14.3 C
İstanbul
Cuma, May 10, 2024
okuryazarkitaplar
Image default
Manşet

Dört Element

Yazan: Müge

“insanoğlu ilk andan itibaren Doğa’yı incelemiş, onu oluşturan ilkeleri anlamaya çalışmıştır. Bunu yaparken yine doğayı kullanmış, gördüğü gözlemleyebildiği kavramlarla soruları yanıtlamıştır. Kültürümüzde var olan dört element ya da Osmanlıcasıyla -anasır-ı erbaa- bu düşüncenin sonucudur” (Erhan Altunay, Paganizm 1)

Dünyamız gezegensel özellikleriyle dört ana elemente sahiptir. Dolayısıyla dünya üzerinde yaratılan her bir varlık farklı oranlara sahip olsa da bünyesinde dört elementi barındırır. Elementler fiziki bütünlüğün sağlayıcılarıdır. Astroloji, simya, tarot gibi kadim öğretiler de element sistemini referans alırlar.

 Tarihte ilk defa Yunanlı Empedokles, dörtlü element sistemini kurmuştur. Bunlar hava, su, toprak ve ateştir. Aslında mevcut enerji bu elementler üzerinden dağılarak varlığı oluşturur diyebiliriz.

 Platon, Timaios adlı eserinde elementler arasında sürekli bir de dönüşüm ve döngüden bahseder. Ateş Havaya, Hava Suya, Su Toprağa ve Toprak Ateşe dönüşmekte olup döngü bu şekilde devam eder.

Her element kendi içinde bazen hiyerarşik bazen de çeşitlilik gösteren bir yapıya sahiptir. Tarot kartlarında bunlar sembolik olarak anlatılmıştır. Tarot’un bir numaralı kartı “büyücü”dür, masada dört element vardır ve bunların kontrolünden güç doğar. Tarot’un Değnek serisi ateşi, Kupa suyu, Kılıç havayı, Tılsımlar toprağı temsil eder.

Bütün elementler birbiriyle etkileşim halinde çalışır. Ateş havayla karışınca hararet oluşur.

Bütün elementler bilinçdışından, kolektif bilince kadar tüm kademelerle ilişkilidir.

HAVA ELEMENTİ

Hava erildir, suyu ve ateşi içinde barındırır, simgesi ortasından çizgi geçen yukarı yönlü eş kenar üçgendir.

İlahi adalet ve doğaüstü güçlerin yanı sıra yaratıcılıkla da ilişkilidir. Yaratıcıdır çünkü hayata doğduğumuz nefesimizdir.

Hava kendi içinde pek çok farklı hali barındırır. Fırtına, rüzgâr, sis, gökkuşağı, şimşek, gök gürültüsü gibi. Bunların her birinin karşılığı, taşıdıkları kodlar farklıdır. Hava rüzgârlarıyla dölleyendir, taşıyandır. Kokuyu taşır, sesi taşır, tozu, poleni taşır. Rüzgâr şiddetini arttırdıkça öldürücü yönü de ortaya çıkar.

Hava haberleşme, iletişimdir, bilgiyi taşır, medyadır. Zekâdır, araştırmalardır, muhakemedir, zihinsel her türlü aktivitedir. Aklî bir enerji oluşturur, akışkanlığı çok hızlıdır, gelecekle olan bağlantıdır.

 Hava elektrikle de ilişkilidir.

Hava insanı hem içten hem de dıştan sarar, kuşatır.

Bedenimizde baş bölgemizdir, başka bir düzeyde aklımız, bir diğerinde düşüncelerimiz, en üst seviyede de ruhumuzdur. En kesiften en latife kadar her bir seviyede farklı bir süreç ve akış yaşanır. Yukarıda bahsettiğim, havanın kendi içinde aldığı formlardaki prensipler bu akışı ve süreçleri belirler.

Astrolojide, kova, terazi ve ikizler burcunun elementidir. 

Hava benim hayallerimdir, düşüncelerimdir, en latif gizliliğimdir. Hava insana bilmeyi öğretir, bazen de görmeden, duymadan, dokunmadan, tatmadan bilmeyi. Hava analiz kabiliyetimdir, muhakeme yeteneğimdir. Bazen hakikatin önüne çektiğim koca bir sis perdesidir. Bazen gökkuşağı ile her rengin sahibi olduğumu hissettirir. Hava benim iletişimimdir, hem içsel hem de dışsal. İnsanın kendinden kendine muhabbeti de havadır, kendini bilmek de havadır, sevmek de.

İç dünyamızı keşfetmek için hava elementini doğru ve dengede kullanmak gerek, duyduklarını seçebilmek, kokladıklarını ayırt edebilmek gerek.

Düşünceler su gibidir, akar durur. Düşünceler üzerinde bir irade geliştirebilmeli ve gerektiğinde dur! diyebilme kabiliyetini kazanmalı insan. Rüzgâr, düşüncenin döllenmesiyle ilgilidir ama insanın düşünce dünyasında, fırtınalar kopmaya başladıysa eğer, düşünce kendini kapatır ve merak odaklı tatminsiz, asla içselleşmeyen savrulmalar, dağılmalar başlar ve yüzeysellik gelişir.

Hava kişide kontrolden çıkarsa aklını kullanma potansiyeli düşer, denge yolundaki strateji bozulur. Bilgi entelektüel seviyede kalır. Eğer hava çok fazla elektrik yüklenirse akıl keskin bıçak gibi çalışır, objektiflikten uzaklaşır.

Bunun için kontrol her zaman kişinin elinde olmalıdır. Bilinçli düşünceler (tefekkür), sistemi geliştirilmelidir. Neden sonuç ilişkileri, muhakeme zincirleri, odaklanma egzersizleri yapmak alışkanlık haline getirilmelidir. Bir bakıma aklı dizayn etmektir aslında hava.

İnsan gereksiz, boş sözler, magazin, anlamsız görüntüler gibi hiçbir veri ile ilişkilenmeyen şeylerle havasını kirletmemelidir. İçselleşmeyen bilgi de buna yol açar. Hava değişkendir, uyanık olmak lazım.

Kainatta bir uyum vardır, bu uyumda görülmeyen, sezilmeyen, hissedilmeyen bir şuur gizlidir. İnsana can verilir, ama ruh üflenir. Eğer havayı doğru kullanırsak ruh idraki çalışmaya başlar.

SU ELEMENTİ

Su biçim değiştirir, farklı hallere dönüşür. Sembolik olarak dişildir, pasif elementtir. Ay ve hayatın kaynağı olan bereketle alakalıdır. Yağmur, dalgalı bir deniz, kar, dolu, sakin bir göl olabilir. Her birinin kendi simgeselliğinde farklı anlamları vardır. Akıcıdır, derindir, durağandır. Bazen arındırır, bazen kirletir bazen şifalandırır, bazen zehirler. Can da verir, can da alır, ölümsüzlüğü de vaad eder, gizemlidir işte.

Yengeç, akrep ve balık su elementi burçlardır.

Su varlığın ilk kaynağı olmuştur. Bedenin, zihnin ve duygu dünyamızın temizleyicisidir. Spritüelizm suyu çok sever ve kullanır. Ruhsal yoğunluk, yüksek evrensel frekanslara karşı duyarlılık verir. Su elementi yüksek çalışırsa her frekansa kolayca uyumlanmayı sağlar. Su duygulardır, bilinç dışımızdır, sezgilerimizdir.

Telepatik yetenekleri uyandırır, sürrealist bakış açısı verir. Sembolü aşağıya doğru bakan eşkenar üçgendir. Yönü batıdır. Mitlerde göller, kaynaklar kutsal kabul edilmiş ve sular dişi unsura adanmıştır. Sirenler, nyrnpheler, perilerle ilgili efsanelerin kaynağı budur.

Her şey sudan yaratıldı.

Rengi yok

Kokusu yok

Tadı yok

Suda sadece uyum var. Su gibi aziz olma var. Sudan yoksun olan toprak ne olur? Suya gönül veren toprak ne olur? Düşünmek lazım.

Su büyülü kazanın içindeki ilk maddedir. Su toprağın canıdır. Su meyveye tat olur,renk olur, koku olur, canlılara kan olur, madenlere billur olur, buhar olur, yağmur olur, bereket, feyz olur. Suyun tecellileri saymakla bitmez.

Eğer toprak suyu çekmez ise sel olur, sürükler, helak eder. Beden toprağında ne olur?

Bizler içimizde koskoca bir okyanus taşırız, bu yüzden olsa gerek insandaki su tuzludur. Gözyaşı, kan, idrar, mide suyu hepsi tuzludur. Bu da önemlidir ve hikmetlidir.

Su ve topraktan yaratılan insan kendini hammaddesi ile temizler. Su ve toprakla.

Anneannem bir keresinde suya pis dememi yasaklamıştı. “Suya pis denmez; ancak “Kullanıma uygun değil de.” derdi.

Suyun içinde ışık, hayat ve sessizlik gizlidir. Su ilimdir.

Su duygularımızdır dedik. İnsanı insan yapan, ayırıcı özelliklerden biridir. Duygularımız da tıpkı su gibi değişkenlik gösterir ve çoğu zaman beden şehrine hakim olurlar. Kar olur üşütür, buz olur taş kesiliriz. Şebnemde tazelik, seviç vardır, yağmur da bereket hissi, bazen dinginleşir bazen hırçın dalgalara döneriz, bazen birbirine karışan duygularla girdaplar yaratırız, tsunamiye dönüşüp yıkar geçeriz.

Her bir elementte olduğu gibi suya da irade aşılamak gerekir. Duygu sahibi olmakla duygusal olmak aynı şey değildir. Buradaki en önemli ölçü dengedir. Duygularımız birbiri içinden doğarak beden toprağına akmaya başlar ve bazen taşar, sel olur. Bu gerçekte felakettir, çünkü her bir boyut diğerine projekte olur, etkiler, sarsar. Duygular düşüncelere karışır ve blokajlar oluşturur. Her nehir nasıl kendi yatağında akmalıysa duygular da belli sınırları aşmamalıdır. Örneğin, korku bir duygudur, tüm bedeni ele geçirebilir, algılarla oynar ve gelen veriyi manipüle eder. Akıl, irade, kudret devre dışı kalır.

Su aynadır, sırrı arkada, derinliğindedir. Aynadaki görüntülere takılmadan duygu barajını geçebilirsek sezgisellikle tanışırız, derine daha derine inebiliriz, sır buradadır. Bilinçdışına ulaşabilmek için duyguların çemberinden geçebilmek gerekir.

Sanatçılar kendi duygu dünyalarındaki suyun hareketlerini yakından izler. Onun taşkınlığına kontrollü izin verir ve bunu kendi dehaları gereği dönüştürerek ilham dediğimiz seviyeye ulaşır. Fark yaratan olgu budur.

Anneannem “Su gizlenir buhar olur, buhar gizlenir su olur, insan bu ikisinin arasında durur.” derdi. İşte kozmik rahimle tanışanlar buraya varabilenlerdir. Kim bilir belki de sular tüm bu değişkenliğin içinde değişmez olanın sırrını saklamıştır.

ATEŞ ELEMENTİ

Savaşın, kaosun simgesi olarak ateşin nitelikleri aktif ve erildir. Sembolü yukarıya bakan eşkenar üçgendir. Güneşle de ilişkilidir. Dehşetli ve yakıcıdır. Kişi ya da nesneler ateşli olarak adlandırılabilir, aşırı duygular kırmızı renkle ilişkilendirilir. Ateşin ikili bir yapısı vardır arınma ve yenilenme;  yuva, ocak ve aynı zamanda ilahi aşkı da simgeler. İnsanın ateş yakmayı öğrenmesi çığır açıcı olmuştur. Bütün eski kültürlerin ateş tanrıları ve ateş üzerine efsaneleri vardır.

Ateş insana canlılık, enerji, heyecan, hareket verir, fiziksel eylemleri yönetir. Cinsel güçle de alakalıdır.

Ateş güçtür yıkıcı ya da yaratıcı olabilir. Işığı ile karanlığa karşı savaş açarken bir yandan da karanlığa merak uyandırır. Aydınlanma süreci karanlıktan doğma ile başlar, belki de bu sebeptendir ki karanlık bir yönüyle de rahimiyettir.

Ateş dinsel törenlerde ve geleneksel motiflerde de çok kullanılır. Belki de cehennem ateşine atıf yapılır. Günahtan uzak kalmayı kolektife yükler, ateşle de vaftiz edilir insan.  Kutsal metinlerde anlatılan cehennem ateşi de zaten arındırıcı, temizleyici noktasında çalışmaz mı?

Yine anneannem “Arzuyu ışığa teslim etmek lazım.”  derdi. Niyeti tanrıya ulaştırma çabası gibi geliyor düşününce.

“Ateş aynı zamanda ışık anlamına da geldiğinden, İlkbahar’ın ilk günü olan ilkbahar ekinoksu da ateşin doğuşunun günü olarak kabul edilir. Zaten Bahar kültlerinde ateşle ilgili birçok motif vardır. Türk kültüründeki Cemre inancı da ateş ile alakalıdır.” (Erhan Altunay, Paganizm 1)

Zerdüştlükte ateşin önemi ve dine verdiği şekil önemli. Ateşi iyiyi ve kötüyü birbirinden ayıran bir unsur olarak görmeleri, tanrısal gücü ateşte seyretmelerini çok ilginç bulmuşumdur. Ateşi yüceltmeleri ışığı kutsamalarıyla ilişkili olmuş. Ateş ve ışık ilişkisi, tıpkı Prometheus’un anlattığı gibi.

Ben Prometheus ’un resmini tuval üzerine çalışırken, şöyle dediğini hissetmiştim:

“Ateşin tohumlarını, cehaletin karanlık gözlerine ektim”

Ölü yakma törenlerinde görüyoruz, istesek de istemesek de ateşle dönüşüyoruz. Ateş yaratıcı özelliğiyle büyü ile de ilgilidir.

Ocak kültürünün Türklerde de ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Ben de ocak kültürüyle büyütüldüm.

Astrolojide yay, aslan ve koç burçlarının genel karakterini oluşturur. Jüpiter ahlak yasalarının da belirleyicisidir. Bitişler ve yeni başlangıçları simgeler. Küllerinden doğmak.

Mevlana “Hamdım, piştim, yandım.” derken, en doğru anlamıyla ateşe vurgu yapar. Bunlar olgunlaşma aşamalarıdır. Ateş yakar, arındırır, temizler, yok eder ve bambaşka bir bilince dönüştürür. Toprak olan bedeni pişirir, değer kazandırır.

Ateşin de çeşitli halleri vardır. Cemre, köz, kor, kıvılcım, od gibi. Bunlar farklı idrakle açılan farklı seviyelerin ateşleridir.

Şartlar ne olursa olsun insanın kendi düşünce dünyasını aydınlatması ve her zaman hür olma bilincinde dirilmesi gerekir işte budur ateş. Aydınlanmanın ve aydınlatmanın bedeli görünüşte ağır olsa da güce değil, kudrete ulaşmanın yolunu gösterir.

Burada çok önemli bir potansiyeli görüyoruz. Bu potansiyel insanın kendini gerçekleştirme yolunda lazım olan motivasyon enerjisini saklar. Görebilene gerçek bir armağandır. Kontrolsüz elde yakar, ehil ellerde ise ışıktır. Ateş aşktır.

TOPRAK ELEMENTİ

Ana Tanrıça…

Topraktaki yaratıcı gücün dünyadaki taşıyıcısıdır.

Dönüşüm ve doğum ile alakalıdır. Dişil prensiptir, pasiftir, simgesi ortasından çizgi geçen aşağı yönlü eşkenar üçgendir. Toprak canlılıktır, üretkenliktir, temizleyicidir.

Toprak doğumu ve ölümü simgeler, her canlı gibi toprağın rahminden doğarız ve yine ona döneriz.

Toprak köklerimizle, atalarımızla da ilgilidir, genetiğimizdir. Maddiyata bakan tarafımız, mal varlıklarımız da topraktır, adalet, kanunlar hep toprakla ilişkilidir.

Astrolojide toprak grubunun burçları, oğlak, başak ve boğadır.

Dini metinlere göre İnsan, topraktan yaratılmıştır.

İnsanlar toprakta yetişen birer tohum gibidirler. Büyür, olgunlaşır ve sevk edilme zamanı geldiğinde tekrar toprağa döner.

Peki, hangi tohum; hangi toprağa ekilince filizlenir?

Kireçli toprak mı?

Humuslu toprak mı?

Killi toprak mı?!

Toprağın şartlarını belirleyen kimdir?

Tohum, mineraller bakımından zengin (manalar)  , düzenli sulanan (ilim), uygun hava koşullarına sahip (nefes), uygun ısıya sahip (idrak) bir toprağa düşmelidir. Her insan kendi beden toprağını elverişli hale getirmelidir.

Toprak tohuma der ki: “Hasat mevsimi geldiğinde olgunlaşman lazım, orak ve tırpanın şakası yoktur.”

Evet, ve yine anneannem “Her zaman kabulü geniş olmak lazım.” derdi. Toprak hiçbir şeyi gözü yaşlı bırakmaz, bağrına alıverir. Tenkit etmez, inkar etmez, nefret etmez, büyüklenmez, hakir görmez sadece kabul eder. İnsan kabulünü geniş tuttuğunda, görünenin ardını da görmeye başlar, burada zan biter, izan başlar.

Yer ve gök anlayışı her seviyede farklı çalışır. Düşünceler, duygular, dürtüler, bilinçdışı krizleri, kompleksler dengesini kaybettiğinde bedeni etkiler. Her bir katman birbirine geçişken bir tavır içindedir. Bazen depremler olur beden şehrimizde yıkılırız, bazen kaymalar olur büyük büyük kayalar geçer üstümüzden yıpranırız.

Topraktan yaratılan insan özünü unutur. Köklerini, atalarını, geçmişini, efsanelerini, destanlarını, masallarını tüm kültür ögelerini bilerek geleceği inşa ederken kendini de ihya eder. ihya, bu dağarcığın meyvesidir, inşaanın ruhudur. Bir toplumun kültürü inancından önce oluşur, o kültürdür ki, toprağın ta içine işler.

Topraktan yaratılan insan “özünü” unutur. Dünyaya niye geldiğini, kim olduğunu, asli vatanını unutur. Ama tüm bilgi beden toğrağının ta içine işlemiştir. OKUmasını bilene toprak kâinat kitabı olur.

Toprak insanın hafızasıdır.

Toprağa bastığımız yerden, tüm yaradılışa entegre oluruz. Her canlı aynı rahimin çocuklarıdır. İnsan toprağı gerçekten hissettiği zaman ayrılık da biter, gayrılık da.

Diğer her şey gibi sen de, topraktan doğar, doyar, sığınır, korunur, barınır ve ölürsün toprakla…

SON BÖLÜM

Tüm elementlerin sembollerini üst üste getirdiğimiz zaman eril ve dişil dengesinin kurulduğu sembol ortaya çıkar, altı köşeli yıldız. Zıtların birliği ile yaradılışı simgeler. Rahman ve rahim ilişkisi, hieros gamos (kutsal birleşme), denge ve eşit katılımı gösterir. Hz. Süleyman’ın mührü olarak da bilinir, adaletin simgesidir. Aynı zamanda Güneş Sistemi’nin de sembolüdür.

                                                                                                                                                      

İlgili Haberler

Şehit Aileleriyle Konya’da…

okuryazarkitaplar

Sihirli Sorular 2

Kübra Kaya

Kitapların da Bir Şifahanesi Var

okuryazarkitaplar

2 Yorumlar

Ecem Aralık 1, 2021 at 8:53 pm

4 element küçücük yaşta okulda öğretilen bir kavram, basitleşmiş, yüzeyelleşmiş. Oysaki insanın kendi manasından beslenen, içkin ve kahramanın yolculuğunda herkesin idrakine varması gereken bir mihenk taşı. Mükemmel bir anlatım olmuş. Mitoloji, astroloji, tasavvuf, felsefe ve teoloji gibi farklı branşlarla inceleyerek harika bir sentez oluşturmuşsunuz. Kaleminize sağlık, yazılarınızı devamını hevesle bekliyorum. Sevgiler

Cevap Ver
admin Aralık 2, 2021 at 7:01 pm

Yorumlarınız için teşekkür ediyoruz…

Cevap Ver

Yorum Yap

Kitap, Sinema, Tiyatro, Edebiyat, Tarih, Mitoloji, Müzik, Resim, Gez Gör, Doğa Sporları, Aktüel Bilim, Anadolu, Dünya Mirası, Festival, Fuar, Sergi, Akademi, Yazarlar...