14.4 C
İstanbul
Perşembe, May 9, 2024
okuryazarkitaplar
Image default
Manşet

Simya ve Simyager

Yazan: Simyacı

Simya:

“Arayın, bulacaksınız. Kapıyı çalınız, size açılacaktır”

Hz. İsa

Başlıklar:

  • Simya
  • Gizli Bilimler
  • Ezoterik Pencereden Simyayı Görmek
  • İslami Bir Bakış Tarzı İnsanın Dönüşümü Ve Ölümsüzlük
  • Simyanın Sembolleri

Doğaüstü yolları da (ruh , büyü gibi ) kullanarak maddenin yapısını açıklayan, araştıran bir araştırma disiplinidir. Hz. İsa İlk simya çalışmaları “altın”a ulaşabilme gayreti olarak bilinir. Altın dışındaki elementler hastadırlar. Korozyona uğrar, parlaklığını yitirir; dolayısıyla hastadırlar. Diğer elementler hastalıklarından kurtulabilirlerse eğer altına dönüşürler. İşte ilk simyagerler simyacılığı metalleri altına çevirme gayretinde oldukları söylenir. Oysaki durum bunda faklı olabilir. Usta simyacıların hayat serüvenlerini okuduğumuzda bunların filozof, hekim veya din adamı oldukları göze çarpmaktadır. O zaman bu usta hekim, filozof veya din adamları neden metali altına çevirme gayreti içerisine girmişlerdir?

Görünen o ki diğer metalleri altına çevirme fikri aslında sembolik bir açıklamadır. Burada aslında bir semboller algoritması çalışmaktadır. Gaye yazımızın ilk satırlarında bütünü olan ana parçaları çözümleyip bir olan Tanrısal töze ulaşmak olabilir mi? İşte Simyacıların asıl gayesi burada saklıdır. Burada dikat edilmesi gereken husus Elementler deyince aklımza sadece elementlerin sembolik ve psişik anlamlarının kastedilmediğini, bu elementlerin fiziksel varlığının yanında düalist bir karşıtının var olduğu göz önünde bulundurmak gerektiği gözden kaçırılmamalıdır. Nasıl ki insan cismani ve ruhani iki ana unsurun birleşmesiyle insan oluyorsa elementler de cisimleri ve karşıtı ruhsal varlıklarıyla birlikte anlaşılmalıdır. Usta simyacılar sadece fırınlarda günlerce metalleri eritmiyorlar, eşzamanlı olarak sezgiler yoluyla elde ettikleri bilgileri simya çalışmalarında kullanıyorlardı. Büyü, sihir, ve pisişik eylemleri simya çalışmalarında aktif olarak kullanıyorlardı. Fiziksel ve psişik çalışmalar onlar için yine iki ürün ortaya koyabiliyordu. Bunlar Altın ve Hikmet. İşte bir simyacı aslında mükemmeliyet peşinde koşan usta bir maceraperesttir.

Hermes için hikmetin üç kısmına sahiptir. Bu üç kısım da kâinatın üç ana bölümüdür ki onlar da gökyüzü, hava ve toprak ile simgelenen ruhi, nefsani (psişik) ve cismani (ruh ,nefis ve cisim bize Gnostik yaratılış mitlerini hatırlatıryor.) âlemlerdir. Hermes, aynı zamanda gizli bilimler yolu ile doğaya hükmetmeyi, simya, astroloji vb. gizli ilimlerin kullanılmasını temsil ediyordu.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı gettyimages-1006114826-2048x2048-2-1024x683.jpg

Doğu’da antik Çin’de simyacılar vardı ve metallerle çalışmaya başlayarak değişimler, transmutasyonlar ve farklılaştırmalar yaratmayı başardılar. Hindistan’da simya, majik-pratik bir özellikteydi ama Çinliler gibi metalleri dönüştürmediler. Hindistan, asıl olarak insani transmutasyonlara, insanın değişimlerine, mistik durumlara ve bu bilimin insana uygulanması ile erişilebilecek tüm evrim biçimlerine odaklandı.

Araplar, Orta Asya fetihleri sırasında Çinlilerden bu konuda birçok şey öğrenmişti. Simya alanında önemli çalışmalar yapan Ebubakır Razi’nin deneyleri Batı dillerine çevrilince simyacılık Avrupa’da yeniden doğdu. 1300’lü yıllarda mineral asitler ve alkol keşfedildi.

Haçlılar vasıtasıyla Doğu’dan getirilen simya, Batı dünyasında yeni derin kökler saldı.

On üçüncü yüzyılın sonuna kadar simyacılar manastırlarda rahat rahat simya ile ilgilenebiliyorlardı. Ancak, zamanla simya kilisenin tepkisini çekmeye başladı. Bu arada manastırlar dışında da simya ile ilgilenen kişiler türedi. Artık Hermes’in bilimi ile kilise karşı karşıya gelmeye başlamıştı. 1317’de Papa Jean XXII bir karar yayınlayarak (Spondent quas non exhibent) sahte altın yapanları ve simyacıları mahkûm etti.

Rönesans ve Aydınlanma ile insanlık tarihine laik bakış başladı. Kopernik, Galileo, Descartes, Newton ve diğerleri; Allah’ın planı ne olursa olsun, bilimsel devrimin getirdiği bilgi yolu ile insanlığın laik ilerleyişinin kaçınılmaz olduğunu düşündüler.

Hermes’in ruhta gerçekleştirmeyi düşündüğü devrim (dönüşüm), Rönesans aydınlarınca dışta yapılmaya çalışıldı. İlk dönemlerin kutsal ve bütüncül simya anlayışı, modern kimyaya; astroloji anlayışı, modern astronomiye; maji anlayışı, modern bilime dönüşsede hermetik dünya görüşü hiçbir zaman yok olmadı. Hatta Rönesas aydınlanmasını yaşatan bilgelerin çoğu hermetik felsefe yolundaydılar. Bir çoğu hikmetin peşinde koşarken bir yerlerde maddi olmayan evrenle iletişim kurmaya çalıştı.

Gizli Bilimler:

Okült, bilimsel yöntem dışındaki yollar ile gizli bilginin araştırılması demektir. Okült bilimler denilince, eski geleneğin devamını sağlayan ezoterik (Batınî) doktrin anlaşılmaktadır. Okült bilimler, ‘pozitif’ olarak adlandırılan tüm bilimlerin gerçek prensiplerini ve bütün felsefesini kendinde saklamaktadır. Okültizm, pozitif bilimlerin yerini alıcı değil, onları tamamlayıcıdır. Büyük sayıda fenomenin teori ve pratiğine sahiptir. Simya (alşimi), maji, astroloji ve büyücülük (theurgy) bu çalışmaların başlıcalarıdır.

Okültizm, genelde içimizde doğan bazı soruların çözümünü gösterir. Okült çalışmaların üzerine inşa edilmiş inceleme ve araştırma konuları şu şekilde sıralanabilir;

  • Ölüm ötesinde veya berisinde ne vardır?
  • Nereden gelip nereye gidiyoruz?
  • Bu dünyadaki hayat tarzımız ne olmalıdır?
  • Bunun için makul bir ölçü var mıdır?
  • Kendi kendimizi ıslah edebilir miyiz?
  • Doğa kuvvetlerinden yararlanmayı nasıl başarırız?
  • Ölüm ötesi âlemlerin yasaları nelerdir?

Bu soruların cevaplanmasında Hermetik öğreti bize bir asıl olanı oluşturan elementlerin bize yardımcı olabileceğini söyler ve çözümün bazı soruların çözümlenmesinin yukarıdaki soruları açıklayabileceğini açıklar. Burada elemenler gündemimizdedir.  

  • Sır elementlerde midir?
  • Dört elementin bu soruları cevaplamaktaki rolü nedir?
  • Elementler gerçekten sadece bütünü oluşturan fiziki-maddi parçalar mıdır? Yoksa elementlerin başka çağrışımları mı vardır?
  • Elementlerde ne neye karşılık gelir?
  • Bu elementleri kim hangi şekillerde kullanır?
  • İnsanın bu elementleri kullanarak neler yapabileceği ve “felsefe taşı” denilen hikmete nasıl ulaşırız?
  • İnsanın bilgiye ulaşmaktaki gayesi ne olmalı, bu yolda aranan sır olan “felsefe taşının” rölü nedir?
  • Elementlerin insanla olan ilişkisi nedir?
  • Hangi Element ruhumuz veya bedenimizde neye karşılık gelir?
  • İnsan kendisinde var olan elementlerin nasıl farkına varır ve bunları ne şekilde kullanmalıdır?
  • Nihayetinde ölümsüzlükten ne kast edilmekte, bu yolda tekamülü kavrayarak gerçek ölümsüzlüğü kavrayabilir miyiz?

Ezoterik Pencereden Simyayı Görmek:

Simyada 17. yüzyıla dek Batı tıbbının temel düsturu kabul edilen dört unsur (ateş, su, hava, toprak) ve dört nitelik (soğuk, sıcak, kuru ve nemli) ilkeleri formüle edilmektedir. Buna göre, bir maddenin prototipini bulmak için mevcut olan her madeni bilmek gerekmemektedir. Sadece yedi ana madeni ki onlar da altın, gümüş, bakır, kalay, demir, kurşun ve civadırbilmek, diğerlerini bilmeye götürücüdür. Dört unsurun bilgisi konusunda da bu böyledir. Bu unsurlar, bir şeyin kimyevi terkipleri değildir, maddenin vasıflarının belirleyicileridir. Bu yüzden toprak, hava, su ve ateşten bahsedileceği yerde, varlığın sıvı, katı, havai ve sıcak özelliklerinden bahsedilir.

Simya sözcüğü Mısır’daki Nil çamuruna atfen siyah anlamına gelen Kamt veya Qemt’den gelmektedir. 17. Günümüzdeki modern kimya biliminin temelleri atılmadan binlerce yıl önceden başlayıp, 17. yüzyıla kadar etkileri devam eden, maddeleri birbirine karıştırıp, değiştirmeye çalışan kişiye simyacı, insanların yaptıkları çalışmalara ve bu bilime verilen genel ada ‘simya’ denirdi. Simya, antik çağlardan bu yana uzanan, insanlığın kimya öncesi uğraşısı oldu.

Simya’nın okült bir sanat olarak da gözükmesinin nedeni sadece belli kimseler tarafından uygulanabilmesidir. Simyanın ezoterik karakteri vardır. Simya öğrenimi inisiyasyona dayanmakta, kullanılan semboller sadece bu eğitimi geçmiş kişiler tarafından anlaşılabilmektedir.

Tarih boyunca simya, mistik ve pratik simya olarak iki yönde gelişmiştir. Pratik simya, kimya biliminin doğuşunda büyük rol oynarken, mistik simya, ezoterik felsefenin bir başka yüzü olarak günümüze kadar gelmiştir.

Simyanın öteki adı hermetik kimyadır. Simya en kaba tabiriyle bakırın, altına dönüştürülme olayı olarak tanımlanmaktadır. Demir, kurşun ve bakır gibi metaller altına ve gümüşe dönüştürülmek için Hermes vazosu adı verilen cam kapta ısıtılırdı.          

Simya gerçekte bir dönüşüm sanatıdır. Kirli olanı, hasta olanı birçok süreçten geçirerek, arınmış ve mükemmel olana dönüştürmeyi amaçlar. Prensipte, bir yol olarak değerlendirilebilecek olan simya, ASLINDA SAF OLMAYAN RUHUN, SAF RUHA DÖNÜŞTÜRÜLMESİ SÜRECİDİR. Simya felsefesinde Tanrı’nın birliği ve ruhun ölümsüzlüğü yer almaktadır. Simya ile uğraşanlar değersiz maddeleri altına çevirmek, hastalıkları tedavi edebilmek ve yaşlanmayı önlemekte kullanılacak filozof taşını bulmak için çalışmışlardır.

Simya’nın hedefleri tarihsel süreçte şunlar oldu;

– Metallerin altın ve gümüşe dönüştürülmesi,

– Ölümsüzlük iksiri yaratılması,

– İnsan hayatının müspet yönde dönüştürülmesi… (tekamül)

Simyanın amacı, ‘evrensel sihirli unsuru’; evrensel ilacı, gençlik çeşmesini, yaşam iksirini, ‘ölümsüzlük anahtarı’nı elde etmektir.

Tıpkı mitoloji gibi simyanın da hem içrek(ezoterik) hem de dışrak (egzoterik) bir anlamı ve okuması mevcuttur. Bu durum simya literatüründe “iç simya” ve “dış simya” olarak ayrılmaktadır. Dış simyada dört elementin altına doğru felsefe taşı ile birlikte nasıl dönüştürülebileceği ve nasıl ölümsüzlüğün elde edilebileceği arzusu yatar.

Ezoterik ya da iç simyadaki ‘ars magna (büyük sanat)’ta amaç, dış ya da egzoterik simyadaki gibi maddeleri birbirine dönüştürmeye çalışmak, ölümsüzlüğü elde etmek ya da genç kalmak değil, spiritüel aydınlanma denilen ‘şuur dönüşümü’nü sağlamaktır.

Simyacılar, bir anlık yansıma ile kişinin, insan bedenini meydana getiren gaz, sıvı, elektromanyetik ve katı elementlerin, onunla sembolik olarak uyumlu olan kişilik sistemlerin daima bir diğerine dönüşmesinin farklı evresinde olduklarını görebilmeyi hedefler. Tıpkı katının sıvıya karışması ve sıvının katı maddeye dönüşmesi gibi, düşünceler de duyguları tetikler; algılar, düşünceler ve davranışları kışkırtır. Simyasal motto ‘solvenet coagula (çözünme ve donma)’ bu açıdan anlaşılabilir; katılaşmış koruyucu yapıları (fiziksel, algısal, duygusal, zihinsel) çözebiliriz, böylece ruh serbest kalır.

Simyacıların gizemi, bilgeler ve anlayanlar için sadece bir ilaçtır. Keşfetmesini ve anlamasını bilir, bu anlaşılması gereken bir doğa sırrıdır ve ahmaklar için her zaman gizlidir yani bir sır olarak kalacaktır. Çoğu kez simyacılardan bahsederken, kendini bu çalışmalara adamış kişilerin, ölümsüzlüğü elde etmek için bir formül ele geçirdiklerine dair söylentiler çıkarılır.

 Uzak geçmişte filozofların hiç bahsetmediği ve simyaya atfedilen başka bir amaç da mutluluğu elde etmektir.

Burada tekrar etmekte fayda var aslında aranan şey altın, gençlik, mutluluk, hikmet, hakikattir.

Yukarıda belirtmiştik. Büyük alimler hiçbir zaman gizli bilimleri bir kenara bırakmamıştırlar. Birbirlerinden zıt cereyanlar halinde ve birbirleri içerisinde, devamlı bir surette doğan madde ve mana akışını asıl birliği ve BİR’i anlama yolunda inceleyen simyacılar, altına ulaşma sembolizmi altında kendi çalışmalarını halktan gizlemişlerdir. Bu simyacılar arasında; Isaac Newton ,Sir Robert Boyle, Paracelsus, Nicholas Flamel, Edgar Cayce, Arnaldus de Villa Nova, Cabir bin Hayan, El-Razi, Thomas Norton, Denis Zachaire, John Dee, Albert de Bollstaedt, Henrig Brand, Salomon Trismosin gibi birçok tanınmış kişi bulunmaktadır.

Simya kapısı; “gerçeğin kapısı” ya da “kapı” olarak söylenir. Simya gücünün kaynağı olarak bilinir. Simya kapısını gören kişiler aldıkları deneyim sayesinde dönüşüm çemberine ihtiyaç duymazlar. Bir bebek bedendeki akıl ve ruhu kapıdan çağırabilir. Temel olan, ilk ilke ‘Madde’nin Birliği’dir. Maddeyi BİR olarak, bir büyük ilksel Madde, tüm evrenin temeli olan büyük bir ilksel ilke olarak düşünmek, simyayı geliştiren başka bir ilkeyi de hatırlatır; büyük evrende (makrokozmos) olan ne varsa küçük evrendedir (mikrokozmos). Hermetik deyişle “yukarıda olan aşağıda, aşağıda olan da yukarıda”dır. Büyükte olan her şey küçükte de vardır; gökte olan insanda da vardır ve tam tersi de geçerlidir. Bunun anlamı, insani süreçlerimizi genişleterek, kozmik süreçleri anlayabileceğimizdir.

Mademki her şey büyük ve küçük, yukarıda veya aşağıda olana hizmet eden temel bir ilksel unsur, bir ilksel ilkeden ayrılmıştır, bir benzerlik, bir ilişki vardır. Bu benzerlik temelinde Simya, Doğa’yı bozmaktan uzak benzerliklerin doğrudan bir yolunu izleyerek dönüşümler gerçekleştirerek sürekli olarak çalışacaktır. Görev kesin olarak ister uygulamada ister metafizik olsun (var olan ve simyacıların bildiği) dönüşümdür. Bedenlerden Ruhlara kadar hepsini içine alabilen uygulanan işten bahsediyorsak İlksel Madde’den yola çıkılmalıdır. Tüm maddelerde olduğu gibi bu İlksel Madde’de de Kükürt, Civa ve Tuz’un tipik orantısı verilir.

İslami Bir Bakış Tarzı: İnsanın Dönüşümü ve Ölümsüzlük…

Ruhlarımız cesetlerimizdir, cesetlerimiz de ruhlarımızdır”

                                                                                                                  Cafer-i Sadık

Bedenden bir ruh, ruhtan da bir beden çıkarma şeklinde de okuyabileceğimiz özlü sözümüz hermetik felsefede ruh ve madde birbiri ile iç içe girmişini özetleyen bir anlatımdır. Birisi ötekinin farklı bir görüntüsüdür. Aynı şekilde çoğu Hermetiğe göre, maddenin de bir ruhu vardır. Simya, insana kendisini ölümsüz kılma kapasitesini bahşeder. Ölümsüz olan ruhtur. İnsanın en büyük problemi ruhunun ölümsüz olduğunu bilmemesi, algılayamaması, yaşayamaması, anlamamasıdır. Beden tarafından ele geçirilmiş ve yalnızca onun yaşamıyla kuşatılmış olarak, yalnızca ona ölümsüzlük vermeye çalışır. Ne yaşadığının, ne olduğunun ve fiziksel görünümünün çok ötesinde yaşadığının bilincinde olan insan ölümsüzdür ve Simya’nın aradığı da budur. Her birimizde bir işleten, dönüştüren vardır; mükemmeliyetin altınını elde etmek için araçlar, madde, güç ve hayat vardır.

Yaratılanlar her ne kadar çeşitli şekiller aldıysa da bu tek olan Öz ile esas da aynıdır. Bu kapsamda İslami kaynaklarda Pergeli matematilkçi Apollonios’a pek çok majik formül nispet edilmektedir. Apollonios’a atfedilen kitaplardan ‘Sırru’l-hakikadan’ seçilmiş bazı bölümler aşağıdadır;

İlk yaratılan şey Kelimetullah’tır. Bir kelime aracılığıyla diğer şeyler yaratılmıştır… Her, şey Tanrı’nın emri ve dilemesiyle, ‘Kelam’ tarafından yaratılır. Yaratılmış olanlar Kelam’ı kavrayamazlar çünkü yaratılmış olan şey, kavrayışın ötesindedir. İlk tezahür edecek olan şey de Tanrı’nın Kelamı’nın nurudur. Bu nurdan eylemlilik doğar, ondan hareket doğar, bu hareketten de sıcaklık doğar. İşte sebep olunan şeylerin başlangıcı böyledir. Hareketten ve sıcaklıktan da hayat husule gelir yani bitkilerin, hayvanların ve insanların hayatı. ‘Kelam’ sadece hareketi vücuda getirmekle bu yaratılışa iştirak eder. Bütün diğer şeyler ise tabii tarzda oluşurlar.

Hermes der ki; “Her hareket, her şeyi hareket ettiren Kudret’ten sadır (Tasavvufta ilâhî bilginin kaynağı olan kalbin yedi mertebesinden biri.) olur. İki nevi hareket vardır. Bilkuvve ve bilfiil hareket. Bilkuvve hareket, âlemin bütün bölümlerini muhafaza eder ve onları içeriden hareket ettirir. Bu ikisi birbirinden ayrılamazlar. Tabiat, münferit şeyleri varlığa getirir, onları muhafaza eder ve hareket eden madde içerisine hayatın tohumlarını saçar. MADDE, HAREKETİ YÜZÜNDEN ISININCA ATEŞE VE SUYA DÖNÜŞÜR. ATEŞ SUYUN ÜZERİNE DEĞİNCE ONUN BİR KISMINI KURUTUR VE BUNDAN DA TOPRAK OLUŞUR. SICAK, SOĞUK, RUTUBET VE KURULUK MUAYYEN BİR ŞEKİLDE KARIŞTIRILDIĞINDA DA RUH MEYDANA GELİR.”

Sıcaklık hareketten doğduğu zaman, o hareket hızlanır ve madde müthiş bir şekilde tahrik olur. Bu süreç tam 26.500 yılda tamamlanır. Bu harekete ait olan madde, ağırlığına göre farklı çeşitlere ayrılır ve on iki katman şekillenir. En alt katman hareket ve sıcaklıktan mahrumdur. Fakat bir üstteki katmandan sıcaklığı alır. Böylece hareket halindedir. Hayli ısınan kısımlar yükselir ve diğer katmanlar teşekkül eder. Her biri de yedi kısımdan müteşekkildir. İşte bu, yedi kat semanın ve yedi kat yerin başlangıcıdır.”

Bedende insan nuruna tekabül eden iki kuvvet vardır:

  • Hâkimiyet gücü olan öfke kuvveti ve
  • Örneği aşk olan şehvet gücü…

Beslenme ve üreme gibi bedenin diğer aşağı güçleri, bedenin nurla olan muhtelif ilişkilerinden doğarlar ve arz-i nurun birçok cismani tezahürleri olarak görülebilirler. Onların çeşitliliği nurun bedenle olan ilişkisinin çeşitli oluşundandır. Arz-i nurun bedeni yönetmedeki aleti, kalbin sol yarısında yerleşmiş olan ruhtur. Arz-ı nurun madde ile birleşmesi onun “karanlık güçler” tarafından şaşırtılmasının sonucudur. Böylece o nur, âlemine yabancılaşmıştır.

Tanrı, Ruh ile iner ve ruhun hermafroditin (Çift cinsiyetli olan) bedenine girmesine izin verir ve bu beden ikinci kez doğar. Bunu bilincin doğumunun, insanı uyandırmasının tamamlanması olarak ifade edebiliriz. Ermişlerini iki kez doğmuş olarak adlandırdıklarında, eski insanların ikinci kez doğmaktan anladıkları bu olmuştur. Görüldüğü gibi İslami açıklamalarda da sanki grostik yaratılış mitlerine ve felsefesini hissediyoruz

Simyanın pratiğinde ezoterik yön açığa çıkmaktadır. Bu aşamalar aslında adayın inisiyasyon yolunda kat ettiği mesafedir. Simya yöntemiyle birinci aşamada haricinin içeriye alındığı tefekkür hücresi siyahtır. Harici burada yeni bir hayata girmektedir. Harici hamdır, rafine edilmemiştir, yontulmamıştır. İçeriye alındığı andan itibaren çürüme başlamıştır. Değişim başlamıştır. Maddenin özü ölmektedir. İkinci aşamada Nur’a kavuşmaktadır. Bu simyadaki beyazdır. Değersiz bir metal altın olma sürecine girmiştir. Yani saflaştırma başlamıştır. Yeraltı dünyası denilen kendi benliği içerisinde yol almakta ve kendini tanımaktadır. Tüm boş inançlardan ve bağnazlıklardan uzaklaşmıştır. Özündeki kötülükleri ve iyilikleri ortaya çıkarmaktadır. Bencillikten uzaklaşmaya başlamıştır. Öldürülen maddenin yerine, yeni bir elementin katılması söz konusudur. Madde, yeni kimliğini kazanmaya hazırdır. Üçüncü aşama felsefe taşının ele geçirilerek kırmızı yapıta ulaşılmasıdır.

Eski manevi kimyada, dönüştürme işlemi yapmak için önce bir “iksir (elixir vitae)” ya da “felsefe (filozof) taşı” hazırlanırdı. Bunu hazırlamak için kullanılacak suyun binlerce kere damıtılması gerekmekteydi. Bu ilmin Çin, Hint ve Tibet kültürlerinde derin bir geçmişi vardır. Sıvı ve içilebilir olan iksire onlar; “hayat suyu” ya da “ölümsüzlük suyu” demekteydiler. Cabir de farklı türleriyle yedi “iksir” sayar. Bunların bazısı mineral, bazısı bitkisel, bazıları da hayvanidir. Buna mukabil filozof taşı yalnızca mineraldir. Kimya’daki ‘iksir (hacer-i mükerrem)’ gibi, insan vücudunda da böyle bir iksir vardır. Ve bu su, nefsi temiz olanlara verilmiştir.

Simyanın Sembolleri

Zodyak işaretleri. Güneş sistemi gezegeni. Asteroid Tanrıçaları. Simya sembolleri ve Dört element

Simyacıların ünlü “salva et coagula” prensibi yalnızca madenler ile ilgili değildir, ruhi simya ile de ilgilidir. Önce karışık ve bozuk terkip bir çözülür, iyice ayrıştırılır. Yani sefil insanın katılaşmış kalbi çözülüp yumuşatılır (Salva). Değersiz bir maden bu erime işlemi bir pota içerisinde yapılır. İnsani dönüşümde bu pota bedendir. Nasıl maddi simyacı sıkıca kapatılmış bir kürede (potada) maddenin dönüşmesini aylarca gözlüyorsa, manevi simyacı da adeta bir felsefi yumurta içerisindeki ceninin aşama aşama gelişmesini murakebe eder. Bu dönüşüme yardımcı olacak olan simyacı, manevi rehberdir. Tıpkı kendi küllerinden doğan Anka Kuşu misali; bu çözülen terkipten yeni ve farklı bir insan oluşturulur. Sefil insanın bu kutsal makama doğru kendi içinde yaptığı yolculuk ya da yeniden doğuşu, mecazi olarak da dış alemdeki madenlerin dönüşümü örnekleriyle anlatılan bir mucizedir, bir başarıdır. Gerek dış âlemdeki altın gerekse içteki, kemale ermiş insan ruhu, her şeyin kanunlarına itaat ettiren oluş ve bozuluş âleminde bozulmadan kalır. Her ikisi de ruh’un bu dünyadaki her planda temsilcisidirler. Biri batın simyasının, diğeri de zahir simyasının bir ürünüdür ama nihayetinde gerek zahiri gerekse batıni dönüşümü mümkün kılan yalnızca tek bir simya vardır.

Hermes’e göre ‘tarım’ dahi büyük simya’dır. Toprak da bu bütünün bir parçasıdır.

Simyacılara göre madenlerin dönüşümü (ve bu arada suni olarak altın elde etme) basit bir gösteriden öteye gitmez. Esas amaç, bizzat o simyacıyı dönüştürmektir. Büyük ve küçük evren arasındaki analojik irtibatları kurabilen kişi, kendinde taşıdığı enerjileri vasıtasıyla madenlerle ilgili simyada da bir dereceye gelir. Ve gerçekten böyle bir kudreti olanlar asla bunu kullanmazlar. Bazı çok özel durumlarda yine manevi bir sebebe binaen kullandıkları da olur. Hakiki inisiyasyon tamamen içseldir. İnsan bizzat kendi varlığının nüfuzuna varabilirse külli bilgiye, ona tabi diğer tüm ilimlerle beraber varır.

Kaynakça:

  • Hermesler Hermesi – Mahmut Erol Kılıç
  • Tedbirat-I İlahhiyye Tercüme Ve Şerhi, Haz.M.Tahralı, (İstanbul, 2005), 361-363. – Ahmet Avni Konuk
  • Gizli Bilimler & Görünmeyen Dünya / Prof.Dr.Sait Yılmaz

İlgili Haberler

Geçmiş ve Geleceğin Buluştuğu Masal Ülkesi

okuryazarkitaplar

İstanbul’un Kadim Sırları Aralanıyor

Leman ERGÜL KÜLEKÇİ

Aspendos’ta Aşkın Şartı Tiyatro mu, Su mu?

Kardelen Oğlakçıoğlu

Yorum Yap

Kitap, Sinema, Tiyatro, Edebiyat, Tarih, Mitoloji, Müzik, Resim, Gez Gör, Doğa Sporları, Aktüel Bilim, Anadolu, Dünya Mirası, Festival, Fuar, Sergi, Akademi, Yazarlar...