14.8 C
İstanbul
Cuma, May 10, 2024
okuryazarkitaplar
Image default
ManşetEditörün SeçimiTarih

İttihat ve Terakki – 31 Mart Darbesi

Yazı Dizisi – 5

İttihat ve Terakki, 19. yüzyıl sonunda Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu bunalımdan kurtulması için Kanun-i Esasi’nin yeniden yürürlüğe konmasını isteyen öğrenciler tarafından 21 Mayıs 1889’da Askeri Tıbbiye Mektebi’nde İttihad-ı Osmanî Cemiyeti adlı gizli bir örgüt olarak kuruldu. Daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti adını alacak örgüt, aynı devirde kurulmuş irili ufaklı diğer pek çok örgütle birleşerek Osmanlı coğrafyasının en güçlü teşkilatı haline geldi.

Siyonistler Osmanlıyı nasıl yıktı, anlatmış

İttihad-ı Osmanî Cemiyeti, 21 Mayıs 1889 tarihinde Askeri Tıbbiye’nin bahçesinde toplanan İshak Sükûti, İbrahim Temo, Abdullah Cevdet, Çerkez Mehmed Reşid adındaki dört talebe ile ve sonradan onlara katılan Hüseyinzade Ali Bey, Konyalı Hikmet Emin Bey, Cevdet Osman, Kerim Sebatî, Mekkeli Sabri Bey, Selanikli Nazım Bey, Şerafettin Mağmumi, Giritli Şefik tarafından kurulmuştu. Genç öğrencileri bir araya getiren, devletin içinde bulunduğu bunalım ve II. Abdülhamid yönetimine duyulan hoşnutsuzluktu. Kurtuluş için acilen Meşrutiyet yönetiminin kurulması, Abdülhamid yönetiminin yıkılması gerektiği düşüncesindeki gençler, bu konuda propaganda yapmak üzere örgütlendiler.

            Birinci Meclis-i Mebusan’ın başkanı Ahmet Rıza Mason, Bektaşi ve dinden nefret eden bir ateisttir. Ahmet Rıza Cumhuriyet kurulduktan sonra da Cumhuriyetin tanıtılması amacıyla Fransa’ya gitmiştir.

Doktor Rıza Nur’a göre Doktor Nazım, Talat Paşa ve Rahmi Bey’le birlikte İttihat ve Terakki’yi perde arkasından yöneten kişidir. Doktor Nazım ise Selanikli Sebatayist ve Masondur.

Aslen Bulgar Göçmeni olan Tunalı Hilmi İttihat ve Terakki içerisinde Abdülhamit’e karşı silahlı mücadeleyi savunan kişidir. Kendisi Türkçülük akımının savunucusu ve darbeci fikirlerle cemiyet içerisinde sivrilen bir şahsiyettir. Cumhuriyetin ilanıyla üç dönem milletvekilliği yapmış Devrim Yasaları’nı hazırlayan üç önemli isimden bir tanesidir.

Abdülhamit’in Yeğeni Prens Sebahattin ve yandaşları Tunalı Hilmi ve diğerleri Abdülhamit’i iktidardan düşürebilmek için yabancı müdahalesini meşru görmüş ve Ermeni ve Rum komitacılarla (terör yanlısı olan) iş birliği yapmıştır. Bu Ermeni Komitacıların Abdülhamit’e yaptığı suikast girişiminde 26 kişi ölmüş ve 58 kişi yaralanmıştır.

31 Mart vakasını gerekçe göstererek –ki o da ayrı bir tiyatro oyunudur– Abdülhamit’i darbe yoluyla tahttan indirenlerden en çok bilinen ve isimler İttihatçı olan Enver Paşa, Kazım Karabekir, Mustafa Kemal ve Necip Drago’dur. Aslında bu genç subaylar kendilerinin dahi haberi olmadığı şekilde perde gerisinde olan Sabataist-Sionistler tarafından öne atılmış vatanperver Osmanlı subaylarıdır. Onlar her şeyi vatan aşkı ile yapmakta ve karşısında gördükleri herkesi hain olarak görmekteydiler. Oysaki sebep oldukları vakalar koca bir imparatorluğun çöküşünü hızlandırmış ve binlerce vatan evladının yok yere ölmesine veya yerlerinden sürülmesine sebep olmuştur.

Mustafa Kemal Daha öğrencilik yıllarında arkadaşlarıyla Vatan ve Hürriyet cemiyetini kurmuş, yakalanmış ve cemiyet dağıtılmıştır.  Daha sonra Abdülhamit tarafından affedilen Mustafa Kemal Hürriyet Cemiyetine katılan isimler arasında da yer almıştır. Selanik, Alliance ve yeni kurulan yenilikçi modern askeri okullardan mezun olanlar ilginç bir şekilde örgütlü hareket edebilme, örgüt kurabilme ve kitle yönetimi konusunda bilgi ve deneyim sahibi olabiliyorlardı. Osmanlı devletinin Tanzimat’tan sonra kurmuş olduğu okullar batılı eğitim sistemine kucak açarken sistemi kuranlar ve içine yerleşenlerin Yahudi gizli tedrisatının sırlarla dolu hocaları Osmanlı İmparatorluğunun geleceğini tayin edecek olan komutanlarını da yetiştirmekteydiler. Bu okullardan yetişen subaylar aslında Yahudi ideolojisine hizmet edebilecek –izm’leri de öğrenmiş hatta birçoğu bu ideolojileri benimsemiş oluyorlardı. Milliyetçilik, bu akımlardan en fazla öne çıkanı oluyordu. Bir imparatorluk olan Osmanlıya Milliyetçilik akımı duygusal manada vatansever doktrinler içerse de farklı etnik kimlikleri bir potada eritmek mümkün olmuyordu. Milliyetçiliğin adı Türkçükle özdeşleştikçe kendisini Türk aidiyetine mensup hissetmeyen topluluklar için bir ayrışma gerekçesini oluşturmaktadır. Yani Milliyetçilik Osmanlı parçalayan bir fikri alt yapı oluşturuyordu.

İşte böyle bir atmosferde subaylık eğitimlerini tamamlayan M. Kemal de bulunduğu çevre içerisinde adet olduğu üzere döneminde Mustafa Kemal de 29 Ekim 1907’de bir Mason locası olan “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ne 322 üye numarası ile kabul edilmiştir.

Tarihçiler Enver Paşa Alman Ekolünden, Mustafa Kemal’in de İngiliz ekolünden olduğunu teyit eder. Enver Paşa, Mustafa Kemal’den hiçbir zaman hoşlanmamış bu sebeple onu hiçbir zaman İttihat ve Terakki içerisinde öne çıkmasına müsaade etmemiştir. Enver rejimin restore edilerek devam edilmesi gerektiğini, Mustafa ise rejimin kökten değiştirilmesi gerektiğini savunuyordu. Cumhuriyet kurulduktan sonra Alman yanlısı ittihatçıların tamamı ya asıldılar ya da ülkeden kaçtılar. Oysaki İngiliz yanlısı İttihatçiler genç cumhuriyetin bir yerlerinde ya bürokrat, ya danışman ya da milletvekili olarak kendilerine yer edinebildiler. Bu nokta da bu tespitin üzerinde durmak önemlidir.

İttihat ve Terakki

II. Meşrûtiyet’in ilanı sonrası bir grup Jön Türk’ün bulunduğu fotoğraf (1909)Dr. Nâzım Bey, Ahmed Rıza, Prens Mustafa Fazıl Paşa, Ahmed Saib, Samipaşazade Sezai

Selanik’te kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile Paris’te kurulan Terakki ve İttihat cemiyeti 1907’de birleşerek İttihat ve Terakki Cemiyeti adını aldı. İttihat Ve Terakki cemiyetinin operasyonel (terör) kanadı olarak da Fedai-i Zabıtan Bölükleri kuruldu. Bu bölükler daha sonra Teşkilat-ı Mahsusa’nın alt yapısını oluşturmuştur. Bu fedailer (suikastçılar) daha sonra milletvekilliği görevi de üstlenenlerden olduğu bilinmektedir.

Fedai-i Zabıtan örgütü siyasi suikastlar düzenlemiştir. Ölenler de öldürülenler de maalesef Türk’tü. Birisi vatanı için öldürdüğünü öbürü vatanı için siyaset yaptığını savunuyordu. Ama bunların akıl hocalarının tamamı İngiliz, Yahudi, Alman ve Amerikan’dır. Aslında bu yabancılar kendi ülkelerine de yabancıydılar. Çünkü onlar kendilerini dünya devletinin kurucular, seçilmişler ve gizli ilimlere vakıf (ezoterik) kişiler olarak görüyorlardı.

Osmanlı İmparatorluğunda ve Cumhuriyet döneminde yapılmış olan tüm darbeler aşağıdan yukarı değil yukarıdan aşağı bir karaktere sahiptir. Osmanlıdaki ittihatçı darbe zihniyeti cumhuriyet döneminde de sebateist burjuvazi eliyle devlete dayatılmış, kendilerini ülkenin sahibi olarak gören azınlık bu hakkı kendinde görmüş, istemediği iktidarı darbeler yoluyla devirmiştir. Meşruiyetini halkın seçiminden alan iktidarlar halka rağmen alaşağı edilmiştir. Oysaki aynı burjuvazi halktan kat be kat daha çok maddi imkanlarıyla ülke için daha yararlı fikirler ve iktidarların doğmasına sebep olmuş olabilirlerdi. Aslında onlar her zaman iktidarın kendilerinin olduğunu düşünmüş ve bunu her fırsatta davranışlarıyla ortaya koymuşlardır.

Tarihsel verilere bakıldığında İkinci Meşrutiyet süreci ile 28 Şubat Post-modern darbesinin neredeyse birbirinin kopyası olduğu görülecektir. Pratik: korkut, yıldır, bezdir, iktidarı pes ettirerek boşalan alana kendi kadrolarını yerleştir mantığı üzerine kuruludur. 1990’larda darbe altyapısı için yapılmış olan suikastların benzeri ikinci meşrutiyet darbesinde önce yapılagelmiştir.

Dosya:İttihat ve Terakki amblemi.jpg
İçinde Bolca Masonik Sembollerin Olduğu İttihat ve Terakki Cemiyetinin Amblemi

İkinci Meşrutiyet ilan edildiğinde kurulan meclisteki 160 milletvekilinin 27’si Arnavut, 26’sı Rum, 14’ü Ermeni, 10’u Slav, 4’ü de Yahudi’dir. İmparatorluğun kurucusu olan Türk Milletvekilleri ise azınlık saflarında yer alıyordu. Böyle bir meclisin Osmanlıyı nasıl olur da bir ve bütün olarak tutması mümkün olabilirdi ki? 31 Mart İsyanı sonucu gerçekleşen darbe gününden sonraki ilk günde Bulgaristan bağımsızlığını ilan etmiş daha sonra Avusturya Hersek’i Yunanistan da Girit’i ilhak etmiştir. Buyurun size darbenin Faturası. Alın size PKK’nı istediği “hürriyet”… Yüzyıllardır bu topraklarda yaşatan Türk bakiyesinin yarısı kitlesel olarak soykırıma uğradı kalan yarısı Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldı. Sormak gerekiyor İttihatçılar mı kazandı yoksa Türkler mi kaybetti? Türklerin uğradı balkan soykırımından, 93 harbinin sonuçlarından ve yüz yıllık mübadele nedense tarihçilerimiz tarafından hala araştırılma gereği duyulmuyor.

İttihat ve Terakki ilginç bir şekilde darbeyi yapan olsa da hukuken iktidar olmaktan her zaman geri durmuştur. Sebebi çok basitti. Çünkü yetki ellerinde olsun ama sorumluluk onların olmasın istiyorlardı. Hükümet başarılı olduğunda başarı partilerinin başarısız olduğunda sorumluluğun kendilerine kalmasını istemiyorlardı. Devletin kurumlarının başlarında bulunan makam sahipleri ise İttihat ve Terakki Cemiyetinin resmi üyesi olması da ayrıca bir vaka olduğunu belirtmekte yarar var. Görüntüde her zaman kabineden uzak görünmeye gayret etmekteydiler. Buna doğuda ancak şark kurnazlığı denilebilirdi.

31 Mart

31 Mart vakasın ana aktörlerinden Derviş Vahdeti aslında ne derviştir ne de ileriyi geriyi görebilecek bir kişidir. Kendisi meyhane köşelerinden alınarak para karşılığında hareket ettirilmiş bir taşerondur. Plana göre vakti zamanında gerekli ayaklanma için halkı kışkırtan, din elden gidiyor yaygarası kopartmış, çevresine topladığı birkaç yandaşı ve galeyane getirdiği halkla sesini yükseltmiştir. İttihat-ı Muhammedi adında da bir de örgüt kurmuştur. Cemiyetinin üyeleri ajan ve bir kısmı da gayrimüslimdir. Etrafına topladığı birkaç cahil dindar ve para ile satın aldığı şahıslarla İstanbul’da bazı isyan türü eylemlere girişti. Bunun üzerine hazırda bekleyen Selanik’teki Harekât Ordusu harekete geçer ve rejimi koruma gerekçesiyle İstanbul’a gelir. İsyancıları derdest etmekle kalmayıp Abdülhamit’i de tahttan indirir. Aslında ortada hiç de ordu ile bastırılması gereken bir ayaklanma yoktur. Her şey Abdülhamit’e yapılmak istenen darbe planının bir parçasıdır. Harekât Ordusu’nun komutanları olan Mahmut Şevket Paşa ve Celal Bayar yine Alliance okullarından mezun olmuş olması da dikkate değer unsurlardandır.

Derviş Vahdeti aslında 28 Şubat’ın Müslüm Gündüz’ü denilen düzenbazla aynı karakterde olan bir figürandır. Darbe sonrası Vahdeti ve arkadaşları sırra kadem basmıştır. Bu ayaklanma hakikatte Osmanlı Eşrafı ve esnafından destek de bulmamıştır.

Abdülhamit’in “Hal Fetvası”nı okuyanlar ise sırasıyla Yahudi Carosso, Arnavut Esat Toptani, Ermeni Aram Efendi, Gürcü Arif Hikmettir ve hiçbirisi Müslüman değildir. Aslında bu yönüyle bakıldığında M. Kemal Atatürk bu tecrübeleri gördüğü için Cumhuriyet döneminde Anadolu’yu Türkleştirme politikasının yerinde bir politika olduğu söylenebilir. Çünkü İmparatorluklar sadece güçle yönetilebilir. Farklı etnik gruplar devlet gücü ortadan kalktığında rahatlıkla ayrılıkçı tavır sergileyebilmekte ve bu parçalanmayı beraberinde getirmektedir.

Dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli husus da 31 Mart İsyanını gerçekleştirenlerin çoğu Cumhuriyet döneminde de meclis içerisinde de görülmektedirler. Yani denilebilir ki Cumhuriyeti kuranlar da bir yerde İttihatçılar olmuşlardır. Sözlerimizi ve yazı dizimizi burada sonlandırırken son bir anekdot olarak 1961 Anayasa Komisyonu üyesi Emin Paksüt İstiklal Mahkemelerinin başkanı Kel Ali’nin oğludur. Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Osman Paksüt’te Emin Paksüt’ün oğludur.

Derleyen ve Yorumlayan : Kadir TEMÜR

İlgili Haberler

Diyarbakır Lezzetleri

okuryazarkitaplar

Gnostik Hristiyan Mezheplerinin Ezoterik Tarikatlara Etkisi

okuryazarkitaplar

Zihnimdeki Merkür

Müge Başbuğa

Yorum Yap

Kitap, Sinema, Tiyatro, Edebiyat, Tarih, Mitoloji, Müzik, Resim, Gez Gör, Doğa Sporları, Aktüel Bilim, Anadolu, Dünya Mirası, Festival, Fuar, Sergi, Akademi, Yazarlar...