık anne olmuştum, çocuklarımı en iyi şekilde yetiştirecektim. Hayatımda bir şeyler eksikti. Ne olduğunu bilmiyordum ama eksikti. Hayata tutunmak için çocuklarımdan kuvvet aldım. İşte bir şekilde hayat devam ediyordu ve ben dini kitaplar okumaya sürdürüyordum. Kabullenmiştim bu şekilde yaşamayı. Bu benim kaderimdi.

  Eşimin işleri bozulmuş maddi sıkıntı çekmeye başlamıştık. Ben fabrikada çalışıyordum artık. Bu sıralarda yeni bir eğlence keşfetmiştim, Twitter. Gazetecileri takip ediyor, haberleri okuyordum. Kendime hayret ediyordum. Neden Gazete okuyor, gazetecileri takip ediyordum? Neden kitapları anlatan haberleri okuyordum diye. Anladım ki içimdeki kitap sevgisi yok olmamıştı. Para kazandıkça kendime güvenim gelmişti. Kendi ayaklarının üstünde durmak gerçekten çok güzeldi. Maddi durumumuz düzelince “okumak istiyorum” dedim. Eşim inanamadı önce. ”Çocuklar üniversiteyi bitirdi, bana ihtiyaçları kalmadı; okumak benim yarım kalan hayalim, onu tamamlamak istiyorum, en azından denemek istiyorum, yapamazsam bırakırım.” dedim. Eşim kabul etti ama gözlerine baktığım da “Okumanı istemiyorum.” ifadesi o kadar belliydi ki. Maddi sıkıntı yaşamadan önce söylesem hayatta kabul etmezdi. O zor yıllarda evin sorumluluğunu tek başıma hallettiğim için bu isteğime karşı çıkamamıştı.

   Sınav sonucu açıklandıktan sonra hocam aklıma geldi. Birkaç yıl önce sosyal medyadan bulmuştum hocamı. Hemen Ayhan hocama mesaj attım. “Hocam,  bu sene üniversite sınavına girdim ve edebiyat bölümünü kazandım. Kitapları sizin sayenizde sevdim, sizin sayenizde kelimeleri tanıdım, tanımaya çalıştım.” dedim. ”Çok sevindim.” diye yazmış. ”Herhangi bir şeye ihtiyacın olursa beni aramaktan çekinme, yardımcı olurum.” Diye de eklemiş. Zaman zaman mesaj atarım. ”Hocam cümlenin ögelerini bulamıyorum, bu yazar hakkında bilgi verir misiniz?“ türünden. Hocam da bıkmadan anlatır.

Ve işte bugün buradayım, üniversitede, gençlerin arasında. Vizelerde başarılı olduktan sonra korkmadan herkese söyledim okula gittiğimi. Önce şaşırıyor, sonra farklı tepkiler veriyorlardı. Kimi “Ne yapacaksın bu yaştan sonra?”  kimi “Okuyabiliyorsan iyi! “diyorlardı. Babama da söyledim, üniversiteye gittiğimi. ”Bu yaştan sonra benim başımı belaya sokacaksın.” deyince öylece donakaldım, inanamadım duyduklarıma. “Eşimle oğlum düşünsün başının belaya gireceğini, sen niye düşünüyorsun, sana mı sıra gelir?” dedim babama. Benim okumam onların başını belaya mı sokacaktı, düşündüğü bu muydu gerçekten? Bütün söylenenlere kulak tıkadım. Ben hayallerimin peşinden gidecektim, kimse bu saatten sonra bana engel olamazdı.

Aşk-neydi

  İnsan isteyince Allah yol açıyordu. Ne tuhaf değil mi? On beş yaşımda karşıma çıkan bir  ‘aşk’ kelimesinin yıllar sonra beni edebiyat fakültesinin kapısına getirmesi. Tutkuyla istediğin, onun için tüm engelleri aşıp duvarları yıktığın her ne ise o gerçek aşktır.” diye bir yazı okumuştum. Anladım ki benim gerçek aşkım edebiyattı. Gerçek aşkımın ‘aşk’ kelimesi ile başlaması da çok ilginçti. Demek ki insanın içinde ‘aşk’ olunca seneler de geçse o sihirli duygu bir şekilde ortaya çıkıyor. Zaman gerçek aşkı yok edemiyordu.  Birilerinin gözüne girmek, iyi bir ev hanımı, anne, evlat olduğumu göstermek için değil de kendimi mutlu etmek için okumayı, öğrenmeyi seviyorum. Yaşadığım olayları, değişen fikirlerimi bir arkadaşıma anlattığımda “Kendini var etmeye çalışıyorsun.” demişti. Evet, kendimi ‘var’  ediyordum. Var olmak güzeldi. Sadece kendin için bir şeyler yapmak, kimsenin dediğini umursamadan kendi mutluluğun için çalışmak gerçekten çok güzeldi.

  Şimdi bir dönem bitti. Derslerimde başarılıyım. Mutluluğumun kelebek ömrü misali kısa sürmesinden korkuyorum. Yunus Emre’nin ”İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir/ Sen kendini bilmezsen bu nice okumaktır.” sözleri benim hayat kılavuzum oldu. Gözlerimde parlayan yıldızları tekrar kaybetmek istemiyorum. Kendimi bilmek için kendime giden yolun yolcusuyum artık…

İlgili Haberler

“Aquaman ve Kayıp Krallık” İlk Fragmanıyla Görücüye Çıktı

okuryazarkitaplar

Romalıların Baş Belası Sinoplu Mithridates

Kardelen Oğlakçıoğlu

okuryazarkitaplar

Yorum Yap

Kitap, Sinema, Tiyatro, Edebiyat, Tarih, Mitoloji, Müzik, Resim, Gez Gör, Doğa Sporları, Aktüel Bilim, Anadolu, Dünya Mirası, Festival, Fuar, Sergi, Akademi, Yazarlar...